35,3338
36,4644
3.019,56
Buradan bütün bir dünyaya ilan ediyoruz:
Biz Kürtler asla ayrılıktan yana değiliz.
Biz Kürtler her türlü etnik ve siyasi bölücülüğe karşıyız.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi devletimiz olarak görüyoruz.
Biz başkalarının Kürtleri değiliz, Türkiye Kürtleriyiz.
Türkiye bizim ana vatanımızdır.
Etnik/kavmî anlamda elbette Türk değiliz. Tıpkı Türk, Arap, Çerkez vb kardeş milletler gibi dili ve kültürü olan bir milletiz biz de.
Türkiye Cumhuriyeti devletini, sadece etnik/ kavmî anlamda Türklerin devleti olarak değil, bu ülkede yaşayan herkesin/hepimizin devleti olarak görüyoruz. Aidiyetimiz de, sadakatimiz da kendi devletimizedir.
Kendi devletimiz hepimize ait özellikleri ve farklılıkları da elbette üzerinde taşımalı ve hepimizi temel hak ve özgürlüklerde eşitleyen bir vatandaşlık bilinciyle kucaklamalıdır.
Anayasal vatandaşlık denilen şey tam da budur.
Teorik olarak istediğimiz de budur bizim.
Cumhurbaşkanı tarafından “Türkiye Yüzyılı” vizyonu çerçevesinde vadedilen,
herkesi kucaklayan daha demokratik ve daha özgürlükçü yeni bir anayasanın tam da bu anlayış üzerine oturması gerektiğine inanıyoruz.
Biz bu ülkede yaşayan tüm etnik/kavmî unsurları kendimizden biliriz.
Dillerini de kendi dilimiz biliriz. O yüzden göğsümüzü gere gere diyoruz ki, biz hem Kürt’üz, hem Türk’üz, hem Çerkez’iz, hem Arap’ız, hem Laz’ız…
Biz sadece Türk veya
Kürt değiliz…
Biz birbirimizin kardeşiyiz, dengiyiz, eşitiyiz, hısmıyız, kısacası her şeyiyiz…
Biz birlikte Türkiye’yiz…
Kürtçe ne kadar anadilimiz ise, Türkçe de, Lazca da, Arapça da, Çerkezce de bizim ana dilimizdir. Ana ve ata yurdumuzda var olan bütün dilleri bir arada yaşatacak bir bilincin taşıyıcılarıyız biz.
İslam’la şereflendikten sonra İslam’ın ve Müslüman milletlerin bayraktarlığını yapan Türk milletini şerefle ve hayırla yâd ederiz.
Türkler öylesine İslam’la özdeşleşmiştir ki, “Türk milleti” denildiğinde akla “İslam milleti” gelmiştir. O yüzden “Türk milleti” tanımını, ırkçı tınılardan dahi uzak tutacak bir hassasiyet, hayati önemdedir.
Biz Kürtler bu anlamda İslam’la özdeşleşmiş, kavmiyetçi/ırkçı anlayıştan ari “Türk Milleti” tanımlamasından zinhar rahatsızlık duymayız.
Bizim rahatsızlık duyacağımız ve kabul etmeyeceğimiz tek şey; Türk milletine kavmiyetçi/ırkçı bir ideolojinin giydirilmesidir ve bu bağlamda biz Kürtlerin de Türk olduğu iddiası üzerinden yok varsayılmalarıdır.
Çok şükür bu inkar anlayışı tüm acılarıyla birlikte tarihe uğurlandı.
Etnik kimliğin inkarı ve cebrî asimilasyon politikalarının ürünü olan “Kürt sorunu” artık yok.
Biz Kürtler inkara ve asimilasyona dayalı “Kürt sorunu”nu tarihe uğurlayan cesur ve inançlı siyasetçi, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı bu yüzden derin bir saygıyla ve minnetle selamlıyoruz. Onun sayesinde artık Kürtleri sorun olarak gören, Kürtlerin varlığını, kimliğini, dilini ve kültürünü yok varsayan bir devlet ideolojisi yok artık. Bu açıdan biz Kürtler, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ne kadar teşekkür etsek azdır. Cumhurbaşkanımızı hepinizin huzurunda, kendi anadilimizle, “Biji Serok Erdoğan” diye saygıyla ve minnetle anmayı tarihi bir borç biliyoruz.
Her şey bitti mi?
Bitmedi elbet.
“Kürt sorunu” artık yok, doğru, ama “Kürtlerin sorunu” var.
Bugün işte bu sorunları konuşmak için toplandık.
İnanıyorum ki bugün sorun olarak gördüğümüz her şey yarının Türkiye’sinde hiç olmayacaktır. Buna yürekten inanıyorum. Ama elimizi çabuk tutmakta yarar var. Zira sorunların çözümündeki gecikmeler, sorundan beslenenlerin elini güçlendiriyor. Vaktinde çözülmeyen her sorun bizi birbirimizden uzaklaştırıyor. Araya giren güvensizlikler,
bizi birbirimize düşürmek isteyenler için enfekte bir zemin oluşturuyor.
