34,3709
36,4955
2.872,72
“Tarihi çok eskilere dayanan Horasan, günümüzde büyük çoğunluğu İran olmak üzere, Afganistan ve Türkmenistan sınırları içerisinde yer alan geniş bir coğrafyayı ifade eder. Eski Farsçada ‘hür’ (güneş) ve ‘âsân’ (doğan, gelen) kelimelerinin birleşmesinden oluşan Horasan adı, güneşin doğduğu yer, güneş ülkesi, doğu bölgesi’ anlamlarına gelmektedir. Horasan bölgesi doğudan Huttel, Gûr ve kısmen Sicistân, güneyden Deştilût ve Kirmân ile Rey arasında yer alan Fars eyaleti toprakları, batıda Deştikevîr’in batı kısmı, Taberistân ve Cürcân, kuzeyden de Türkmenistan, Hârizm ve Mâverâünnehir tarafından çevrilen bir bölge’ olarak tarif edilmiş olsa da tam sınırlarını belirlemek mümkün görünmemektedir. Bununla birlikte hemen hemen bütün İslâm coğrafyacıları bölgeyi dört kısma ayırmayı uygun bulmuşlardır. Bölge, ümmehât denilen bu taksime göre Belh, Herat, Nişâbûr ve Merv olarak dörde ayrılmıştır. Horasan’ın sınırları her geçen yüzyıla ve coğrafyacıya göre değişiklikler göstermiş, hatta bölgeyi oluşturan şehirlerin isimlerinde bile farklılıklar görülmüştür (…) Nişâbur’a bağlı başlıca şehirler şunlardır: Nesâ, Beyhak, Tûs, Cüveyn, Kuhistân, İsferâyîn, Bâharz, Câcerm, Habûşân, Hâf, Hüsrevcird, Sebzevâr.” (Cihan Piyadeoğlu, Güneş Ülkesi Horasan – Büyük Selçuklular Dönemi)
Ebü’l-Fidâ, Mesûdî, İsfahânî ve başka tarihçilere göre de Horasan sahası Rey’den, ya da Hulvan dağından güneşin doğduğu yere kadardır. Bunlara göre Horasan batıda Cibâl-Horasan arasındaki çöl, Cürcân, güneyden Fars-Kûmis-Horasan arasındaki çöl, doğudan Sicistan, Hindistan, kuzeyden Maveraünnehir ile Türkistan tarafından kuşatılmıştır ve Tûs ile Nişâbur – Nesâ arası 2 konaktır.
Burada Tûs’un (Meşhed’in) öne çıkarılması İbn Rüsteh (el-A’lâku’n-Nefîse), Gelibolulu Mustafa Âlî (Künhü’l-Ahbâr) ile K. D. Nosilov’un (Merv Seyahatnâmesi) verdikleri şu ortak bilgi nedeniyledir:
“Ali er-Rızâ’nın buraya defnedilmesinden önce civardaki Nişâbur, Herat ve Belh gibi büyük şehirlerin gölgesinde kalan ve küçük bir kasaba görüntüsü veren Tûs ile Şiî imamların herhangi bir irtibatına rastlamamaktayız. Ancak 203/817’den sonra Ali soyuna mensup birçok kişinin buraya göç ettiğini, kabrin etrafında ilim meclisleri kurarak ders okuttuklarını bilmekteyiz. Bu durum tarihi süreçte şehrin türbe etrafında Şiî bir kimlik kazanmasına yol açmıştır.” kaydını düşen Habib Demir, türbenin “sadece Şiiler açısından değil dönemin ünlü Sünnî uleması tarafından da önemli” görüldüğünü belirtmiştir.
Habib Demir’in sonraki devirlere dair tespitleri de şöyledir:
“Büveyhîler döneminde kabrin etrafına içinde evler ile bir pazarın kurulduğu kale yapılmış, ardından Amiduddevle Fâik tarafından kabrin yanına ‘bütün Horasan’da eşine az rastlanır güzellikte bir cami’ yapılarak etrafı ziyarete elverişli hale getirilmiştir. Bu dönemde türbe etrafında az da olsa Şiî faaliyetlerin başladığına tanık olmaktayız. Şia’nın önemli simalarından Şeyh Sadûk, 367/977 ve 368/978 yıllarında Horasan’ı kapsayan ziyaretleri esnasında ‘Meşhed-i Rızâ’ olarak bilinen bu kabri ziyaret etmiş, Gadir Bayramı etkinliklerine katılmış, kabrin etrafında kurulan ders halkalarında Hz. Ali’nin faziletleri, Gadir günü, Ali er-Rızâ’nın faziletleri gibi konuları kapsayan hadisleri âlimlerle müzakere edip imla yoluyla yazdırmıştır. (…) 4/10. asrın sonlarında şehre hâkim olan Sebüktegin, kasabayı ve türbeyi yağmalamış ardından oğlu Gazneli Mahmud döneminde türbe tamir edilmiştir. (Horasan’a Şiilik – İran’da Şiîliğin Tarihsel Kökleri, OTTO, Ankara 2017)
Bu bilgilerin Horasan er-en-leriyle alakasına gelince:
Yukarıdaki “manevi güç” teriminden hareketle söyleyecek olursak, Horasan etkisiyle Türkistan’da ya da Türkistan etkisiyle Horasan’da oluşan tarikatların silsileleri hep Hz. Ali’ye isnat edilmiş, Necdet Tosun’un belirttiği üzere sadece “Hâcegân tarikatı ve Nakşibendiyye” bunun dışında kalmıştır.
Nedenlerini nasipse sonraki yazımızda ele alalım inşallah.