34,4815
36,1422
2.984,08
Stephanie Hegarty
BBC nüfus muhabiri
Doğum oranları tüm dünyada öngörülenden bile hızlı düşüyor. Çin’de doğum oranı rekor seviyede düştü. Latin Amerika’da da, her geçen gün daha fazla ülkede, resmi doğum verileri öngörülenin çok gerisinde kalıyor.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da bile doğum oranları beklenenden daha dramatik şekilde düşüyor.
Bunun nedeni insanların daha az çocuk sahibi olmasının yanında, giderek daha fazla sayıda insanın hiç çocuk sahibi olmaması.
Isabel, 30’lu yaşlarının başında yaşadığı kötü bir ayrılığın ardından çocuk istemediğine karar verdi. Ardından da Nunca Madres (Annelik Asla) adlı hak savunucusu vakfı kurdu.
Bu tercihi yüzünden sadece yaşadığı Kolombiya’da değil, farklı yerlerden her gün tepki alıyor.
Isabel, en çok duyduğu şeyin, “Pişman olacaksın, bencilsin. Yaşlandığında sana kim bakacak?” olduğunu söylüyor.
Isabel için çocuk yapmamak bir tercih. Bazıları ise biyolojik kısırlık sonucu çocuk sahibi olamıyor.
Ama şimdi sosyologlar, isteseler de farklı nedenlerin bir araya gelmesiyle çocuk sahibi olamayan kişilerin yaşadığı durumu “sosyal kısırlık” olarak tanımlıyor.
İstediği halde çocuğu olmayan erkekler
Son araştırmalar, özellikle düşük gelirli erkeklerin, istemeleri halinde dahi çocuk sahibi olamamaları ihtimalinin daha yüksek olduğu tespitini yapıyor.
2021’de Norveç’te yapılan bir araştırma, toplumun en düşük gelir grubu, yüzde beşlik kesimde yer alan erkeklerin çocuksuzluk oranının yüzde 72 olduğunu açıkladı. En yüksek gelir grubuna dahil erkekler arasında ise bu oran yalnızca yüzde 11 oldu.
İki gelir grubu arasındaki bu fark son 30 yılda neredeyse yüzde 20 oranında genişledi.
Robin Hadley 30’lu yaşlarındayken baba olmak için can atıyordu. Üniversiteye gitmedi ama İngiltere’nin kuzeyindeki bir üniversite laboratuvarında teknik fotoğrafçı olarak işi vardı.
20’li yaşlarında bir eşi olmuş ve çift birlikte çocuk yapmaya çalışmıştı. Ancak daha sonra boşandılar.
Hadley ödemekte zorlandığı ev taksitleriyle boğuşuyordu. Dışarı çıkmaya çok fazla maddi gücü kalmıyordu, bu yüzden flört etmek zordu. Arkadaşları ve meslektaşları baba oldukça kendisini geride kalmış hissetmeye başladı.
Hadley, “Çocuklar için doğum günü kartları, yeni doğan bebekler için koleksiyonlar… Tüm bunlar sana elinde neyin olmadığını ve aslında ne olman gerektiğini hatırlatıyor. Bu acı veren bir durum” diyor.
Kendi deneyimi isteyen bir erkeğin çocuğunun olmaması ile ilgili kitap yazmaya teşvik etti.
Bu kitabı yazarken, “ekonomik durum, biyolojik gerçekler, olayların zamanlaması, ilişki seçimi” gibi çocuk sahibi olmayı etkileyen tüm durumları yaşadığını fark etti.
Yaşlanma ve üremeyle ilgili okuduğu akademik çalışmaların çoğunda da, erkeklerle ilgili verilerin eksik olduğunu gördü. Ulusal istatistiklerde de neredeyse yoklardı.
‘Sosyal kısırlığın’ yükselişi
Sosyal kısırlığın çeşitli nedenleri arasında, maddi yetersizlik, doğru zamanda doğru kişiyle tanışamamak da gösteriliyor.
Ancak Finlandiya Nüfus Araştırma Enstitüsü’nde sosyolog ve demograf olarak 20 yıldan uzun süre çalışan Anna Rotkirch, bunun temelinde başka bir sebep olduğu görüşünde.