Sözün tam da burasında şu yalın gerçeği hatırlatmak isterim:
Şayet Kürtlerin varlığı inkar edilmemiş, dili yasaklanmamış ve Kürtler bir asimilasyon politikasına maruz bırakılmamış olsaydı, bizim bir Kürt sorunumuz hiç olmayacaktı.
Etnik kimliğin inkarıyla ortaya çıkan bu sorun,
vaktinde çözülmüş olsaydı, ülkemizin bu sorundan beslenen bir terör sorunu,
bir dağ sorunu hiç olmayacaktı.
Terör örgütüyle mücadele yöntemlerindeki yanlışlıklar ve dahi sivil halka yönelik zalimlikler o inkarın kaskatı olduğu yıllarda geniş bir mağduriyet alanına sebebiyet vermemiş olsaydı, bugün karşımızda o mağdur sosyolojiden beslenen, uluslararası ve bölgesel güçlerden aldığı destekle
adeta devletleşen bir oluşum olmayacaktı.
Bir yanda süregiden inkar ve asimilasyon politikaları, öbür yanda bu sorunu kalkış noktası olarak aldığını belirterek dağa çıkan örgütle mücadele ederken kullanılan yanlış yöntemler, bölgede yaşayan Kürt halkını dışlayan ve terör örgütüyle özdeşleştirip baskılayan politikalar, köylerden akın akın Batı’ya göç eden Kürtlerin yaşadığı travmalar, sığındıkları şehirlerde terör yandaşı gibi görülerek dışlanmaları ve bütün bunlara tanıklık eden Kürt çocukların hınçla büyümeleri olgusunu gözlerinizin önüne getirdiğinizde, terör örgütünün gereksinim duyduğu sosyolojik zeminin nasıl oluştuğunu anlarsınız.
Başbakan olduğu dönemde Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın inkar ve asimilasyonla birlikte sivil halka yönelik yanlış terörle mücadele yöntemlerini sonlandırması, ne yazık ki artık etnik sorundan bağımsız bir başka soruna dönüşen terör olgusunu sonlandırmayı sağlayamadı.
O yüzden her şey vaktinde olmalı diyoruz.
Cumhurbaşkanı’nın “Kürt sorunu artık yok, terör sorunu var” dediği husus tam da budur işte.
Doğrudur, Kürt sorunu, eski Türkiye’ye ait bir sorundu. Bu sorun artık yok. Ama bu sorunu gerekçe göstererek dağa çıkanlar, sorun çözüldüğü halde ellerindeki silahlarla dağda bulunmayı sürdürüyorlar.
Demek ki dağ ve dağdakiler sorununu da ne yapıp edip çözmemiz gerekiyor. Sonuçta terörist dediklerimiz de bu ülkenin evlatlarıdırlar.
Terör örgütünün başı Abdullah Öcalan 1999’da yakalandıktan sonra “İnkar biterse isyan biter” demişti.
Ama bu mümkün olmadı.
Erdoğan büyük bir cesaretle inkarı bitirdi ama Öcalan isyanı bitiremedi.
Paradoksa bakınız ki Öcalan’ı yakalayıp Türkiye’ye teslim eden ABD, sonrasında Öcalan’ın örgütünün her anlamda hamisi oldu. Bugün o örgüte Suriye’nin kuzeyinde bir devlet kurdurtmaya çalışıyor.
İşin en çelişkili ve trajik yanı şu: Türkiye Kürtlerine o örgüt üzerinden Erdoğan düşmanlığının empoze edilmesidir. İnkar, asimilasyon ve baskı politikalarının mimarı olanlar bugün Kürtlere sevdirilmek istenirken, inkar ve asimilasyonla birlikte Kürtler üzerindeki acımasız baskı politikalarına ve yanlış terörle mücadele yöntemlerine son veren Erdoğan’ın düşmanlaştırılması, biz Kürtlerin üzerinde önemle düşünmesi gereken bir olgudur.
Bunun anlamı açıktır: Kürtler için mücadele ettiğini söyleyen o örgütün öyle sanıldığı gibi, Kürtler diye bir önceliği ve Kürtlük diye bir hassasiyeti yok.
Onlar için öncelikli olan, ideolojik hassasiyettir. O terör örgütünün Kürtlerle ilgili hassasiyet iddiaları tamamen sözdedir. Onlar Kürtler için bir iktidar istemiyorlar, Kürtlerin iktidar olduğu bir ülke de gerçekte olsun istemiyorlar.
İstedikleri tek şey, Kürtler üzerinde iktidar olabilmek. Kürtler üzerinde kendi ideolojik iktidarlarını kurabilmek. Ve iktidar marifetiyle de kendi makbul Kürtlerini oluşturabilmek.
Bu “Kürtler için Kürtlere rağmen” zihniyetinin demokrasi diye sarmalanması, ayrıca bir hilkat garibesidir.
Evet, onlar her Kürt’ü sevmezler. Kendi ideolojilerine ve iktidarlarına karşı çıkan Kürtleri de Kürt kabul etmezler.
Onlara kendilerinin iktidarda olamayacakları bir Kürt devleti dahi teklif etseniz, hiç kuşkunuz olmasın, bunu ellerinin tersiyle reddederler.
