34,5078
36,1509
2.964,96
Kişisel internet sitesinde yayımladığı yazılarıyla dikkat çeken Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi, Pladis ve GODIVA Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker, iletişimde yanlış anlamanın nedenlerini tek tek sıraladı.
İnsanlar birbirleriyle konuştuğunda, yazdığında, birbirini dinlediğinde, hatta okurken ortaya çıkabilecek sorunları tahmin bile edemezsiniz. Bunları tanımlamak ve açıklamak için kim bilir sizin dünyanızdan kaç düzine örnek verebilirsiniz. Aslen doğru iletişim ne kadar ender ve zor gerçekleşiyor. Dil becerilerimiz güçlü olabilir, ancak tüm iyi niyete rağmen iletişim çeşitli şekillerde raydan çıkabilir. Yanlış gidebilecek o kadar çok şey var ki…
Yazarımız Roger Kreuz yeni kitabında çok akıcı bir dille iletişimin sağlam ama aynı zamanda kırılgan olabileceğini ele alıyor. Kreuz, Memphis Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi’nde dekan yardımcısı ve psikoloji profesörüdür. Princeton Üniversitesi’nde bilişsel psikoloji alanında doktora yapmış; dil ve iletişim üzerine dört kitap kaleme almış (*). İletişim Kazaları isimli yeni kitabı ilgi çekici. Özellikle sosyal medyada bazı haberlere ve hatta paylaşımlarımıza yorumları görünce gerçekten niye okuduklarımızı yanlış anlıyoruz, diye düşünüyordum, meğerse…
Vücudumuzun ve zihnimizin çalışma biçimi iletişim sürecini etkiler. Bazı yanlış anlama nedenleri duyusaldır ve duyu organlarımızın çalışma biçiminin bir sonucudur. Bazıları algısaldır, zihnimizin gördüklerimizi ve duyduklarımızı yorumlama şekillerinden kaynaklanır. Bazı iletişimsel problemlerin ise bilişsel bir temeli vardır, hafıza ve düşünceye bağlıdır. Ayrıca sosyal ve kültürel faktörler önemli bir rol oynamaktadır.
Şimdi gelin bu konuya daha detaylı bakalım.
(*) Becoming Fluent: How Cognitive Science Can Help Adults Learn a Foreign Language, Getting Through: The Pleasures and Perils of Cross-Cultural Communication, Changing Minds: How Aging Affects Language and How Language Affects Aging ve Irony and Sarcasm. Kitapları Türkçe (Yabancı Dilde Akıcılık Nasıl Kazanılır?, The Kitap, 2018) Korece, Rusça, Japonca, Çince ve İspanyolca dillerine çevrilmiş.
İnsanlık ve iletişim birlikte gelişmiştir. Binlerce yıl boyunca insanlar tanıdıkları kişilerle yüz yüze etkileşimde bulundular. Ama bu son zamanlarda değişti. Teknoloji iletişimi her zamankinden daha ulaşılabilir kıldı. Elektronik posta, cep telefonu mesajları ve sosyal medya paylaşımları iletişimi tamamen yeni bir düzeye taşıdı. Ama tüm bunlara rağmen etkili iletişim kurma becerimiz artmadı, hatta gerçekte daha kötüye gitti.
Roger Kreuz iletişimin bazen rayından çıkmasının birçok farklı nedeni olduğunu söylüyor. Bunlardan biri dilin kendisidir ve tabii kendi dili İngilizce’den örnekler veriyor. Ama bence bu her dile uyarlanabilir. İngilizce bir çok dil gibi açık ve net bir iletişim için tasarlanmamıştır, esasında diller tasarlanarak doğmaz. Bilakis İngilizce ses yapısını, dilbilgisini ve sözcük dağarcığını etkileyen bir dizi tarihsel tesadüfle şimdiki biçimini aldı. Mantık kurallarına bağlı olmadan organik olarak büyüdü. Kelimelerin hecelenmesi gibi bazı açılardan değişmezken, kelimelerin telaffuzu gibi diğer bazı yönlerden değişmeye devam ediyor.
Geçtiğimiz birkaç on yılda, psikologlar, dilbilimciler ve diğer araştırmacılar, bilişsel bilim olarak bilinen çok disiplinli bir çerçeve oluşturdular ve teoride iletişimi birbirine bağlı bir dizi algısal, bilişsel, dilsel ve sosyal faktör olarak tanımladılar. Yanlış iletişime neden olacak unsurların farkında olmak, daha etkili iletişim kurmanın ilk adımıdır. Kreuz yeni kitabında bunların anlaşılmasına destek oluyor. Eğer yabancı diliniz İngilizce ise kitabı baştan sona okumanızı öneririm.
Yazar önce referans çerçevelerinden başlayarak sırasıyla hataları bölümler halinde inceliyor. Ben bazılarını numaralandırarak özetledim:
11 Aralık 1998de bir iklim uydusu, Mars yolculuğu için Cape Canaveral’deki rampadan fırlatıldı. İnsansız yörünge aracı, Mars’ın atmosferini ve meteorolojik koşullarını incelemek için tasarlanmıştı. On ay sonra, 23 Eylül 1999da gezegenin yörüngesine yerleştirme manevrası sonrası araçtan bir daha haber alınamadı. Bunun nedeni, uzay aracını tasarlamaktan ve inşa etmekten sorumlu yüklenici olan Lockheed Martin firmasının ABD uzay endüstrisinin geri kalanı gibi İngiliz ölçü sisteminden türetilen feet ve pound birimlerini kullanmasıydı. Mühendisler ölçü birimlerindeki tutarsızlığı ve gerekli dönüştürmelerin yapılmadığını öngörmemişlerdi. Demek ki neyi baz aldığımız, genel kabullerimiz gereklidir. Ama iletişim esnasında karşı tarafın neyi baz aldığı, genel kabulleri yani kavramsal temellerini sürekli kontrol eder olsaydık sohbet tıkanırdı. Ancak bu çerçeveler görünmez oldukları için sinsidir. Ve bazen yanlış varsayımımız ortaya çıktığında belki de çoktan bir bedel ödenmiştir. Bizde bu Osmanlıca ve Latin alfabesi ile yazarken, okurken yani seslendirirken çokça olurdu. Örneğin, “Babıali büyük kapısından mürur edip geçerken bir tek atlı süvariye tesadüfen rast geldim” derken de olduğu gibi…( https://muratulker.com/y/divanyolunu-bilir-misiniz/)
Game of Thrones (Taht Oyunları) ve benzer bir çok dizide finalde insanların beklentilerinin karşılanmadığı durumlarda fevkalade rahatsız olduklarını gördük. Beklentilerin insan davranışının önemli bir parçası olduğu fikri psikolojide uzun bir geçmişe sahiptir. Örneğin 1920lerde İngiliz psikolog Frederic Bartlett, deneyimlerimizi anlamlandırmak için kullandığımız zihinsel yapıların, şemalarımızın bilgiyi nasıl yorumladığımız ve hatırladığımız üzerinde güçlü bir etkisi olduğunu gösterdi.
