34,6218
36,5772
2.936,59
Başak Nur GÖKÇAM
Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan İstanbul, milattan önce 658 yılında Sarayburnu mevkiinde kuruldu. Birçok medeniyete ev sahipliği yapan şehir, su üzerine kurulu bir hayatla varlığını devam ettiriyor. İstanbul’un su yolculuğu üzerine çalışan İSKİ Strateji Geliştirme Daire Başkanı ve aynı zaman İTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tuğba Ölmez Hancı, denizler ile çevrelenen fakat sakinlerine şehir dışındaki su havzalarından su sağlanan İstanbul’un, dünya su kültürünün ve medeniyetinin de merkezi olduğunu hatırlatıyor. Şehre su sağlamak için bulunan çözümlerin, İstanbul’un nüfusunun artmasına, artan nüfusun ise yeni çözümler üretilmesine sebep olduğunu belirten Ölmez, “Nüfus artışı ile beraber hızlı ve düzensiz kentleşme, plansız sanayileşme bunlara ek olarak iklim değişikliğinin etkileri İstanbul’un su kaynaklarının sürdürülebilir yönetiminin farklı bir perspektif ile ele alınmasını zorunlu kılmaktadır” dedi.
Dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olan İstanbul’da nüfus her geçen gün artmaya devam ediyor. Küresel ısınmanın verdiği yağışsızlık gibi temel meselelerden de görüleceği gibi kaynak sınırsız değil, sayı arttıkça da hızla tükeniyor. Su teminine dayanan geleneksel su yönetimi yaklaşımlarının kentlerin günümüz ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kaldığına vurgu yapan Prof. Ölmez, “Kentsel su yönetiminde kullanılan geleneksel yaklaşımlar, su arzını talebi, atık su arıtma tesisleri gibi değişkenleri kontrol etmeyi ve belirsizlikleri azaltmayı hedefleyen büyük ölçekli merkezi bir altyapının planlanmasını temel almaktadır. İstanbul için önceki dönemlerde içme suyu temini ve atık suların arıtılması alanındaki eksiklikleri gidermek maksadıyla büyük ölçekli altyapı geliştirme çalışmalarına odaklandığı bir bakış açısına rastlanmaktadır. Ancak, günümüzde kentlerde karşılaşılan su sorunlarını çözebilmek için tüm su döngüsünün bir bütün olarak ele alınması gerekmektedir” diye konuştu.
Kent toplumlarının kentin su temin hizmetleri, atık su ve yağmur suyu yönetimi gibi alanlarda gelecekte ortaya çıkabilecek belirsizlikler karşısında direnç geliştirilmesi konusundaki farkındalığı giderek arttığına dikkat çeken Ölmez, “Dirençlilik ve su yönetimi alanında iyileşme sağlamak amacıyla yürütülecek faaliyetlere temel teşkil eden şemsiye çerçeve olarak “Suya Duyarlı Şehir” kavramı tüm dünyada benimsenmeye başlamıştır. Suya Duyarlı Şehir kavramı geliştirilirken suyun kentsel hizmetlerin hemen hepsi için vazgeçilmez bir unsur olduğu kabul edilmiştir. Suya Duyarlı Şehir kavramı ile şehrin su ihtiyaçlarını karşılayan bütünsel ve entegre su döngüsü yönetimi temel alınarak, aynı zamanda yaşanabilirlik ile ilişkili bir dizi fayda sağlamaktadır” dedi.
Yeşille maviyi bir araya getirelim
Suya duyarlı kentsel tasarımların önemine değinen Ölmez, doğal altyapıları şehrin çehresiyle bütünleştirerek bunlara su iyileştirme işlevleri kazandırdığını ve aynı zamanda da estetik bir çevresel görünüm ve kent ısı adası etkilerini azaltma gibi ikincil fayda sağladığını söylüyor. “Bütünleşik katılımcı arazi kullanımı, su planlaması, taşkına karşı direncin artırılmasına yönelik havza temelli yaklaşımların benimsenmesini sağlamakta, yeşille maviyi bir araya getirerek kentsel ayak izi içerisinde ekosistem ve rekreasyon alanları inşa etmektedir” diyen Ölmez, şehrin her yerinde bulunan ve sulama faaliyetleri ile inşa edilen yeşil alanlarda eğlenen ve suyla daima iç içe olan halka su hizmetleri sistemine de daha etkin şekilde katılma fırsatı sunduğunu ekliyor.
Halkın su ile kurduğu bağın, halkın aidiyet hissi ve kimlik duygusunu güçlendirdiği için, toplum içinde bu konuda bir uyum ortaya çıktığını söyleyen Tuğba Ölmez Hancı, “Yerel yönetimler, kentsel tasarımlarda özellikle meydan tasarımlarında, suyun iyileştirici, ferahlatıcı ve temizleyici gücünden ilham alarak projeler geliştirmektedir” dedi.
Acilen uygulamaya geçilmesi gerek
Günümüzde dünya nüfusunun yaklaşık yarısının kentsel alanlarda yaşadığını ve bu oranın 2050’ye kadar üçte ikiye çıkacağının öngörüldüğünü söyleyen Tuğba Ölmez, “Kentlerde yoğunlaşan nüfus ve olası iklim değişiminin etkisi göz önünde tutulursa, geleceğin şehirlerinin sürdürülebilir ve dayanıklı olması ayrıca yüksek yaşam standartlarını sağlayacak unsurları içermesi kaçınılmazdır.
Bir İstanbullu olarak, kente bireysel ve kamusal olarak sunulan hizmet sırasında insanı ile çevreyi önceliklendirerek, yaşamın her aşamasında suya duyarlı şehir kavramını benimseyerek çalışmak gerekmektedir.
Bu hedefe ulaşmak için stratejiler oluşturulurken ortak akıl ile hareket edilmeli ve şehirlerin gelecek sahipleri için yaşanabilir kent tasarımları ivedilikle uygulamaya konmalıdır” önerisinde bulundu.