35,3387
36,7532
3.021,43
İran ve Türkiye, birbirlerini koruyarak her iki devletin varlığını sürdürebileceği tezi üzerine hareket eden iki bölgesel güçtür. Bu yazıyı Türkiye-İran ilişkileri üzerinden okumaktan ziyade, İran’ın kendi bölgesel stratejisini ele alan bir analiz olarak değerlendirmek gerekir.
Her ülke, jeopolitik konumu, tarihi, coğrafyası, elindeki güç unsurları ve devlet kapasitesine göre dış politika ve güvenlik doktrinini geliştirir. İran, 1978 İslam Devrimi’nden sonra devrim siyasetinin en belirgin yönü olarak “İslam devrimini yayma” stratejisini benimsemiştir. Devrimin ilk yıllarında evrensel İslam mesajı öne çıkarken, zaman içinde bu mesaj, Fars milliyetçiliği ve radikal Şii mezhep taassubuyla harmanlanmış, Pers imparatorluk gururuyla birleşen bir milli ideolojiye dönüşmüştür.
Son yirmi yılda İran’ın en belirgin politikası, “İran anakarasını güvende tutmak için bölge ülkelerini kaos ve kargaşa içinde bırakmak” olmuştur. İran, başta Irak olmak üzere Suriye, Lübnan ve Yemen’de bir düzen kurma çabası içine girmemiştir. Irak, ABD tarafından işgal edilmiş, var olan devlet yapısı çökertilerek büyük bir yıkıma uğratılmıştır. Saddam dönemi boyunca sürgünde olan birçok yönetici, işgal sonrası Irak siyasetinde yer almış ve bu durum, ABD’nin Irak’ı bir anlamda İran’a teslim ettiğini göstermiştir. Ancak 30 yıldır İran etkisinde olan Irak, kalıcı bir devlet düzenine kavuşamamıştır.
Irak özelinde değerlendirdiğimizde, Kalkınma Yolu Projesi, Türkiye-Irak ilişkilerinin yeniden güçlenmesi ve PKK’nın Türkiye tarafından baskılanması, Irak’ın güçlü bir üniter devlet olma ümidini artırmaktadır. Irak nüfusunun %60’ını Şiiler oluşturmasına rağmen, bugün Irak halkı, İran İslam Cumhuriyeti’nin kendileri için bir düzen kurma çabası içinde olmadığını fark etmiştir.
İran, dolaylı bir şekilde PKK’nın Irak’taki varlığından ve DEAŞ belasının Irak kentlerini işgal etmesinden memnun olmuştur. ABD’nin DEAŞ’ın işgal ettiği alanları PKK ile yer değiştirmesi, İran ise benzer bir siyasetle Irak ordusunu Şii milislerle doldurmak için benzer bir politika izlemiştir. Ancak son dönemlerde Irak, rasyonel adımlarla kendi milletinin geleceğini merkeze alan politikalar geliştirmektedir.
Bir dönem Tahran’da eski bir İran Dışişleri Bakan Yardımcısını ziyaret ettiğimizde, şu ifadeleri kullanmıştı: “ABD bizimle 10 yıl savaştı, Irak’ı işgal ederek bize teslim etti. Şiilerin baş düşmanı Afganistan’ı da işgal etti. Her iki ülkeyi de İran’da sürgünde yaşayan insanlar yönetiyor.”
Arap Baharı başladığında, İslam dünyasının en kapalı yönetimlerinden biri olan Hafız Esad rejiminin ülkesinde halk isyanı başlamıştı. Nusayriler, Hristiyanlar, Türkmenler Araplar ve diğer unsurlar, halkın %90’ı Esad rejimine karşıydı..
Başta ABD ve Batılı ülkeler, Suriye’de bir halk devrimine destek vermedi. İran ise devrim sürecini ustalıkla silahlı şiddete sürükledi ve rejimin arkasında durdu. Ayrıca, Rusya’nın açık denizlere inme çabasını kullanarak Rusya’yı Suriye’ye davet etti ve devrimin başarısını on yıl geciktirdi.
İran, Suriye’de bir düzen kurma eğiliminde olmadığı gibi, ne Cenevre ne de Astana süreçlerinin işletilmesine müsaade etmedi. Suriye bu şekilde kırk yıl geçirse İran’ın kaos teorisine hizmet etmeye devam edecekti. Halkın %90’ının durumu İran’ın umurunda olmadı ve olmayacaktı. Ne kadar milis taşıdıysa ne kadar askeri generali sisteme dahil ettiyse, tüm stratejileri Suriye’nin devlet olmaması ve bu kaos ortamının devamı için tasarlanmıştı.
İran’ın nüfuz alanına aldığı ülkelerde, bu ülkelerin milli çıkarlarını ve halkın taleplerini hiçe sayması ve buna karşılık Türkiye’nin düzen kurucu vasfının belirginleşmesi, İran’ın politikasını bütünüyle açığa çıkarmıştır. Batı hegemonyasının zayıflaması ve düzen kurma kabiliyetinin inkırazı, İran’ın kaostan beslenme stratejisi. Buna karşılık, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüksek iradesi ve Türkiye’nin sadece kendi çıkarlarını değil, Irak, Suriye, Afrika milletleri ve Türk devletlerinin geleceğini de düşünmesi, Türkiye’nin bölgedeki etkisini belirgin hale getirmiştir.
İran bugünden itibaren şunu görmelidir komşu ülkelerinin gücü ve istikrarın aynı zamandan kendi istikrarıdır. Fars gururu bu dönüşüme fırsat verir mi bilmem
Türkiye, imparatorluk derinliği olan ve ticaretle geçinen bir ülkedir. Bölge ülkelerinin istikrara kavuşmasını doğrudan Türkiye’nin gücünü desteklemektedir. Tarihi, şartlar ve jeopolitik dengeler değişirken, Türkiye’nin bu değişime ayak uydurma kapasitesi bölgesel barış ve düzen için umut vadetmektedir.
İnsanlık, Gazze’de olup biten vahşetle birlikte, Batı sömürgeciliğinin insanlığa ölümden başka bir şey vaat etmediğini bütün çıplaklığıyla görmüş oldu.
Dünyada oluşan Erdoğan ve Türkiye etkisi muhafazakâr korkaklıktan arınmış akademi tarafından yoğun bir şekilde ele alınıp paradigması güçlü hale getirilse bu etki daha ölümsüz hale gelir. Görelim Mevla neyler.