Bartlett Cambridge öğrencilerine “Hayaletlerin Savaşı” adlı bir Kızılderili öyküsü okuttu. Bu halk masalı, aktarıldığı kültürel bağlamın dışında çok az anlam ifade eden bir dizi unsur içerir. Hikâyede, fok avlayan bir çocuk, komşu bir grupla savaşmalarına yardım etmesi için başkaları tarafından işe alınır. Bir savaş anlatılır ve bazı doğaüstü olaylar gerçekleşir. Hikâye, çocuğun köyüne dönmesi, savaşı anlatması ve ani ölümüyle sona erer. Bartlett, katılımcılarından hikâyeyi okuduktan kısa bir süre sonra veya değişen sürelerde mümkün olduğunca doğru bir şekilde hatırlamalarını istedi. Hatırlanan hikâyelerde karakteristik bir çarpıtma paterni buldu. Örneğin, katılımcılar daha az bildikleri unsurları, daha aşina oldukları kavramlarla değiştirmişlerdi. Fok avlamak yerine balık tutmak, kanolar yerine tekneler olarak hatırlamışlardı. Bartlett’in denekleri savaş sırasında bahsedilen hayaletler veya çocuğun ölmeden önce ağzından siyah bir şey çıkması gibi yabancı ve anlaşılması zor unsurları da çokça atlamışlardı. Bartlett, bu çarpıtma ve eksiltmelerin deneklerin beklentilerinden kaynaklandığını söyledi. Özellikle kültürel temelli mevcut zihin şemaları, daha az tanıdık olanı daha tanıdık hale getirmelerine neden olmuştu ve şematik çerçevelerine uymayan öğeleri atlamışlardı.
Şemalarımızın dünyadaki olaylara karşı bizi körleştirebileceği, gördüklerimizi ve duyduklarımızı yanlış yorumlamamıza neden olabileceği öne sürülmüştür. Mesela, ABD’yi İkinci Dünya Savaşı’na sokan Pearl Harbor baskını Japon saldırısından hemen önce radar gözlemi yapan er tarafından ekipman arızası olarak görüldü. Diğeri ise radarın o sabah ABD anakarasından gelmesi planlanan bir grup B-17 bombardıman uçağını tespit ettiklerini düşünüyordu. Burada ilgili kişilerin beklentilerinin vardıkları sonuçları ve kararları nasıl etkilediğini görebiliriz. Varsayımlarımız yanlış anlamalara yol açabilir.
Muğlaklığın aynı ifadenin farklı yorumlanmasına yol açtığı örnekler, yasama tarafından uzun süredir tartışılmaktadır. Muğlak ve iyi tanımlanmamış bir dilden kaçınmak çözüm olabilir. Bazı durumlarda yanlış anlaşılmaların meydana gelmesinin sebebi, konuşan kişilerin çeşitli nedenlerle ifadelerini kasıtlı olarak muğlak hale getirmesidir. Bu belirsizliğin arkasında geçerli bir neden olsa da dinleyenler esas meseleyi her zaman anlamayabilir. Birinden bizim için bir şey yapmasını istiyorsak, muhtemelen bu talebimizde fazla açık sözlü olmaktan kaçınmak isteriz. Hiç kimse emir almaktan veya ne yapacağının söylenmesinden hoşlanmaz. Halbuki farklı kültürlerde doğrudan talepte bulunmanın ne ölçüde kabul edilebilir olduğu konusunda farklılıklar vardır.
Bir başka durumda bir ifade veya soru birden fazla yoruma sahip olabilir. “Burası çok sıcak” gibi bir söz, birinin termostatı ayarlaması veya bir pencere açması için dolaylı bir istek olabilir. Bununla birlikte soğuk bir oda hakkında alaycı bir gözlem de olabilir. Karşı taraf imada bulunmuş olabilir. Bu ise yanlış anlaşılmaya çok uygundur. Filozof Ian Olasov’un işaret ettiği gibi birçok ifade, yarattıkları olumlu ya da olumsuz duygular nedeniyle gizli mesaj işlevi görür. “Kadınlar ve çocuklar” gibi görünüşte tarafsız bir ifade bile bazı savaş trajedilerinin suçsuz kurbanlarını anmak için stratejik olarak kullanılabilir. Bu bana Süleyman Demirel’in “Lafın tamamı ahmağa söylenir.” sözünü hatırlattı.
