34,5645
36,2418
2.963,74
MTO’muzun Azerbaycan temsilcisi Vuqar Azizov kardeşimizin Müslümanca bir gelecek tasavvuru inşa etme kaygısıyla yazdığı nefis yazısının ikinci bölümüyle sizi baş başa bırakıyorum.
***
Osmanlı, Gazali, İbn Arabi ve Mevlana sofrasında kendi acısıyla pişen ve kalpleri doyuran, sadece bir zamanı kapsayan değil, kapsadığı zamandan taşan ve tüm zamanları aşan bir medeniyetdir”
Gazali, Arabi ve Mevlana… Büyük üçlü. Bu büyük dehaların ne yaptığını anlamaya çalışalım. Sorumuzun cevabı bu 3 dahi’yi kurucu medeniyet perspektifinde değerlendirebilirsek ortaya çıkacaktır.
Gazali, malzemeyi dışardan taşıdı. Bir fikir inşa etti. Bilimi ve felsefeyi olması gereken yere adaletli biçimde oturttu. Ancak, bunları yaparken, geçmişi tümden reddetmedi. İbn Sina, Aristo gibi filozofları eleştirirken, aslında yaptığı onları silip atmak değildi maksadı. Onları eleştirerek yeni bir felsefenin temelini yeniden oluşturdu. Bunu özellikle Kur’an ve sünnet çizgisinde gerçekleştirdi.
Muhyiddin ibn Arabi, nizama getirilen bu birikimi kullanılacak fikrî muhitin rengini ortaya koydu. Yani irfanî zemini üst bir dil ile anlattı. Kelamcılar ve felsefe arasındaki tartışmayı üst boyuta çekerek, ortak irfanî kavramı oluşturdu. Vahdet-i Vücud felsefesi hakikatle mevcudu âlî bir tefekkürde yerine koydu. Onun yaptığı bu çalışma geleneğin şeklî yapısına uyanlarca itirazla karşılandı. Ancak İslâmî yozlaşma had safhada idi. Türkler İslamiyet’in kılıcı olarak ortaya çıkmış Anadolu’nun kalbine akıyorlardı. Ancak kılıç olmak yetmez, yeni bir kavram inşa etmek gerek. Gazalinin modeli, Anadolu’da nasıl oturtulacaktı? Bunu yapan İbn Arabi oldu. Aynen bu temsilimizdeki, ortada malzeme var lakin nasıl yapılacağının yöntemini ortaya koymak demekti.
Mevlana, Anadolu’yu yoğuran, Anadolu’dan Osmanlıyı doğuran aşkın, aşkın olandan diline taşıran eridir. Gazali ve Arabi’yi ilahi aşkın tadında yoğurarak aç kalpleri pişiren, sanatı, edebi dilinde şiir dilinde yorgun gönülleri hareketi geçiren Allah’ın ümmete nimetidir. Hikmetin aynası olarak, Şemsin kalbinden gelen nuru, durgun ruhlara sıcak damlalar halinde akıtmıştır.
Gazzali ilmin, Arabi irfanın, Mevlana hikmetin ustası. Osmanlı yaşayan medeniyettir dediğimizde onun içinde canlı ve dipdiri yaşayan bu üçlünün hayat ruhunu görmemek mümkün değil.
Gazzali ilimle zihinleri ve akılları inşa etti, Arabi bu bilgileri kalbin ortak diline aktardı, Mevlana ise aklı ve kalbi ruhun ateşinde diriltti.
Bu üç güzel insan birbirinden kopuk değildir. Tam aksine biri diğerini tamamlayan hakikat erleridir. Osmanlı sadece bir devlet değil, temelinde hakikati taşıyan, hakikati açık gönüllere aşılayan ve yaşayan bir medeniyettir.
Osmanlı bir Balkan devletidir diyorlar. Aslında bu bana göre, Osmanlıyı ait olduğu hakikatten kopararak, kuru bir imparatorluk vasfı vermiş oluyor bu tanımlama. Bu vasıflandırma, Osmanlıyı dar bir coğrafi kapana sıkıştırmakla kalmaz, içi boş sadece toprak zapt eden nitelikte bırakır.
Osmanlı bir Balkan devleti değildir, Balkanları doğuran devlettir.
Bu tanımlama onu köklerinden koparmıyor, aksine, köklerinden bir dünya inşa etmesine delalet ediyor. Bugün eğitim kurumları irfan ve hikmetten o kadar kopuk ki, Gazzali ve Osmanlı arasındaki bağı kuramazlar. Bırak Gazzali’yi, Mevlana’yla bile doğru irtibat kurduracak kapasiteden yoksun.
Bugün Azerbaycan’da bile Mevlana denildiğinde, basit hikaye yazarı ve ya şair olarak bilinir. Böyle kopuk bir zihniyet içinde nasıl olur da biz bir gelecekten bahsedebiliriz? Bırak geleceği, biz bugün tarihimizi bile anlamaktan aciziz. Sadece kronolojik rakamlara hapsedilen akıştan ibaret detayları biliyoruz.
Çünkü bu bilgileri bir havuzda toparlayacak yeni bir dile ve bu dilin üzerinde kurulan anlam haritası yok. İrfan havuzu olmadan, balıklar çabalar çabalar ve ölürler. Havuzdaki aynı su içinde balıklar birbiriyle varlıklarını korur ve çoğalırlar. Hikmet, su ve balığın olduğu havuzdan çıkabilir ancak.
Ancak gel gör ki, bugün Müslümanlar bile, Arabi ve Mevlana›yı ciddiye almamakta. Bırak ciddiyeti, tekfir ediyorlar hatta. Ne adına? Kur›an ve sünnet adına. Demek ki, bizim Kur’an ve sünnetin bilgisine değil, onun ruhuna ihtiyacımız var.
Bugün Kur’an ve sünnet kavramı, sadece bilgi olarak var. Onu aktaracak dil ve kavram yok.
Bundan sonraki yazıda bu bilgilerden yola çıkarak, günümüzde geleceği inşa edecek yöntemi nasıl inşa edebilirizin yolunu bulmaya çalışalım…