Avrupa ve Finlandiya’daki doğurganlık eğilimlerini inceleyen Rotkirch, sosyal kısırlığın “çocuklara bakışımızdaki derin değişimle” de ilişkili olduğunu savunuyor.
Finlandiya, dünyadaki en yüksek çocuksuzluk oranlarından birine sahip. Üstelik ülke, 90’ların ve 2000’lerin başında, azalan doğurganlıkla mücadele için geliştirdiği çocuk dostu politikalarla alkışlanıyordu.
Finlandiya’da yeni anne ve babalara uzun süreli ebeveyn izni hakkı sağlandı. Ana okulları pahalı değil, erkekler ve kadınlar da ev işlerinde daha eşit paya sahipler. Ancak 2010’dan bu yana ülkedeki doğum oranları neredeyse üçte bir oranında azaldı.
Profesör Rotkirch, çocuk sahibi olmanın, bir zamanlar tıpkı evlilik gibi, yetişkinlik sürecinin bir parçası olarak görüldüğünü söylüyor. Bugünse çocuk sahibi olmanın diğer hedeflere ulaşıldığında düşünülen bir şey haline geldiğini savunuyor.
Rotkirch, “Her sınıftan insan, çocuk sahibi olmanın hayatlarındaki belirsizliği artıracağını düşünüyor gibi görünüyor” diye açıklıyor.
Araştırmaları, en yüksek gelir grubununa dahil kadınların, istedikleri halde çocuk sahibi olamama ihtimallerinin çok düşük olduğu tespitini yapıyor. Benzer şekilde, en düşük gelir grubundaki erkeklerin istedikleri çocuklu hayattan mahrum kalma olasılıkları da en yüksek oranlarda çıkıyor.
Bu geçmişe oranla büyük bir değişimi de gösteriyor. Geçmişte yoksul ailelerin çocukları, yetişkinliğe daha erken geçiş yapma eğilimindeydi; eğitim hayatını bırakır, iş bulur ve daha genç yaşta aile kurarlardı.
Erkeklik krizi
Erkekler için maddi belirsizlikler, çocuk sahibi olma olasılıklarını daha da düşüren bir etki yaratıyor.
Kadınlar bir eş seçerken genellikle aynı sosyal sınıftan veya daha üst sınıftan birini arama eğilimindedir. Sosyologlar buna “seçim etkisi” adını veriyor.
Robin Hadley 30’lu yaşlarında bozulan bir ilişkisini “seçim etkisine” bağlıyor ve “Entelektüel anlamda ve özgüven olarak benim ligimin üzerinde olduğumu görebiliyordum” diyor.
Hadley 40 yaşındayken, üniversiteye gitmesi ve doktora yapması için onu destekleyen şu anki eşiyle tanıştı.
Çift çocuk sahibi olmayı düşündüklerinde kırklı yaşlarındaydı ve artık çok geçti.
Dünyaki ülkelerin yüzde 70’inde kadınlar eğitimde erkeklerden daha iyi performans gösteriyor.
Bu da Yale Üniversitesi’nden Sosyolog Marcia Inhorn’un “eş boşluğu” dediği şeye yol açıyor.
Avrupa’da çocuk sahibi olamama olasılığı en yüksek grup, üniversite diploması olmayan erkekler.
Görünmeyen bir demografi
Çoğu ülkede erkeklerin çocuk sahibi olması noktasında veriler iyi tutulmuyor, çünkü buralarda genel olarak kadınların doğum verileri kayıtlara geçiriliyor.
Bu da çocuksuz erkeklerin tanınan bir “kategori” olarak henüz var olmadığı anlamına geliyor.
Buna karşın bazı İskandinav ülkelerinde her iki cinsiyetin de verileri tutulmaya başlandı.
Norveç’te yapılan bir araştırma zenginler ve yoksullar arasındaki farkın uçuruma dönüştüğünü ortaya koydu ve sayısız erkeğin “görmezden gelindiği” tespitini yaptı.
Oxford Üniversitesi’nde erkek sağlığı ve üremesi üzerine çalışmalar yapan Vincent Straub, erkeklerin genel düşüşteki rolünün genellikle göz ardı edildiğini söylüyor.