Bir erkeğin kel olarak nitelendirilmesi için saçının ne kadarını kaybetmiş olması gerekir? Bunun gibi soruların nesnel yanıtları yoktur ve gereken kesin alt sınırlar konusunda aynı fikirde olunmayabilir. Ancak bu tür anlaşmazlıklar, yanlış iletişimin başka bir potansiyel nedenine işaret eder: Elimizdeki kelimeler her zaman belirli, kesin veya iyi tanımlanmış değildir. Bir sözlüğe başvurarak aydınlanmayı bekliyorsak, muhtemelen hayal kırıklığına uğrarız. Kel olmak, kişinin saçlarının çoğunu kaybetmek olarak tanımlanıyorsa, “çoğunun” anlamı da aynı derecede sorunludur. Diğer bir sorun kişinin dilinin kesinliği değil, ne kadarını kullanmayı seçtiği olabilir. Bilişsel bilimci Herb Simon, insanların eldeki amaca ulaşmaya yetecek kadar iyi şeyler yaptıklarını öne sürdü. Bunun için “yetinmelik davranış” terimini kullandı. Bu fikir iletişimde uygulanabilir. Konuşmanın temel kurallarını ele alırken bir “miktar ilkesi” tanımlanır: Gerekenden fazlasını söylememek. Çoğu durumda, başarılı bir şekilde iletişim kurmak için çok fazla bilgi iletmemize gerek yoktur. Araştırmalar insanların nesneleri ve olayları gereğinden fazla tanımlama eğiliminde olduklarını saptamıştır. Bunun nedeni bağlam, sosyal durum ve kişilik faktörleridir. Ama bence yine de üç kereye kadar tekrarlamak veya acemi erlerin daima olduğu orduda emir tekrarı yerinde olacaktır.
2009 yılında yapılan bir araştırma, öğrencilerin kullandığı “aşırı gayriresmi” dilin üniversitede önemli ölçüde rahatsızlık yarattığını ortaya çıkardı. Araştırmacılar, hocaların özellikle öğrenciler mesajlarını imzalamadıklarında ve “Are you” (sen misin) yerine “RU” gibi kısaltmalar kullandıklarında rahatsız olduklarını tespit ettiler. Pek çok Eski kuşaklar, sanki resmi bir mektup yazıyormuş gibi, kesme işaretleri ve aşırı biçimde noktalama işaretleri kullanıyor. Ancak bu şekilde yazarak yarattıkları izlenimin farkında olmayabilirler. Mesajlarının sonuna koydukları noktalar, muhatapları tarafından fark edilip aşağılayıcı bulunabilir. Mesela, şu anda sosyal medyada büyük harfle yazmak bağırmak demektir. Hoppala, peki biz kısaltma ve jargonları anlamadığımızda ne olacak? Şu anda bir çok şirkette iç yazışmalarda kullanılan kısaltmalar neredeyse özel bir sözlük gerektirecek kadar çoktur.
Alexander Pope: Biraz öğrenmek tehlikeli bir şeydir, demiş. Ancak bunun tersi de doğrudur. Bir etkileşime çok fazla geçmiş deneyim veya bilgi eklediğimizde, bilginin laneti olarak tabir edilen zorlukları yaşayabiliriz. Genel olarak aile üyeleri ve arkadaşlarımızla olan iletişimimizde daha az sorun yaşarız çünkü onların neleri bildikleri ve bilmedikleri konusunda daha iyi bir kavrayışa sahibiz. Ama öte yandan, yabancılarla iletişim kurarken bunlar belli değildir ve e-posta veya sosyal medya gibi elektronik iletişimde daha büyük sorunlar çıkabilir. Genel olarak, başkalarının zaten bildiğimiz bazı şeyleri anlamak için gerekli bilgilere sahip olduğunu varsayarız. Etkili iletişimde en çok yapılan hata karşı tarafın bildiğini varsaydıklarınız sebebiyledir.
Bu yanılsamalar ve önyargılar iletişim kurma şeklimizi etkileyebilir ve yanlış anlaşılmalara neden olabilir. İnsanlarla konuşurken ne bildikleri ve bilmedikleri konusunda türlü varsayımlarda bulunuruz ve bunlar yanlış da olabilir. Mesela az bilgi paylaşıldığını varsaydığımızda, uzun açıklamalara girişiriz ve bu karşı tarafı rahatsız eder.
İletişim başarısızlıkları genellikle ortak payda hakkında yanlış varsayımlarda bulunmamızdan kaynaklanır. Ortak payda iki kişinin paylaştığı bilgi, tutum ve inançlar olarak tanımlanır. Bu kişilerin birbirleriyle konuşma biçimlerini düzenler, örneğin eşim diye bahsetmek bir bağlam sunmaktır. Bir gruba üyelik söz konusu ise ortak payda oluşabilir, örneğin iki yabancı, konuşurken her ikisinin de diş hekimi olduğu keşfedilirse. Dini mezhepler ve mezun dernekleri, hatta belirli bir mahallede yaşamak da bunun örnekleridir. En iyi koşullar altında bile, ortak payda inşa etme süreci zorludur; var olmadığı halde ortak bir payda olduğunu varsaymaksa belirsizlik ve kafa karışıklığı yaratır.
Belki de hiçbir dil biçimi, alaycılık kadar yanlış iletişime ve yanlış anlaşılmaya açık değildir. İletişim biçimlerinin doğasında bulunan mecazî nitelik, onları yanlış yorumlanabilir hale getirir. Psikolog Jean Fox Tree ve birlikte çalıştığı kişiler, iğneleme söz konusu olduğunda, çoğu zaman bu tür sözlerin insanlar tarafından iğneleme olarak algılanmadığını belgelemişti. Araştırmacılar, konuşmacının niyeti ile dinleyicinin yanlış yorumu arasındaki bu uçurumu ironi açığı olarak adlandırıyorlar. Fox Tree tarafından yürütülen çalışma, araştırmaya katılanların muhataplarının da kendileri kadar alaycı olmasını beklediklerini ortaya çıkardı. Bu nedenle, gerçekçi düşünen insanların karşılaştıkları alaycılığı çoğu kere fark etmekte başarısız olurlar. Aynı zamanda, mecazî bir dili yeğleyen insanlar duydukları şeyleri, öyle olmasa da alay olarak algılayabilir. Bu gibi durumlarda yanlış iletişim olasılığı yüksektir. Sonuç olarak iletişimde süreç zaten dezavantajlı bir konumdadır. Bununla birlikte yüz ve ses ipuçlarının yokluğunu ikame edecek bir dizi metne özgü şekil kullanılabilir. Ama işe yarar mı? Buyurun örnek:
Müşteri tweeti: MÜTHİŞSİNİZ! #Thanksgiving ile #NewYearsEve arasındaki yoğunluğu kim tahmin edebilirdi? Ve Aralık ayında kötü soğuk hava koşullarını? Mükemmel!
