34,5974
36,2417
2.924,32
Abdullah İpek, Loras Kitap etiketi taşıyan kitabını ilk eline aldığı anı “ilk sayfadan son sayfaya kadar göz gezdirmiştim. Ve en sonunda şöyle bir uzaktan bakıp ‘Evet, işte kavuştum nihayet, hayırlı olsun’ demiştim kendi kendime” cümleleriyle anlatıyor.
İlk eseriniz yayınlandığında neler hissettiniz?
Açıkçası çok farklı bir duyguydu. Bir anda telefona gelen bildirime odaklanmış, etrafımda olan bitene kör, sağır ve dilsiz olmuştum. Özellikle editörden gelen “yayımlanabilecek bir öykü” cümlesini okurken apayrı bir ruh hâline girmiştim. Çünkü bu eşiğe gelmek için yaklaşık yedi yıl boyunca sıkı bir okuma tedrisinden geçmiştim. Buna rağmen hâlen yazma olgunluğuna gelip gelmediğimden emin değildim. Bu yüzden gönderdiğim öyküye verilecek cevabı merakla bekliyordum. Yanıt olumlu olunca, bu bendeki yazma şevkini daha da kamçıladı. O ruh hâliyle yazmaya başladım diyebilirim.
Kitabınızı elinize alınca ilk olarak ne yaptınız?
Kitabın kapağına odaklandım ilkin. Çünkü kapak için farklı sesler vardı içimde. Hangi tarafın ağır basacağını merak etmiyor değildim. Kapağı çok beğendiğimi söyleyebilirim. Sonra loş bir ışıkta yakın bir öykücü dostumla (otogardan teslim almıştım kitapları) ilk sayfadan son sayfaya kadar göz gezdirmiştim. Ve en sonunda şöyle bir uzaktan bakıp “Evet, işte kavuştum nihayet, hayırlı olsun” demiştim kendi kendime.
Kitabınızı ilk kime imzaladınız?
Bunun ilginç bir yaşanmışlığı var. Kitabı sosyal medyadan gören bir tesisat ustasının isteği üzerine imzalı kitap ayıracaktım kendisine. Tevafuk bu ya, o ara evimin musluğu bozuldu ve tesisatçı benim okulda olduğum bir saatte musluğu tamir için gelmişti. Kitabı önceden imzalamamıştım. Tesisatçı, ailesinin kitabı doğrudan yazarından aldığına inanmayacaklarını söylediği için o an orada bulunan eski okul müdürüm “Tamam ver ben Abdullah’ın yerine imzalarım.” demiş. Ve benim adıma “Son Güzel Günler” in ilk imzasını atmış. Ama benim özellikle üzerine not düşerek imzaladığım ilk kitap önceki okulumda bir öğretmen arkadaşaydı. Çünkü öykülerim henüz dergilerde yayımlanmazken okur, değerlendirir ve cesaret verirdi bana. Bu yüzden bir vefa duygusuyla ilk imzamı, ilk okurum olan öğretmen arkadaşıma imzaladım.
Yazmaya nasıl başladınız?
Okuyarak başladım, diyebilirim. Okumadan yazmak olmazdı. Önceleri elime geçen her şeyi okumakla başladım. Zaman ilerledikçe seçici bir okur oldum. Bir süre sonra sadece nitelikli eserler okumaya başladım. Bu süreç içinde yarım bıraktığım pek çok eser oldu. Bir gün bilgisayar başına oturdum, yazabilir miyim diye. Sancılı ve meşakkatli bir uğraştan sonra ilk öyküm olan “Hatırladığım Tek Şey”i yazdım. İşte o ilk adımdan sonrası kendiliğinden geldi. Yaşadığım, duyduğum, gözlemlediğim insan hikâyelerini kurgunun da yardımıyla kaleme almaya başladım.
Gece mi yazarsınız, gündüz mü?
Ben gündüz insanıyım, gece bana hep dinlenme vakti olmuştur. Ki insan yapısının da gündüz ayakta kalmaya gece yatıp dinlenmeye yatkın olduğunu bilirim. Vakit biraz ilerlemeye görsün gözlerim kapanır. İstesem de ne okuyabilirim ne de yazabilirim. Aslında gece oturup sabaha kadar okuyup yazmayı çok isterdim, maalesef bedenim bilhassa da gözlerim buna müsaade etmiyor. Ama sabah erkenden de kalkarım henüz tertemizken zihnim okumaya ve yazmaya çalışırım. Bu yüzden gündüz vakti benim için en ideali diyebilirim.
Defter mi, bilgisayar mı?
Benim gelenekçi yanım ağır basıyor sanırım ama teknolojinin getirdiği kolaylıklardan da faydalanmak lazım diye düşünüyorum. Önceleri deftere yazardım. Sonra teknolojinin getirilerini gördükçe bende bilgisayar ortamına döndüm. Bu, defterden, kalemden tamamıyla koptuğum manasına gelmez. Sürekli çantamda not almaya hazır bir defterim bir de kalemim olur…