35,3487
36,7986
3.013,84
İnsanlık ve İslamlık düşmanı Nusayri Şebbihaların kurşunladığı, içini ateşe verdiği, etrafındaki binaların çatılarındaki kurşun plakaları çalıp
sattığı halife Ömer bin Abdülaziz’in türbesinin o üzücü halini görünce hafızamı tazeleme ihtiyacı hissettim.
Ne olmuş, nasıl olmuştu da üç yılı biraz geçkin süre hilafet makamında oturan bu adama bizim ortak hafızamız “beşinci raşit halife” makamını layık görmüştü? Babası Emevilerin Mısır valisi, annesi Hz. Ömer efendimizin torunu olan bu adamda ne görmüştük biz? Bolca fetih mi? Hayır. Olağanüstü bir kalkınma hamlesi mi? Hayır. Sıra dışı bir zenginleşme, bir ganimet meselesi mi? Hayır.
Ama şu var: Halife Abdülmelik’in kızıyla evlenen Ömer, Medine’ye vali olarak atanıyor. Medine’de yaptığı ilk iş şehrin ilmi geniş, sözü makbul alimlerini toplayıp “ne yapalım, nasıl yapalım, neler yapalım, nasıl yönetelim?” diye sormak oluyor. Gücünü paylaşıma açarak güçleniyor yani. “Müminlerin işi istişare iledir” hikmetinden hiç ayrılmıyor. Medine’de çok seviliyor Ömer. Ne adaletten şaşıyor, ne halkına fenalık ediyor, ne şatafata prim veriyor.
Aslında bu noktada “karnı tok, sırtı pek, halife damadı bir vali” olarak, üstelik her sene hac emirliği gibi yüksek prestijli bir görevi de ifa ediyorken “şimdi ağzımın tadının kaçmasına ne gerek var? Hele susup oturayım” demiyor. Çünkü o da dedesi Hz. Ömer gibi sadece “adle boyun eğen” biri. O yüzden, dönemdaşı ve mevkidaşı Irak valisi Haccac-ı Zalim’in yapıp ettiklerine şiddetle karşı çıkıyor. “Bu düzen değişmeli” diyor. Bu sert eleştirilerinin sonucu da valilikten azledilmek oluyor.
Şam’a dönüyor Ömer. Haccac başta olmak üzere zalim valilere yönelik sert eleştirilerine o esnada halife olan Velid’in meclisinde de durmaksızın devam ediyor.
Şu da var: Bu adil, istişareye inanan, merhametli adama, “adam dediğin böyle olmalı” diyerek güveniyor biri. Velid’den sonraki halife Süleyman, oğulları, kardeşleri olmasına rağmen Emevi tahtını Ömer bin Abdülaziz’e miras bırakıyor. Her ne kadar Ömer, “ben istemiyorum bu vebali” dese de hem ileri gelenler hem de ahali çok ısrar ettiği için “beşinci raşit halife” olarak anılacağı tahta çıkıyor.
İlk işi tabii ki “kabile asabiyeti” ile değil, “liyakat” ile adam seçmek oluyor. Zalim valilerin tamamını görevden alıp yerlerine kabilesine, torpiline, bağına, bağlantısına bakmadan “düzgün insanlar” atıyor.
Şu da var: Saraydaki tüm lüks eşyayı beytülmale verdiriyor Ömer. Köleleri ve cariyeleri azat ediyor. Basit, sade bir hayat sürmeye başlıyor. Öyle ki onu ilk kez görenler halife mi, halktan biri mi olduğunu anlayamıyorlar. Valilerin ticaretle uğraşmalarını ve hediye kabul etmelerini yasaklıyor. Ve daha da önemlisi “kadı dediğin hukukun, hukuk dediğin adaletin, adalet dediğin de mülkün temelidir” diyerek ülkesindeki tüm kadıların olağanüstü iyi yetişmiş, adil insanlar olmalarını temin ediyor. Bununla da yetinmeyip “kimin ne derdi varsa doğrudan bana gelebilir” diyerek devletin dininin adalet olduğunu
bir kez daha seriyor göz önüne.
Beni en çok hapishanelerdeki düzenlemeleri etkilemiştir Ömer bin Abdülaziz’in. Mahkumlara dayak atmak yasak. Mahkumların yetersiz beslenmesi yasak. Temyiz edilmeden idam ve el kesme gibi cezaların uygulanması yasak. Üstelik bir de belki de dünyada ilk kez olarak “suça göre koğuş” sistemini getiriyor hapishanelere. Böylelikle
“ıslah”ı cezanın ayrılmaz bir parçası
haline getirmenin adımlarını atıyor.
Müteşekkir olmak yerine kabrini yaktılar falan ama Ömer’in yaptığı önemli işlerden biri de Muaviye’den beri Emevi hanedanının haksız yere çöktüğü toprakların tamamını hak sahiplerine iade etmesi oluyor. Bu arazilerden en önemlisi ve en kıymetlisi, Ehl-i Beyt’e ait Fedek arazisi malum.
Kendisini ölümle tehdit eden Emevi hanedanı mensuplarına “canımı sıkmayın, halifeliği Medine’ye taşır, halifeyi de şura ile seçtiririm” diyen adam o. Buna ömrü vefa etmiyor. “Tüm Müminler eşittir, o halde Mevaliler de sizin eşit kardeşlerinizdir” diyerek ırkçılığı ayaklar altına adam o. Toplumsal barışı temin için çırpınan, vergi sistemini adilleştiren, çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alan adam o.
Daha da anlatırım ama yerim bitti yine. Eh, maksat da hasıl oldu herhalde. “İnsana, sadece insana doğru” bir yönetimin
3 yılda neler başarabileceğinin bir ispatı olarak, dedesi Ömer gibi adil, bir derviş kadar zahid, bir alim kadar keskin görüşlü muhteşem bir adam olarak yaşadı ve öldü. Yaşadığı hayatın hakkını verdi. Ancak galiba en önemlisi, yaşayışıyla, yönetim tarzıyla, olaylara yaklaşımıyla bize önemli, çok önemli bir miras bıraktı. Başkalarının değil, kendi mirasımızın üzerinde yükselebilir miyiz? Soru bu ve cevabı da hem çok kolay hem de çok zor elbette.
Bir kerre demiştim, bir kerre daha diyeyim. Ömer’i beklemekle olmaz,
Ömer olmakla olur ne olacaksa.