35,2986
36,6940
2.990,06
“Abi, hani sen ne zaman gideceksin?” diye üst üste soranlara hep şu cevabı veriyordum: “Rejimin bu kadar çabuk düşeceğini kestiremedim, programlarımı aşırı doldurmuşum maalesef.” Gerçekten de herkes sırayla Şam’a giderken, ben Türkiye içinde ve dışında söz verdiğim bazı programları icra etmekle meşguldüm. Nihayet, Derin Tarih’in Şâm-ı Şerîf’e ayırdığımız Ocak 2025 sayısını matbaaya yollayıp soluğu Suriye’de aldım.
Suriye, 20’li yaşlarımın hemen başında ilk yurtdışına çıktığım coğrafyaydı. İslâm dünyasıyla ilk temas noktamdı. Yayınlanan ilk kitabımın konusuydu. Arapçayı konuşmayı öğrendiğim ülkeydi. Dolayısıyla, benim için Suriye’nin ve bilhassa Şam’ın yeri apayrıydı.
Yıllardır mevcut şartlar sebebiyle uzaktan ama hep çok yakından izlediğim güzel şehrimi yeniden görecek olmak, inanılmaz bir histi. Reyhanlı’dan İdlib’e, oradan da Hama ve Humus’a doğru devam ederken, Şam’a yaklaştıkça içimi tarifsiz bir his kapladı. “Ben bile bunca yoğun şeyler hissediyorsam, şehirlerinden ve ülkelerinden zorla sökülüp atılan, üzerlerine bombalar yağdırılan, senelerce çadır kentlerde sıcakta-soğukta çile dolduran, kapılardan kovulan, denizlerde boğulan mazlum Suriye halkının yaşadığı sevinç kim bilir nasıldır?” diye düşünmeden edemedim. Hakikaten de yol ve yolculuk boyunca, halkın yüzünde bir huzurun ve rahatlamanın açık işaretlerini görecektim hep. Baas karanlığının sona ermesi bile, tek başına bu süreci “zafer” olarak tanımlamaya yeterdi. Suriye’de yaşananlara Suriyelilerin gözünden bakınca, her şey çok daha anlamlı.
Cûber, Dûma, Harasta gibi banliyölerde rejimin bombardımanları sonucu gerçekleşen korkunç yıkım istisna tutulursa, Şam’ı adeta bıraktığım gibi buldum. Şehir merkezinde, Şâriu’n-Nasr üzerinden Hamidiye Çarşısı’na geçtik hemen, sonra da Emevî Camii’ne ilerledik. Caminin içine girmeden, edep ve usul gereği, “Şarkın en sevgili sultanı” Salahaddîn Eyyûbî’nin huzuruna vardık. 24 Temmuz 1920’de Meyselûn Savaşı’nda Arap ordusunu mağlup eden Fransız komutan Henri Joseph Gouraud da soluğu burada almıştı, ama sandukayı tekmelemek ve “Kalk, biz geldik!” demek için. Bir asır sonra, Suriye’de yeni bir dönem başlarken biz saygı, sevgi ve minnetimizi takdim için aziz sultanımızın ayakucundaydık.
Emevî Camii, Şam’da yaşarken de benim şehirde en sevdiğim mekânlar arasındaydı. Hasretin tesiriyle olsa gerek, şimdi avlusuna yeniden ayak basarken gözüme daha bir ihtişamlı ve heybetli göründü. Mekânlar da huzura erer mi? Emevî Camii ermiş. Çok kısa süre önce, minberine çıkan hatipler Baas ordusuna ve onun başkomutanı mesabesindeki Beşşâr Esed’e alenen övgüler yağdırırken, eminim bu kadîm mabet kan ağlıyordu. Şimdi minberi, mihrabı, kapıları, pencereleri, kartal kubbesi, kısacası bütün azaları sekînet ve sükûnet bulmuş. Cami aslî hüviyetine dönmüş. Yine her bir köşesinde dersler ve ilmî müzakereler başlamış.
Şam’ın sur içini ve sur dışını adımlarken, mahalle aralarında gezinirken, Humus’ta, Hama’da, Maarratu’n-Nu’mân’da dolaşırken, savaşın her açıdan harabeye çevirdiği bir ülkede, yeniden kuruluşun ilk merhalelerine şahitlik ettiğimiz gerçeğini içten içe duymak şaşırtıcı ve sarsıcıydı. İnsanların coşkulu sevinç dalgalarını artık geride bırakarak, yeni yönetimden somut iyileştirmeler ve ilerlemeler beklemeye başladıkları görülüyordu.
Şehirleri yıkılmış, nüfus dengeleri tamamen şaşmış, ekonomisi alt üst olmuş, altyapısı tahrip edilmiş, dinî ve mezhebî fay hatları son derece canlı ve aktif bir ülkeyi düze çıkarmak, zannedildiğinden çok daha güç bir iş elbette. Suriye’nin yeni yönetimi bir yandan içeride kendisine bağlanan umutların hakkını vermeye çalışırken, diğer yandan da -türlü sebeplerle- başarısız olması için çalışacak çeşitli odaklarla mücadele etmek zorunda kalacak.
Suriye’nin içinden geçmekte olduğu bu kritik aşamada, Türkiye’ye -ve hatta hepimize- düşen mühim görevler var. Ancak o hassas dengeyi hiç ihmal etmemek gerekiyor: Suriye, bizim bilmem kaçıncı vilayetimiz veya eyaletimiz değil, özgürleşmesine katkıda bulunduğumuz çok kıymetli bir komşumuz. Biz önde o arkada yürümeyeceğiz, yan yana ve kol kola ilerleyeceğiz. Başka türlü formüle edilecek herhangi bir ilişki biçimi, Suriye’yle aramıza nifak sokmaya can atan bazı çevrelere koz vermek anlamına gelecektir.