Onlar kendilerinin iktidarda olmayacakları bir Kürdistan olsun istemezler.
Onlar için Kürtler veya Kürtlük, sadece kendi ideolojik iktidarlarını kurmak için bir araçtan ibarettir.
Bugün Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimine karşı İran milisleriyle bir olup savaşmalarının tek sebebi budur.
Suriye’nin kuzeyinde kendilerinden farklı düşünen yüzbinlerce Kürt’ü baskılayıp sürgüne göndermelerinin sebebi budur.
Kendisine karşı çıkan Kürtleri acımasızca katleden bir örgütün Kürtler adına ve Kürtlük hassasiyetiyle hareket ettiğini söylemek, kocaman bir yalandan ibarettir.
Kürtlere yönelik baskı ve imha politikalarına karşı çıktığını iddia eden bir partinin, nedense o örgütün kendinden olmayan Kürtlere yönelik sindirme ve yok etme politikaları karşısında, bırakınız tek eleştirel laf etmeyi, onaylayıcı bir tutum sergilemesi de, Kürtlük ve Kürt hassasiyeti bağlamında not edilmesi gereken trajik bir çelişkidir.
Buradan dağdakilere sesleniyoruz: Bizim adımıza, yani Kürtler adına öldürmekten vazgeçiniz…
Biz Kürtler adına konuşmaktan vazgeçiniz…
Biz Kürtlerin geleceğine dair konuşmaktan da vazgeçiniz…
Kürtlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi gerektiği iddiasında samimi iseniz, ellerinizdeki silahları bırakınız da öyle konuşalım…
Ellerinizdeki silahların gücüyle Kürtlere bir gelecek belirlemekten vazgeçiniz…
Bırakınız da biz Kürtler kendi siyasi tercihlerimizi kendimiz hiç bir silahlı tehdide ve baskıya maruz kalmadan özgürce yapalım…
Nasıl bir ülkede yaşamak istediğimize biz kendimiz özgürce karar verelim…
Kendimiz için nasıl bir gelecek istediğimize, kendi özgür irademizle biz karar verelim…
Nasıl Kürt olacağımıza, neye inanacağımıza veya inanmayacağımıza ve nasıl yaşayacağımıza da bırakınız kendimiz karar verelim…
Çekin aradan silahlarınızı…
Bu ülkede demokratik siyaset kanalları açıktır.
Kürt halkına güveniyorsanız, silahlarınızı ebediyyen toprağa gömünüz ve sadece siyasette karar kıldığınızı gösteriniz…
Silahla siyaset bir arada olmaz.
Siyaset silahın emrinde olursa demokrasi de siyaset de ölür.
Ayrı bir devlet istemiyorsanız, Kürtler adına talep edilebilecek her şey, demokratik siyasetin konusudur. Ve pekâlâ bu taleplerin hepsi siyaset yoluyla hayata geçirilebilir.
Siyaset yoluyla elde edilebilecek talepler için siyaset dışı yollara sapmak gayrı meşrudur ve asla kabul edilemez.
Hiçbir eksiklik veya yanlışlık silahın gerekçesi olamaz.
Silahlı çözümü her halükarda reddeden bir siyaset anlayışı, yeni bir çözüm sürecinin kapısını aralayabilir.
Silahların koşulsuz bırakılması ve yalnızca demokratik meşru siyasette karar kılınacağının pratikte gösterilmesi halinde yeni bir çözüm süreci niçin başlamasın?
Gelin daha fazla kan ve gözyaşına sebebiyet vermeyiniz diyoruz…
Kürtler adına siyaset yaptığını iddia eden partiye de buradan sesleniyoruz:
Kendinize güveniyorsanız, sırtınızı silaha dayamadan ve silahtan medet ummadan Kürt halkının karşısına kendi fikirlerinizle çıkınız…
Demokratik ve özgür bir rekabet ortamında Kürtler kimi tercih edeceğine kendisi karar versin, kimin kendisini temsil edeceğine de bizatihi kendisi karar versin…
Bunu yapmıyorsanız/yapamıyorsanız ne Kürtler adına konuşunuz, ne de Kürtler için demokrasi mücadelesi verdiğinizi iddia ediniz.
Kürtler adına mücadele, Kürtlere kimden zulüm ve haksızlık gelirse gelsin, hiç bir amanın arkasına sığınmadan cesaretle karşı çıkmayı ve Kürtlerin başta hayat hakkı olmak üzere tüm haklarını herkese karşı ilkeli bir biçimde savunmayı öngörür…
Demokrasi adına mücadele de, silahlı çözümü reddetmeyi zorunlu görür…
Bunu yapmayanların/yapamayanların Kürtlük iddiaları da demokrasi iddiaları da sözden ibarettir.
Buradan ilan ediyoruz: Biz Kürtler silahın vesayetini de, silahın emrindeki siyasetin vesayetini de reddediyoruz. Bu tür vesayet biçimlerinin Kürtlerin hak arama mücadelesine zarar verdiğine inanıyoruz.
-Son yazı, Cuma’ya-