Havayolunun yanıtı: Güzel sözlere bayılıyoruz! Çok teşekkürler.
Tweet bunun birkaç örneğini içeriyor. Tamamen büyük harflerle yazmak, yüksek sesle konuşmayı belirten bir şekildir. Ünlem işaretleri, ağır sözel vurgu için bir işarettir. Yüz yüze alaycılıkta yaygın bir taktik olan retorik sorular (“Kim tahmin edebilir”) da kullanılabilir. Çevrimdışı dünyadaki alaycı ifadeler abartı kullanma eğilimindedir ve “mükemmel” gibi aşırı ifadeler yaygındır. Ancak burada müşterinin tweetine verilen yanıtta gördüğümüz gibi tüm bu ifadeler ve şekiller yetersiz kalmış. Havayolundan gelen yorumun bir insan yerine bir çağrı merkezi robotu tarafından oluşturulmuş olması mümkündür. Bir robot ifadedeki duygusal niteliği değerlendirmek için algoritmalardan yararlanır ve ardından uygun şekilde yanıt vermeye çalışır. Ama burada başarısız olmuş. Yapay zeka bu sorunların üstesinden gelebilecek mi?
Bizden meşhur bir eski örnek: Tahir Efendi bana kelp demiş. Malikidir mezhebim benim. İtikadımca kelp tahirdir. (Açık anlamında söz “Tahir Efendi bana köpek demiş, belli ki bana iltifat ediyor, çünkü benim mezhebimce köpek temizdir. Ama ‘kelp tahirdir’ derken, hem ‘köpek temizdir’ diyor 17’inci yüzyıl şairlerimizden Nef’î, hem de “köpek Tahir Efendi’dir” demiş oluyor.
Genel kültürümüz, anlamsal “illüzyonlar” yaratır ve bunlar algısal olanlar kadar güçlü olabilir. Bunun en bilinen örneği Musa Yanılsaması olarak adlandırılır. Musa gemiye her türden kaç hayvan aldı? sorusuna çoğu insan kendinden emin bir şekilde iki diyecektir, oysa kutsal kitapta tufana hazırlanan Musa değil Nuh’dur. Ancak, bu çok bilinen öykü uzun süreli belleğimizde etkinleştirildiği anda esas kahramanın adıyla ilgili yapılan yanlışı fark bile edemeyiz. Bunun gibi uzmanların bazen kendi uzmanlık alanlarındaki anlamsal yanılsamaları bile fark edemedikleri görüldü. Kısacası, az bilgi tehlikeli bir şeydir ama hayat da öyledir.
Popüler bira markası Corona Extra’nın, Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkan ölümcül bir virüs ile ilişkilendirilmesi sizi şaşırttı mı. Corona, Latincede taç anlamına gelir ve biranın logosudur. Corona Extra 1920lerden beri Meksika’da üretilmekte, 1960larda ise tespit edilen virüsleri bilim adamları Latince taç anlamına gelen koronavirüs olarak adlandırmışlardır yani bira ve virüsün birbiriyle hiçbir ilişkisi yoktur. Ancak bu insanların bir bağlantı olup olmadığını merak etmelerini engellemedi. 2020 Ocak ayında Google’da bira koronavirüsü ve korona bira virüsü aramaları yüzde birkaç bin arttı. Şubat ayı sonlarında yapılan bir anket, bira içen Amerikalıların yüzde 38’inin hiçbir koşulda Corona’yı satın almayacağını ortaya koydu. Bu tür istenmeyen çağrışımlar ancak yeni virüsün COVID-19 ismini aldığında önlenebildi.
Yine bizden bir acayip örnek: Latin harfleri kullanılan yeni alfabede bazı kelimeler b yerine p harfi ile sonlanmıştır. Devrim kelimesinin yerine kullanılan inkılap sözcüğü inkilab anlamına “freudyen sürçme”lerle çekilmesi alay mevzu olmasını doğurmuştur. İnkilab kelb yani köpek kökünden gelip farklı anlam taşımaktadır.
Bir konuşma sırasında bir yanlış anlama olduğunda kim suçludur? Konuşan mı yoksa dinleyen mi?
Çoğu durumda yanlış anlamaya neden olan konuşan kişidir. Örneğin, bir şeye atıfta bulunmak için yanlış kelimeyi kullanabilir veya dinleyen kişinin bir şeyi bildiğini varsaymaktadır. Bazı durumlarda ise dinleyen suçlu olabilir. Yeterince dikkat etmemiş, yanlış duymuş veya yorumlamış olabilir. Hata konuşanınsa olası bir yanlış anlaşılmayı önlemek için söylediklerini düzetebilir. Demek ki mühim olan sizin ne dediğiniz değil, karşı tarafın ne anladığıdır, aman dikkat!
Zihnimizin bir duyusal girdiyi yorumlama biçimi yanlış algılama ve anlamalara yol açabilir. Sesleri belli bir dil olarak anlamaya o kadar alışığız ki bunu yapmamamız gerektiğinde bile yapabiliriz. Kelimeleri okurken de benzer sorunlar ortaya çıkar. Ve kişinin kendi yazım hatalarını bulup düzeltmesi bu yüzden neredeyse imkânsızdır?
