34,8446
36,6591
3.035,97
Ne zaman Suriye konusu konuşulsa, mutlaka Cumhurbaşkanı Recep tayyip Erdoğan’ın “Şam-Emevi Camisinde kılınacak Cuma namazı” ile dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabında Türkiye’ye biçtiği roller hatırlanır. O stratejinin özeti; “Türkiye bulunduğu coğrafyada, üzerine oturduğu tarihsel arka planın siyasi/kültürel mirasçısıdır. Kademeli strateji ve havza politikaları ile tarihi geçmişimiz olan coğrafi havzaların şekillendirilmesin de potansiyel güç unsuru ve doğal hak sahibidir. Stratejik araçlar ve bölgesel politikalar. NATO, AB, İKÖ (İslam işbirliği Teşkilatı), D-8 vb. uluslararası örgütlerdeki gücünü de kullanarak, belirtilen havzalarla olan aktüel ilişkisine binaen soğuk savaş sonrası dönemde kuşatıcı tavrı ile söz sahibi olmalıdır.”
Emekli Tümgeneral Rafet Kılıç, görevde bulunduğu dönemde Suriye politikaları toplantı ve planlamalarında bulunmuş bir isim. Kılıç, “Uluslararası ilişkilerde savunma diplomasisi diğer adıyla askeri diplomasi (Savaş) olarak da bilinir. Diplomaside ve savaşta, stratejik hataların bedeli çok ağır olur. Stratejik hatalar operatif ve taktik dokunuşlarla düzeltilemez” diyor.
KAYBEDENİ BİZİZ
Emekli Tümgeneral Rafet Kılıç, uygulanan stratejisi nedeniyle Suriye Savaşı’nın kaybedenleri arasında Türkiye’nin yer aldığını öne sürdü ve şunları söyledi:
“Her ne kadar Cumhurbaşkanı ve eski başbakan Emevi Camii’nde namaz kılma iddiasını henüz gerçekleştirememiş olsa da HTŞ Lideri Colani ve beraberindeki kalabalık muhalif grup, Suriye’nin başkenti Şam’da bu hayalini gerçekleştirdi.
Yani, Türkiye’nin, ABD’nin ve uluslararası camianın da terör örgütü olarak tanıdığı HTŞ’nin Şam’a sorunsuz gidebilmesi ve bu havzayı stratejik derinlikte kuşatabilmesi için gerekli altyapıyı hazırlama konusunda maalesef en büyük katkıyı sağlayan ülke olduk.
Gelinen aşamada, resmî açıklamalarımızda Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapılırken, bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek Suriye’nin paramparça edilerek yok edilmesi stratejik planlamasının değirmenine su taşıdık. Suriye Savaşının kaybedenleri arasında; Rusya ve İran da var. Ancak Suriye’nin kendisinden sonra en büyük kaybedeni açık ara Türkiye’dir. Kazananları; İsrail, ABD, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (IBKY) IBKY, PKK/PYD’dir.”
KARA KOMŞUMUZ OLDU
Dünyanın en yayılmacı ülkelerinin başında İsrail geliyor. Şimdi, Türkiye’nin kara komşusu yayılmacı İsrail oldu. Aslında resmi komşuluk Irak’ın kuzeyinde 2005 yılında başlamıştı. Emekli Tümgeneral Rafet Kılıç, bu durumu şöyle açıklıyor:
“Sözde ‘Büyük Kürdistan’ın ilk devleti, Irak Bölgesel Kürt Yönetiminin kardeşi, ABD’nin kara gücü, 2014’den beri kurulma aşaması devam eden ve tamamlanma aşamasına getirilen, ‘Büyük Kürdistan’ın ikinci devleti, PKK/YPG Bölgesel Kürt Devleti’nin ilan edilmesi aşamasına getirilmesini kaygıyla izliyoruz.
