34,5666
36,0131
3.002,23
Gölcük depreminin üzerinden 25 yıl geçti. Binlerce kişinin yaşamını yitirdiği 17 Ağustos depremi sonrası 2 bin 435 deprem davası yargıya intikal ederken hükme bağlanan dava sayısı 1765 oldu. 3 bin 649 kişiye kamu davası açılırken tutuklanan kişi sayısı 537, mahkûm edilen kişi sayısı ise 525 oldu. Depremin hukuki boyutunu, 2015 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından 17 Ağustos depremine ilişkin hak ihlali kararı verilen ve 168 vatandaşın yaşamını yitirdiği davanın başvurucu vekili olan İstanbul Barosu Başkanı Filiz Saraç Cumhuriyet’e değerlendirdi.
“Afetin afete hazırlık, zarar azaltma, müdahale, iyileştirme her safhasında ne yapılacağının mevzuatta önceden belirlenmiş olması gerektiğini” belirten Saraç, “Afet mevzuatı, doğa olayının afete dönüşmemesi için önce hazırlık ve zarar azaltma olarak yapılması gerekenleri belirlemeli; meydana geldiğinde ise toplumun her alanında hangi kuralların devreye gireceği önceden belirlenmiş olmalıdır. Ülkemizde afet mevzuatı derli toplu bir şekilde olmadığı gibi, farklı hukuk alanlarında da ne olacağı kendi kanunlarında dahi çoğu kez yer almamaktadır” ifadelerini kullandı.
‘ORTAK DERS OLMALI’
Afetlerle mücadelenin topyekûn bir mücadele olduğuna dikkat çeken Saraç, “Teknik fakülteler, hukuk Fakülteleri, siyasal bilgiler fakülteleri başta olmak üzere afet hukuku tek bir disiplin altında toplanarak ayrı ve ortak ders olarak ele alınmalı” çağrısında bulundu. Afetlerin yaşam hakkına verebileceği zararı anımsatan Saraç, “Afetin hukuki yönü sadece afetten doğan zarar sonrası tazminat boyutu olarak düşünülmekte, afet yönetiminin zarar azaltıcı yönü başta olmak üzere önleyici mevzuatının hazırlanmasındaki rolü göz ardı edilmektedir. Depremin sorgulanması dahi mevzuatımızda ve içtihatlarda yeni yer tutmaya başladı” dedi.
‘BENZER ACILAR YAŞANMASIN DİYE…’
“Yargı bağımsızlığının sağlanmamasının ülkemizde sorun olduğu ve gittikçe de büyüyen bir sorun olduğu açık” diyen Saraç, “Bu nedenledir ki, deprem nedeniyle yaşadığımız bu afet ve acıların unutulmaması ve hukuken de sorgulanması ve hak aranmasının ileride yaşanabilecek benzer acıların doğmaması açısından önemlidir” ifadelerini kullandı.
‘İMAR BARIŞI AFETLERE DAVETİYE’
Bireyin yaşam ve mülkiyet hakkını korumanın, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını teminin iktidarların asli görevlerinden olduğunun altını çizen Saraç, “İktidarların tehlike ve riskler karşısında önlem almaya ilişkin pozitif yükümlülükleri vardır. Kendi kendine çöken binaların olduğu ülkemizde, imar afları ve en son 2018 yılında çıkan ‘imar barışı’ olarak bilinen yasa ile afetle mücadele bir yana, afetlere davetiye çıkarılmıştır” dedi.
UZBAY: RUH SAĞLIĞI YASASINA İHTİYAÇ VAR
17 Ağustos depreminde en az 18 bin, 6 Şubat depremlerinde ise en az 54 bin yurttaş yaşamını yitirdi. Depremlerde hayatta kalan yüzbinlerce yurttaş ise deprem travması ise başa çıkmaya çalışıyor. Deprem ve travma ilişkisini Prof. Dr. Tayfun Uzbay Cumhuriyet’e değerlendirdi.
Yalnızca deprem bölgesinin değil tüm Türkiye’nin yeniden depremin yarattığı göç, üzüntü, tedirginlik ve korku ile yüzleştiğine dikkat çeken Uzbay, “Bunun yol açtığı bunalım ruh sağlığını etkileyen hastalıkların görülme sıklığını artıracak. Göç etmek zorunda kalanlar, engelliler, mal varlığını kaybederek bir anda muhtaç hale gelenler, ebeveynlerini kaybetmiş çocuklar, çocuklarını veya yakınlarını kaybetmiş yetişkinler toplumsal travmanın merkezinde yer alarak acıyı en fazla hissedenler ve travma sonrası ortaya çıkabilecek psikolojik, psikiyatrik, ekonomik ve sosyal problemlerden en fazla etkilenenler olacak ki bunların sayısı oldukça yüksek. Sözün özü Türkiye yakın tarihinin en büyük toplumsal travması ile yüzleşiyor ve bu sürecin iyi yönetilmesi gerekiyor” dedi.
‘BİLİM KURULU OLUŞTURULMALI’
Toplumsal travmaların daha geniş ve katılımlı bir analiz gerektirdiğinin altını çizen Uzbay, zaman geçirmeksizin belediyeler ve devlet yetkilileri işbirliği ile ‘Toplumsal travmaya yönelik bir ‘bilim kurulu’ oluşturulmalıdır” çağrısında bulunan Uzbay, sözlerine şöyle devam etti: Türkiye’nin acilen bir toplum ruh sağlığı yasasına ihtiyacı var. Bu yasa çerçevesinde üniversiteler, belediyeler, sivil toplum örgütleri ve halkın katılımı ile hem deprem gibi felaketlerden koruyucu hem de felaketler sonrası ortaya çıkacak toplumsal bunalımı kontrol ve tedavi etmeye yönelik stratejilerin belirlenmesi gerekir. Vakit kaybetmeden neyle karşı karşıya olduğumuzu iyi analiz etmeli ve bunu aşabilmek için neler yapacağımıza bilimsel yöntemlerle karar vererek planlarımızı hayata geçirmeliyiz. İşe aklı ve bilimi yeniden öne çıkarıp, eğitim ve liyakate önem vererek başlayabiliriz.
‘REFLEKS GÜÇLÜ, DERS ÇIKARMA ZAYIF’
Acıyı paylaşma ve destek olmaya çalışma konusunda ülke insanının toplumsal refleksi ve sicilinin çok iyi olduğunu belirten Uzbay, “Toplumsal travmaları anlama, değerlendirme ve bunlardan ders alıp güçlenerek çıkma yeteneğimiz kısıtlı. Ders almış olsaydık, Gölcük depremi sonrasında riskli olduğu pek çok bilimsel veri ve raporla belgelenmiş yerlere imar affı çıkarmak yerine buralarda depreme dirençli konutlar üretirdik” ifadelerini kullandı. Uzbay, gerekli derslerin çıkarılmamasında 1950’lerden başlayarak eğitime ve bilime verdiğimiz önemin giderek azalmasının etkisinin büyük olduğunu söyledi.