İnsan zihni, paternleri ayırt etmek ve sinyali gürültüden ayırmak için mükemmel derecede yeteneklidir. Ancak bazen işini aşırı iyi yapıp hiç olmadığı halde anlamlı paternler bulur. Buna pareidolia denir; bulutlarda hayvanlar, ayda bir adam, dağda Atatürk silueti görmek buna örnek olarak verilebilir. Pareidolia belirsiz ses dizileri için de geçerlidir. İnsanların yaklaşık yüzde 10u kimse yokken sesler duyar. Bu oran, çocuklar ve ergenler için biraz daha yüksektir. Buna psikolojik olarak sağlıklı kişilerde işitsel sözel halüsinasyonlar, AVH – auditory verbal hallucination denir. Herhalde benim New York ofiste çalışırken ezan sesi duyduğumu sanmam gibi.
Gelelim yanlış duymalara. Kulaklarımıza ulaşan akustik sinyal muğlaktır ve çoğu durumda aynı ses akışı beyin tarafından birden fazla şekilde yorumlanabilir. Bu, özellikle konuşma sinyalinin büyük ölçüde gürültülü olduğu şarkılar için geçerlidir: Sözcüklerle rekabet eden başka sesler vardır, eşlik eden müzik ve sözler, konuşma olarak değil şarkı olarak söylenmektedir. Dinleyici müziği canlı dinlemiyorsa veya bir video izlemiyorsa şarkıcının ağız hareketlerinden ipuçları yakalayarak duyduklarını netleştirme imkânı yoktur. Bu tür yanlış işitmeler için Mondegreen terimi kullanılır. Güncel bir örnek, mümtaz bir şahsın “sabile” isimli şarkıyı istek şarkısı yapmasıydı (Bu efsaneleşmiş bir öykü ama hala gerçekliği üzerinde tartışmalar var yine de her haliyle konumuza uygun olduğunu düşünüyorum https://www.aa.com.tr/tr/teyithatti/aktuel/bir-sehir-efsanesi-/1815708.)
Okuma eyleminde gözlerimiz baştan sona bir dizi harf boyunca ilerler ve sonraki satırda aynı işlemi tekrarlar sanırız. Ama gözlerimiz metnin satırları boyunca zıplar ve her kelimeye doğrudan bakılmaz. Teknik olarak sakkad olarak adlandırılan bu sekmeler, bağlamdan kolayca çıkarılabilecek kısa, yaygın sözcükleri atlamamıza neden olur. Ayrıca, okuma eylemi bir tahmin eylemi olarak tanımlanabilir. Gözlerimiz bir metin satırında zıplarken zihin bundan sonra ne olacağına dair çıkarımlar ve hipotezler üretmekle meşguldür. Beklentilerimiz doğru çıkmadığında, bu süreci fark etmek daha kolaydır. Gözlerimizin satırlar arasında zıplaması ve tahmin etme alışkanlığımız bir araya geldiğinde, çoğumuzun redaksiyon konusunda neden kötü olduğunu anlamak kolaylaşır. Yazdıklarımızı ne kadar gözden geçirirsek geçirelim, muhtemelen yanlış yazılan kelimelerin birçoğunu, eksik veya çift sözcükleri gözden kaçırırız.
El yazısı da yanlış iletişim nedenidir. Kötü el yazısı özensizlikten öte bir şey ifade eder mi? Örneğin, yazarın kişilik özelliklerini ortaya çıkarabilir mi? Deneysel çalışmalar, el yazısı, kişilik ölçüleri ve iş başındaki davranışlar arasında bir ilişki bulmada sürekli olarak başarısız olmuştur.
Bununla birlikte el yazısının belirleyicilik değeri olduğu ortaya çıkmıştır; bir hastalığın habercisi olabilir. Spesifik olarak kişinin el yazısındaki değişiklikler, Parkinson hastalığının gelişimi ile güvenilir bir şekilde ilişkilendirilmiştir. Merkezi sinir sisteminde yaşanan bu dejeneratif bozukluk, hastalık ilerledikçe depresyon ve demansın yaygınlaşmasıyla birlikte bireyin motor kontrolünde derin değişikliklere neden olur. Hastalığın erken evrelerinde sıklıkla görülen bir semptom mikrografidir; kişinin el yazısı küçülür ve daha sıkışık hale gelir.
Günümüzde yeni kuşaklar el yazısı okuma veya yazma becerisi olmadan iş dünyasına giriyor. Bu gençlerin sorunu, okunaksız el yazısını çözememek değil, herhangi bir yazı tipini okuyamamak olacaktır.
Kendimden örnek: Ben artık el yazısı ile not tutmuyorum. Dikte ettiriyorum. Zira gençliğimden beri üzerinden zaman geçince ne yazdığımı ben bile okuyamıyorum.
Psikolojik ve algısal faktörler önemli olmakla birlikte hatalı iletişim sadece zihninizdekilerle ilgili değildir. Bazı durumlarda sorun, dilin ses yapısı, telaffuz, kelimeye aşina olmamaktan veya o andaki duygu durumundan kaynaklanır. Bu fazla okumayan insanlar arasında sık görülen bir sorundur. Bazen suçlu dilin kendisidir, yabancı isimler, konuşan kişinin ana dilinde kullanılmayan sesler veya ses kombinasyonları içerebilecekleri için daha fazla sorundur. Her iki dünya savaşı sırasında birçok Amerikan askeri Fransız şehir ve kasabalarının isimlerinin telaffuzu karşısında şaşkına dönmüştü.