Dünyanın sığınmacı kabul merkezi olduk. Hatay sınırımızda, İblib’te, ‘Yeni Peşaver’ olarak da adlandırılan 4 milyon insanın yaşadığı kaotik bir komşumuz daha oldu. ‘Stratejik hataların operatif veya taktik dokunuşlarla düzeltilmesi mümkün değildir’ demiştik. Bu kapsamda, stratejik seviyede neler yapılması gerektiği ayrı bir analiz konusu.”
Saygı Öztürk, emekli Tümgeneral Rafet Kılıç’la görüştü.
En az zararla nasıl çıkarız?
Oluşan bu durumdan en az zararla nasıl çıkabiliriz? Gelinen aşamada mevcut fırsatlardan istifade ile ülkemizin menfaatleri kapsamında neler yapmamız gerektiğini Kılıç şöyle cevaplandırdı:
1 – ABD’YE RAĞMEN SAĞLAMALIYIZ
“Ülkemizin güneyinde bir terör koridoru oluşturulmasına müsaade etmeyeceğimizi defalarca ilan etmiş olarak, çıkan fırsatlardan istifade ile Suriye’de eksik kalan bölgelerden, özellikle de Aynel Arap ve Kamışlı Bölgelerinden PKK/PYD terör örgütü mensuplarının temizlenmesini kararlılıkla sağlamalıyız.
Bunun gerçekleşmesine ABD’nin engel olma çabalarını boşa çıkaracak girişimleri artırmalı, fazlasıyla var olan gücümüzü akılcı politikalar ile kullanmalıyız.
Bu hayati hedefi, geri adım atmadan, gerekirse ABD’ye rağmen sağlamalıyız.
Süleyman Şah Türbesi’ni, 2021 Ankara Anlaşmasına göre ‘“Vatan Toprağı’” olan ve 22 Şubat 2015’te boşalttığımız yerine derhal geri taşımalıyız.
2 – ZORUNLU DÖNÜŞ DE UYGULANMALI
Son 13 yılda, Suriye’den ülkemize gelen geçici koruma altındaki Suriyeliler için bu statülerinin devamı kapsamında bir gerekçe kalmamıştır. Bir plan dahilinde öncelikle gönüllülük, gönüllü olmayanlar için ise tedrici tedbirlerle zorunlu dönüş programı uygulanmalıdır.
Türkiye’nin Suriye sınırı için krizden beri uyguladığı; ‘Girene açık kapı, Avrupa’ya doğru çıkmak isteyene kapalı kapı’ politikası garabetine derhal son verilmeli.
İdlib bölgesinde çok kötü şartlarda yaşayan 4 milyona yakın insan başta olmak üzere, Suriye’den ülkemize yeni bir göç dalgasına asla müsaade etmemeliyiz. Bu kapsamda sınır takviyesi dahil her türlü önleyici ve caydırıcı tedbiri almalıyız.
3 – TERÖR YUVASI OLMASI ÖNLENMELİ
İdlibBölgesinde yeni bir Peşaver oluşturulma riskine karşı, ABD ile diplomatik girişimlerin yanı sıra HTŞ’ye karşı müsamahasız uygulamalar ile bu bölgenin bir terör yuvası olarak kalması önlenmeli.
ABD Merkez Kuvvetleri Komutanı Suriye’de YPG elebaşlarını ziyaret etti. Dışişleri Bakanı’nın 13 Aralık’ta Ankara’ya geleceği haberini aldık.
YPG elebaşısı Ferhat Abdi Şahin de ABD’ye 20 Ocak için yapacağı ziyareti bekliyor.
ABD’nin bu çabasının altında ne yatıyor? Eski ABD Savunma Bakanı Robert Gates, anılarını yazdığı kitapta TSK’nın 2008’de Kuzey Irak’a düzenlediği sınır ötesi harekâtı anlatırken Ankara’ya ‘Operasyonu hemen durdurun, askerlerinizi çekin’ dedim. 4 kez tekrarladım” diyor. Tarih tekerrür ediyor.
Tıkayın kulağınızı. Suriye’nin Kuzeyinde PKK/YPG’nin terör devleti kurmasına müsaade etmeyin.”