Straub bu alandaki araştırmalarını “erkek huzursuzluğunun” nedenleri üzerinde çalışarak derinleştiriyor.
Bu kavram, kadınların toplumda güçlenmesi sonrası, erkeklik ile erkeklerden beklentilerin değişmesi karşısında genç erkeklerin hissettiği kafa karışıklığı için kullanılıyor.
Ayrıca buna “erkeklik krizi” de deniyor ve Andrew Tate gibi sağcı anti-feministlerin popülerleşmesiyle de paralellik kuruluyor.
BBC’ye konuşan Straub, “Eğitim düzeyi düşük olan erkeklerin durumu önceki on yıllara göre çok daha kötü” diyor.
Birçok orta ve yüksek gelirli ülkedeki teknolojik atılım, elle yapılan işleri daha az değerli ve daha güvencesiz hale getirdi. Bu da üniversite derecesi olanlar ile olmayanlar arasındaki uçurumu genişletti.
Bu durum “eş boşluğunu” da genişletiyor ve bunun erkek sağlığı üzerinde önemli sonuçları oluyor.
Straub devam ediyor:
“Madde bağımlılığı küresel olarak artıyor. İster Afrika, ister Güney ve Orta Amerika’da olsun, üreme çağındaki erkekler arasında bağımlılık en yüksek seviyede.
“Doğum oranları ile bu tür sosyal ve kültürel değişimler arasında gerçekten tanımlanmamış eksik bir halka olduğunu düşünüyorum”
Bunun erkeklerin fiziksel ve ruhsal sağlığı üzerinde temel bir etkisi olabilir.
Straub, bekar erkeklerin genellikle eşli erkeklerden daha kötü bir sağlığı olduğunu da savunuyor.
Peki ne yapılabilir?
Straub ve Hadley, doğum başlıklı tartışmaların neredeyse tamamen kadınlara odaklandığını tespit etti.
Onlara göre bu doğum oranlarını artırmak için planlanan bir politika değişikliği, resmin tamamını görmüyor.
Sosyolog Straub, buna bir erkek sağlığı sorunu olarak da odaklanılması gerektiğine inanıyor ve babaların çocuk bakımına katılmasının yararlarının incelenmesi gerektiğine işaret ediyor:
“AB’de 100 erkekten yalnızca biri, çocuğuna bakmak için kariyerine ara veriyor. Kadınlarda ise bu oran üçte bir”
Isabel, Nunca Madres isimli vakıf aracılığıyla Meksika’daki büyük bir uluslararası bankanın bazı temsilcileriyle görüştü. Bu görüşmedeki banka temsilcileri, tüm yeni babalara altı haftalık babalık izni teklif edilmesine rağmen hiçbir erkeğin bunu kullanmadığını anlattı.
Isabel, “Bunun kadın işi olduğunu düşünüyorlar, Latin Amerika’daki erkekler böyle düşünüyor” diyor.
Robin Hadley ise “Daha iyi verilere ihtiyacımız var” diyor ve devam ediyor:
“Erkeklerle ilgili verileri bilene kadar, bunun fiziksel ve ruhsal sağlıkları üzerindeki etkisini tam olarak anlayamayız”
Hadley erkeklerin de biyolojik bir saati olduğunu savunuyor ve sperm kalitesinin 35 yaşından sonra etkinliğinin azaldığını gösteren araştırmalara işaret ediyor.
Toplumda henüz görünür olmayan bu grubu görünür kılmak, sosyal kısırlık durumu ile mücadele etmenin bir yolu. Bir diğeri de ebeveynlik tanımını genişletmek olabilir.
Çocuksuzluk hakkında araştırma yapan herkes, çocuk sahibi olmayan insanların da çocukların yetiştirmesinde hayati bir rol oynayabileceklerine dikkat çekiyor.
Profesör Anna Rotkirch, insan evriminin büyük bölümünde, bir bebeğin çok sayıda üye tarafından büyütüldüğünü hatırlatıyor.
Profesör Rotkirch, “Bence çoğu çocuksuz insan aslında bir şekilde çocuk bakımına dahil oluyor. Bu doğum kayıtlarında görülmüyor ama gerçekten önemli.” diyor.