Bazı kelimelerin birbirine zıt anlamları vardır. Bu nedenle, bu tür sözler başka bir tür belirsizlik ve kafa karışıklığı ihtimali yaratır. Bir de kelimelerin çeşitli anlamları vardır. Yan anlamlar belirli bir terimin sahip olabileceği çağrışımlardır, hem kendine özgü olabilir, hem de kişisel ve kültürel faktörlerden oluşan karmaşık bir ağdan kaynaklanabilir. Hatta bazı durumlarda bir kelimenin sözlüklerde bulunmayan bir çağrışımı olabilir veya bu sözcük sözlüklerde sadece ima edilen kullanımlara sahip olabilir ve bu kullanım zamanla değişebilir. Vefat etmiş ve nalları dikmiş gibi terimler ölümü ifade etse de mesela bir yakınınız için sadece ilk terim uygun olacaktır. Bazı durumlarda ise, bir kelimenin veya deyimin çağrışımsal anlamları nispeten hızlı bir şekilde değişebilir. Mesela sosyal adalet savaşçısı teriminde politik olarak ilerici görüşleri ifade eden veya destekleyen birine atıfta bulunulur ve 2000lerin başında kelimenin çağrışımları ya nötr ya da pozitifti. Sonraki on yıldaysa, kelimenin ideolojik vurgusu arttı ve aşağılayıcı bir şekilde kullanılmaya başlandı.
Sözcükler veya deyimler aynı zamanda orijinal anlamlarıyla çelişen yeni anlamlar da doğurabilir. Örnek olarak kovboy, inek çobanı demekken artık küstah, pervasız, istediğini elde etmek için güç kullanmakla tehdit eden biri için kullanan bir nitelendirmedir.
Jargon, belirli bir meslek veya iş kolunda özel terminoloji kullanma ihtiyacının neredeyse kaçınılmaz bir sonucudur. Ve ortak bir jargon, aynı iş kolundaki insanlar için birleştirici bir işlev görse de bu tür terimler, onlarla karşılaşan sıradan insanlar için kafa karışıklığı yaratır. Belirli bir meslekten olan kişiler, kendilerinin kanıksadıkları kavramlara ve terimlere aşina olmayan biriyle etkileşimde bulunduklarını unutuyorlar mı? Bu gibi durumlarda sorun ortak payda olmamasıdır. Bazı durumlarda ise jargon kullanımı kasıtlı olabilir. Birinin gerçekten belirli bir mesleğin parçası olup olmadığını veya belirli bir alan hakkında bilgi sahibi olup olmadığını belirlemenin bir yolu olarak kullanılabilir. Sanırım bu kurumsal bir davranış şekli zira ben bununla başa çıkamadığım için belleyene kadar devamlı sorup öğreniyorum.
İngiliz doktorlar hakkında yapılan bir araştırma, doktorların “kalp yetmezliği” terimi kullanımını ve bu duruma atıfta bulunmak için yaygın olarak yararlandıkları örtmeceleri inceledi. Sıkça kullanılan iki ikame, “Kalbi yeterince hızlı pompalamadığından ciğerlerinde sıvı var.” ve “Kalbi eskisinden biraz daha zayıf. ” ifadeleridir. Ölümden bahsetmek için örtmeceye başvurulması sadece hastanede ya da cenaze evinde karşılaşacağımız bir durum değil. Ordu da operasyonlarının ölümcüllüğünü önemsiz göstermek için bu tür dolambaçlı konuşmalardan kapsamlı bir şekilde yararlanır. William Astore’un ifade ettiği gibi “görev zararı” (sivil ölümler), “pekiştirilmiş sorgulama” (işkence) ve “özel teslim” (kaçırma) gibi terimler, bu tür faaliyetleri halk nazarında daha makul hale getirmek için siyasi ve askeri liderler tarafından tasarlandı ve kullanıldı.
Kelimeler, orijinal olarak sahip olmadıkları yeni ve belirgin şekilde farklı anlamlar alabilirler; mesela yüzyıllar boyunca gay kelimesinin hiçbir cinsel çağrışımı olmadı, neşeli ve tasasız anlamına geliyordu.
Bir süreci açıklamak için düşüncelerimizi kelimelere dökmek veya birine bir fikir vermek gibi bir dizi temel metaforik ifade kullanırız. Bunlar metaforik olsalar da genellikle onları böyle kabul etmeyiz, bu da bizim iletişimi başka bir şekilde kavramsallaştırma yeteneğimizi sınırlar. Metaforlar, önemli benzerlikleri vurgularken temel farklılıkları gizleyen iki tarafı keskin kılıçlardır. Belirli bir kültürde, metaforlar yanlış iletişim yaratabilir, hatta kültürler arası benzerliklere sahip gibi görünen metaforlar bile önemli farklılıkları barındırabilir.
Deyimsel ifadeler, onları yanlış iletişim için verimli bir zemin haline getiren niteliklere sahiptir. Metaforlar ve benzeri mecazî ifadelerin anlam ihlalleri kolayca tespit edilebilir: William Shakespeare’in “Bütün dünya bir sahnedir.” veya Pat Benatar’ın “Aşk bir savaş alanıdır.” sözlerinin gerçek olmayan karşılaştırmalar olduğu açıktır. Deyimler ise aynı şekilde teşhis edilemez. At izi it izine karıştı denildiğinde kastedilen asla iz sürmek filan değildir!
