34,5333
36,0266
3.007,17
1914’teki seferberlikten yayla evinde saklanarak kurtulmuştu; 1920’de yakayı jandarmaya kaptırdı, askere alındı. Bütün köy bir “oh” çekti, “askerlikte belki adam olur” dediler. 3. Ordu’nun Batı Cephesi’ne intikali sırasında Sivas taraflarında firar etti. Haftalarca yürüdü. Uğradığı köylerde, kasabalarda, “yaptığım kahramanlık için zabitlerim bir ay izin verdiler” diyerek heybesini doldurdu. Köyüne varıp yeniden yaylaya yerleşti. Kendisi gibi 3-5 firari bulup çete kurdu, civar köyleri haraca bağladı. Kocasının Haymana’daki çatışmalarda şehadet haberi gelince Ayşe’ye zorla nikâh kıydı; şehitten miras kalan topraklara çöktü. Oğlunun şehit haberi gelince üzüntüden yatağa düşen, başkaca da kimsesi olmayan Hacer Kadın’ın topraklarını üzerine geçirdi. Tefecilik yaptı, topraklarına toprak kattı. Cumhuriyet ilan edilince kasabada adamını buldu, “firari” ünvanını “gazi” olarak değiştirdi, bir de İstiklal Madalyası edindi. Zafer şenliklerinde en öndeydi. Kahramanlık hikâyeleri saymakla bitmiyordu. Önce kasaba siyasetinde, sonra vilayet siyasetinde temayüz etti. Siyaset sayesinde işlerini büyüttü, vilayette hükumet müteahhitliği yaptı. Yoksulluktan yakınan görse, “mürtecidir” diyerek ispiyonladı. Çok içerdi, 64 yaşında karaciğer yetmezliğinden ölünce, 6 çocuğuna epeyce miras kaldı. Çocukların bir kısmı okumuştu, Ankara’da yüksek mevkilerde görevler aldılar; bir kısmı ticarette ilerledi. Çokça torunu, torununun torunu oldu. İsmail Sıtkı Efendi’nin terekesi hepsini varlık içinde büyüttü. Hepsi de Cumhuriyet’e sıkı sıkı bağlı kaldılar. Devletin çok iltifatına mazhar oldular. Tıpkı büyük dedeleri gibi irticaın yılmaz hasımları oldular. “Cumhuriyet fazilettir” diyor, İsmail Sıtkı Efendi’nin İstiklal Madalyası’na bakıp ailece gururlanıyorlar.
İstanbul’da mütevazı bir tüccar iken mütareke sırasında bir baloda İngiliz Yüksek Komiseri ile tanıştı. Zeki ve kıvrak bir adamdı. Komiser güvenmese de kullanışlı olduğunu fark etti, İngiliz işgal ordusunun tedarik işlerini İzzet Said Bey’e verdi. Daha fazla göze girebilmek için Ankara’daki “eşkıyaya” para ve mühimmat götürenleri ihbar etti. Yararlılıklarından dolayı İngiliz Nişanı ile ödüllendirildi. Serveti kısa sürede büyüdü. Savaş bitip de İngiliz askeri İstanbul’dan çıkarken, onlarla gitmek yerine, Ankara’daki dostlarıyla irtibata geçti, acente bir Cadillac’ı trene yükletip, yanına bolca nakit para alıp Ankara’ya vasıl oldu. Cadillac’ı Reisi Cumhur’a hediye etti, parasıyla dostlarını yaşattı. Kısa sürede memleketin inşa ve imarında imtiyazlar edindi. İyi münasebetleri sayesinde İngilizlerle ticareti büyüttü, ilaç, basma, pazen, silah ithal etti. Aldığı talimatla bir gazete kurdu, Cumhuriyet’i etiyle-kemiğiyle savundu. İstiklal Savaşı’ndaki yararlılıkları nedeniyle şaşaalı bir merasimle kendisine İstiklal Madalyası tevdi edildi. Ticaretini bozacağı için yerli üretime savaş açtı, hatta İstanbul’da bir silah fabrika-sındaki patlamayı bile organize etti. Devlet içinde imparatorluk oldu. Çocukları ve torunları bu sermaye imparatorluğuna sımsıkı sahip çıktılar; bütün şirketleri ve varlıkları ile Cumhuriyet’i, laikliği, Batılılaşmayı destekliyorlar. Kurdukları özel okullar, özel üniversiteler, vakıflar çok iyi İngilizce konuşan binlerce çağdaş Cumhuriyet çocuğu yetiştirdi. Torunları, İzzet Said Bey adına bir de müze açtılar; İngiliz Nişanı ile İstiklal Madalyası müzenin en mutena yerinde sergileniyor. Her Cumhuriyet Bayramı’nda en güzel, en dokunaklı, en duygulu, en ılgıt ılgıt, en ilmek ilmek videoyu onlar yayınlıyorlar. Bir de çoğu yurtdışında aile üyeleri yılda bir müzede buluşup Cumhuriyet’e kadeh kaldırıyorlar.
Dedesi Balkan Harbi’nde şehit oldu, babası Yemen’den dönmedi. Kardeşinin Sarıkamış’tan acı haberi geldi. Seferberlikte başlayan askerlik vazifesi, 8 yıl sonra Manisa’da bir Yunan kurşunuyla sona erdi. Yaralı haliyle İzmir’e kadar koşası vardı ama kan kaybından bayılınca sahra hastanesine götürdüler. 20 gün yattı, “savaş bitti, haydi köyüne dön” dediler, gâh yalınayak gâh kağnıya binerek haftalar sonra köyünü buldu. Sonradan bir İstiklal Madalyası verdiler lakin kör olası yoksulluk onu da üç otuz paraya sattırdı. Bulgur, soğan ve yağsız tarhana ile bir ömür geçti. Jandarma gelince oğlunu, mültezim gelince horozunu verdi. Nicesin diye soranı çıkmadı. 72 yaşında ölünce, kasabadaki yerel gazetede “İstiklal Savaşı Gazisi vefat etti” diye iki satır haber çıktı, o kadar. Çocukları, torunları, Ali Onbaşı gibi yiğittiler. Kimi çok çalıştı, kimi de Kore’de, Kıbrıs’ta, terörle mücadelede şehit oldu. Hep “vatan sağ olsun” dediler. Hiç isyan etmediler, itiraz etmediler. Neslinden hiç vatan haini çıkmadı. Hâlâ en iyi polisliği, en iyi askerliği onlar yapıyorlar; çünkü vatanları için en iyi onlar savaşıyorlar. Torunlarının bir kaçı İzzet Said Bey’in fabrikalarında, İsmail Sıtkı Efendi’nin inşaatlarında çalışıyor, bazıları evlere temizliğe gidiyor. Hastane önlerinde kuyrukta, devlet dairelerinde sırada bekliyorlar. Çekingenler, ürkekler; hepsi de edepten. Denk gelirse Cumhuriyet Bayramı merasimlerini televizyondan, uzaktan, en arkadan izliyorlar. Dedeleri Ali Onbaşı’yı pek hatırlayan yok; nasıl olsun ki, Anadolu’nun çoğunun hikâyesi aynı değil mi?