Dil araştırmacıları, bu tür ifadeleri “geçirimsiz” olarak adlandırırlar ve dünya çapında ikinci dil öğrenenlerin başına beladırlar. Deyimsel ifadeler tüm dillerde yaygındır ancak bunların varlığı tahmin edilemez: örneğin, İngilizcede “havadan sudan konuşma”nın yerine “small talk” deyimi vardır. Yani İngilizce öğrenen biri bunu tam çeviri yapıp “talking about weather and water” diye ifade etmeye kalkarsa belki orada Türk varsa anlar ama başka bir ülke vatandaşının anlaması pek mümkün değildir😊
Birçok kelime ve ifade, kültürdeki değişiklikler nedeniyle veya bir terimin kökenleri ya da orijinal anlamı hakkındaki endişeler nedeniyle kullanım dışı kalıyor. Bu ifadeleri onlarca yıl önce öğrenmiş olan ve hâlâ kullanıyor olabilecek eski nesillerin üyeleri, duyarlılıkları kendilerinden önemli ölçüde farklı olabilen genç nesillerin üyeleriyle anlaşmazlık yaşayabilirler. Buna iyi bir örnek, İngilizcede yirminci yüzyılın ortalarından beri köklü değişiklikler yapmaya, radikal bir şekilde yenilik yapmaya veya yerleşik düzeni sarsmaya hevesli genç insanlara atıfta bulunmak için kullanılan bir terim olan Jön Türkler ifadesi olabilir. Çok yakın zamana kadar nötr, hatta olumlu bir çağrışımı vardı. Ne var ki zaman içinde, terimin kökenleri daha yaygın olarak bilinir hale geldi. 1908de Osmanlı İmparatorluğu’nun mutlak monarşisinin devrilmesi ve ardından 1913te Üç Paşa liderliğinde Jön Türkler olarak anılan bir grubun yaptığı darbeyle ilgilidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’nda İttifak Devletleri’ne dâhil olmasından ve neticede yenilgiden sorumluydular. 2005 yılında yayınlanan bir yazım kılavuzu Jön Türkler ifadesinin artık kabul görmediğini ve bundan kaçınılması gerektiğini yazmıştır.
Özetle insanlar belirli bir ifadenin kabul edilebilirliği hakkında farklı görüşlere sahip olduğunda kolayca yanlış anlamalar ortaya çıkabilir.
Cep telefonu mesajları genellikle kısadır. Birçok mesaj doğru şekilde yorumlanmalarına sağlayacak yeterli bağlamdan yoksundur. Hatta kuşaklar arasında bu kısa mesajlar anlaşılamıyor. En azından ben anlamıyorum ve soruyorum. Benim kullandığım emojilerle ne kastettiğimi ise bana soruyorlar.
Cep telefonları geliştikçe yazım denetimi mesajlaşma yazılımlarının standart bir özelliği haline geldi. Bir yandan, otomatik düzeltme şüphesiz çoğumuzu mesaj yazarken utanç verici hatalar yapmaktan kurtardı. Öte yandan, bu “düzeltmeler” yazdıklarımızı istediğimizden çok farklı bir şeye dönüştürdüğünde hatalara neden olabilir. Bu durum otomatik hata olarak anılır.
Sözlü olmayan ipuçları yanlış yorumlanabilir ve yanlış anlaşılabilir. Ve bu muğlaklık çevrimiçi dünyaya da taşınmıştır. Bu alanda en çok karşımıza çıkan izlenimleri netleştirmeyi amaçlayan ama genellikle bunun tersini yapan emojilerdir.
Başka bir kişinin görüntüsünden gerçekten ne hissettiğini anlayabilir miyiz? Psikologlar tarafından yapılan, sayısı giderek artan araştırmalar, duyguların yorumlanmasında genellikle sanıldığından daha fazla değişkenlik ve bağlama bağımlılık olduğunu öne sürüyor. Bazı insanların rahatlamış ifadeleri diğer insanlar tarafından duygusuz olarak algılanır. Ayrıca rahat yüz ifadesi de oldukça değişkendir ve bazıları için ifadesiz bir yüz, bir şeyden rahatsızlık duymak, sinirlilik gibi algılanabilir.
Gülümsemek çeşitli uyaranlara karşı doğuştan gelen bir reflekstir, okşanma veya belirli kokulara tepki gibi. Ama sosyal gülümsemeler, diğer insanlara karşılık vermek için sırıtmak kolayca öğrenilebilir; örneğin bir fotoğraf için gülümsememiz istendiğinde de gülümseyebiliriz. Araştırmalar çoğu insanın gerçek olarak algılanan poz gülümsemeler üretebildiğini öne sürüyor.
Gördüğümüz gibi sözcüklerin ve deyimlerin anlamlarını tahmin etmek çok sayıda sorun yaratabilir. Daha zor bir şey varsa o da sembollerin yorumlanmasıdır. Pek çok kişi seyahatleri sırasında el hareketlerinin farklı ülkelerde belirgin şekilde farklı anlamlara gelebileceğini öğrenme talihsizliğine uğramıştır.
Emojilere gelince, yazılımcılar belirli bir emojinin nasıl resmedileceğini belirlemede bir miktar serbestliğe sahiptirler. Halbuki bir emoji neredeyse her anlama gelebilir, mesela katlanmış eller buna iyi bir örnek: Japonya’da “teşekkür ederim” veya “lütfen” anlamında, Hindistan’da ise bir selamlama, Batı’da genellikle dua eden eller olarak yorumlanmıştır. Bazı emojiler de insan anatomisinin çeşitli bölümlerini sembolize etmek için kullanıldıklarından kötü bir şöhret kazanmıştır. Bunun için olsa gerek hassas konularda emoji yoktur. Ama insanlar şeftali ve patlıcan gibi emojileri hizmete soktular!
İnsanların söyledikleri şeyler yanlış anlaşılmalara ve yanlış iletişime yol açabilir. Ancak kelimelerin yokluğu ve bunun sonucunda ortaya çıkan sessizlik daha büyük sorun olabilir. Sessizlik farklı durmlarda farklı anlamlara gelebilir. Örneğin, bir şeyin doğru olduğuna inanıldığını ama aynı zamanda utanç duygusunu, hatta meydan okumayı yansıtabilirler. Sessizlik periyotlarının süresi de değişir. Sessizliğin çok yönlü doğası göz önüne alındığında, genellikle yanlış anlamalara yol açması şaşırtıcı olmamalıdır.
Zihnimiz dilden anlam oluşturur ancak bu karmaşık yorumlama süreci bazen ters gider. Örneğin anlamaya çalıştığımız cümlelerin birden fazla anlamı olabilir. Ayrıca, virgüllerin yerleşimi gibi önemsiz görünen bir değişiklik bile bir şeyin nasıl anlaşılacağını kökten değiştirebilir; mesela çalış da baban gibi eşek olma cümlesinde virgülün yeri anlam belirleyicidir. İki kavramın kavramsal benzerlikleri olduğu durumlarda hafızamız bize oyunlar oynayabilir ve kafa karışıklığı yaratabilir.
Dili düşüncelerimizi, duygularımızı ve arzularımızı başkalarıyla paylaşmak için kullanırız. Aynı zamanda sosyal ilişkilere girmek için de dili kullanırız. Ne var ki bazen şakayla, takılmak amacıyla söylenen bir şey alıcı tarafından niyetlenenden farklı yorumlanabilir. Telefon, e-posta veya kısa mesaj yoluyla iletişim kurarken olduğu gibi bunlardan birkaçı olmadığında, niyeti belirlemek daha zordur. Bu açıdan, ciddi olmayan bir konuşma biçimi olan dalga geçmek özellikle sıkıntılı olabilir, çünkü olumlu, belki de neşeli bir hazırcevaplık olarak algılanabileceği gibi taciz veya zorbalık olarak da yorumlanabilir. Dalga geçilmenin nasıl algılandığını etkileyen kritik bir faktör alay eden ile hedefi arasındaki ilişkinin yakınlık derecesidir. Genel olarak, alay, yakın arkadaşlıklar ve romantik ilişkiler içinde, bu tür bağları olmayan kişiler arasında olduğundan daha olumlu algılanmaktadır.
Bazı bilgiler, makul olduğu veya doğru olduğuna inanıldığı için aktarılabilir. Bugün internet, hakikate dayanmayan veya zayıf kaynaklı bilgilerin dünyaya yayılmasını çok kolaylaştırdı. Çevrimiçi forumlar ve sosyal ağ siteleri, komplo teorileri, dünyanın sonuyla ilgili öngörüleri veya meşruiyeti sorgulanabilir bilgilerle karşılaşma olasılığını büyük ölçüde artırdı.
Araştırmalar, insanların dedikodu ve söylenti terimlerini birbirinin yerine kullanma eğiliminde olduğunu göstermiştir. Ancak bilim adamları, aralarında önemli bir fark olduğunu savunurlar. Onlara göre: Söylentiler, doğrulanmamış ve potansiyel olarak yararlı bilgilerdir. Dedikodu ise bireyler hakkında değerlendirme içeren sosyal sohbet anlamına gelir ve kişi statüsünü yükseltmek veya sürdürmek için kullanır. Duyuma dayalı anlatım ise hukuki bir kavramdır ve bir başkasının sözlerinin veya davranışlarının mahkemede bir tanık tarafından rapor edilmesini ifade eder.
New York’ta bir medya şirketi olan InterActiveCorp’un (IAC) kurumsal iletişim direktörü Noel tatilini doğduğu yer olan Güney Afrika’da geniş ailesiyle birlikte geçirmeyi dört gözle bekliyordu. On bir saatlik Cape Town uçağına binmeden kısa bir süre önce şöyle bir tweet attı: Afrika’ya gidiyorum. Umarım AIDS olmam. Şaka yapıyorum. Ben beyazım! Çok geçmeden çevrimiçi dünya, bu çirkin gönderisiyle sarsıldı. Direktör ertesi gün işinden kovuldu. Buna bağlam çöküşü diyoruz. Alice Marwick ve Danah Boyd sosyal medyanın birden fazla izleyiciyi tek bir varlığa dönüştürdüğüne dikkat çekiyor. Bu, tüm alıcıları tarafından aynı şekilde anlaşılacak bir sosyal medya gönderisi hazırlamanın neden zor olduğunu gösteriyor. Gönderiler yalnızca küçük bir arkadaş çevresine yönelik olduğunda, bir kişi istediği kadar aşırı veya şok edici olabilir. Ancak yabancılar bu tür gönderileri ele geçirip incelemeye başlayınca farklı bir dinamik devreye girer.
Bilimsel sonuçların kamuoyuna yanlış iletilmesiyle ilgili endişelerin de uzun bir geçmişi vardır. Saygın medya kuruluşlarının bile temelde tıklama tuzağı içeren, yani provokatif başlıklara sahip ancak sorumlu gazetecilik içeriği açısından çok zayıf haberler yayınladığı biliniyor. Ne var ki nihai sonuç, halkın bilime olduğu kadar gazetecilik gibi kurumlara olan inancının da zayıflaması olabilir. Biz Sabri Ülker Gıda Araştırmaları Vakfı olarak bu konuda kendi sahamızda farkındalık oluşturmak gayesiyle eğitim dahil faaliyet gösteriyoruz (https://www.sabriulkerfoundation.org/tr.).
Bazı iletişimsel edimler diğerlerinden daha mühim ve tehlikelidir. Örneğin, samimi bir özür veya üstü kapalı bir tehdit oluşturmak için doğru sözcükleri bulmak zor olabilir ve insanları etkilememiz gerektiğinde kelimelerimizi de dikkatli seçmek zorundayız. Bir başka oldukça endişe verici edim, romantik ilgi iletişimidir; karşımızdaki kişiden aldığımız ipuçlarına göre yapılan teklife verilen tepkinin ölçülmesi gerekir. Kişinin potansiyel bir eşe karşı hissettiği heyecan, kolayca yanlış anlaşılmaya ve utanca dönüşebilir. Gönül meseleleri iletişim hataları için biçilmiş kaftan.
Son söz olarak, karışıklıklar, hatalar ve yanlış anlaşılmalarla dolu bir hayata mahkûm değiliz, aleyhimize işleyen bir iletişimsel engelin bulunduğu durumlardan kaçınmak ve uygun fırsat yaratmak veya kollamak zorundayız.
Unutmayın, söz gümüşse sükut altın değerindedir. Sanırım bu yukarıda incelediğimiz iletişim hataları gerçekten bu ifadenin kanıtı. İletişim kurarken bir, iki, üç hatta dört kere düşünmek lazım..