34,5363
36,0100
3.009,09
Çirkinleştirilen ve cehenneme çevrilmek istenen dünyanın sırtına, 1992 – 1995 arasında üç yıllık korkunç bir yük daha yüklendi.
Avrupa’nın ortasındaki bir coğrafyaya bombalar yağarken tarihe kara bir leke daha eklendi…
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük soykırım da, en büyük şehir kuşatması da Bosna Hersek’in kalbinde yaşandı.
Kardeşlik ve barışla adını duyuran şehir Saraybosna; ne büyük bir talihsizliktir ki, Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı olarak kabul edilen, Avusturya – Macaristan Arşidükü’nün öldürülmesi olayını da yaşadı, 1992 – 1995 yılları arasındaki “Bosna Savaşı” denen bu utancı da.
Saraybosna Üniversitesi İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar ve Uluslararası Hukuk Araştırma Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Rasim Muratoviç Cumhuriyet’e, bölgedeki son durum ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
DÜNÜN VE BUGÜNÜN SARAYBOSNA’SI
Saraybosna tarihinde büyük bir ayrım olduğunu düşünüyorum: “1992’den öncesi” ve “1992’den sonrası”. İlk olarak “1992’den öncesi” hakkında konuşmak istiyorum. Saraybosna nasıl bir kentti? Savaş başlamadan nasıl bir kent yaşamı vardı?
Benimle röportaj yapma kararınız için teşekkür ederim.
İlk sorunuza gelince; Saraybosna’nın tarihinde ne kadar geri gitmek istediğinizi bilmiyorum. Kulin Ban zamanından Kral Tvrtko’ya, Osmanlı İmparatorluğu yönetiminden Avusturya-Macaristan yönetimine, Yugoslavya Krallığı’ndan Tito’nun Yugoslavya’sına kadar uzun bir dönem, ayrıntılı bir tarih var… Çağların geçişini en iyi görebileceğiniz yer Saraybosna’dır; burada çıplak gözle bile o dönemlerin, büyük ve güçlü imparatorlukların izlerini görebilirsiniz. Saraybosna’da, Avrupa kentlerinde pek nadir rastlanan bir durumla karşılaşırsınız; Doğu, Batı ve tarafsız sosyalist tarzın bir kombinasyonu vardır.
Bugün Saraybosna, kelimenin tam anlamıyla bir metropol.
Ben, 4 Eylül 1971’de, Saraybosna’nın kuzeyinde, Tuzla yönünde elli kilometre uzaklıkta güzel bir köy olan Olova’dan on dört yaşındayken ortaokulu okumak için Saraybosna’ya geldim. O zamandan beri Saraybosna ile birlikte yaşıyoruz. Saraybosna, genç bir adamın büyük bir şehirden bekleyeceği her şeyi verdi bana: soyluluk, heyecan, okuma, çalışma, para kazanma, güçlü ve etkili insanlarla tanışma fırsatı… Ben de Saraybosna’ya gençliğimi, çalışkanlığımı ve enerjimi verdim.
Eskiden beri öyleydi, hâlâ öyle ve ileride de öyle kalacak; Saraybosna’ya gelen genç insanlarla Saraybosna, yani dünyanın en güzel şehri arasında büyük bir karşılıklı sevgi var.
1971 yılında Saraybosna bugünkünden çok daha küçüktü. Saraybosna, Cengic Vila’da son buluyordu. Ilıca vardı, Trebevic piknik alanı vardı ve bu kadardı. 70’li yılların sonunda Otoka, Alipasinopolje’nin inşası başladı ve 80’lerin başında 14. Kış Olimpiyat Oyunları için Dobrinja ve Sarajpolje yapıldı. Bunlar ucuz ve mütevazı sosyalist apartmanlardı; burada yaşardınız. Şehir merkezindeki beyaz yakalı yönetim işlerinde veya Saraybosna’nın eteklerinde bulunan büyük fabrikalarda mavi yakalı olarak çalışırdınız. Saraybosna’nın Osmanlı dönemine ait eski kent merkezi ihmal edilmişti, nadiren ziyaret ediliyordu (1984 Olimpiyatları dışında). Camiler, tekkeler, hanlar ve kervansaraylar harap, terkedilmiş ve ıssız durumdaydı. Ancak, o dönemde tanrıya gerçekten bağlı olan inançlı insanlar, gösterişsiz ve temiz kalmaya özen göstererek bu mekânlara bağlılıklarını gösterdiler.
Saraybosna, ulusal ve dinî hoşgörüsüyle tanınırdı. En kalabalık halk olan Boşnaklar esnek, yeni durumlara ve ilişkilere uyum sağlayabilen, ne ulusal ne de dinî kimlikleriyle sıkıntı yaşayan insanlardı. Öncesinde geniş ölçüde özel mülke bağlı olan ekonomik geçişin, sosyalizm / komünizmden kapitalizme geçişin, yeni ekonomik ve siyasî ilişkilere uyum sağlamanın hazırlığını yapıyorlardı.
Birçok akademisyen, sanatçı, sporcu, demokratik olarak bilinen politikacılar, aktörler Boşnaklardı. Bunlardan sadece birkaçını söyleyelim: ressamlar Mersad Berber ve Safet Zec, karikatüristler Hasan Fazlic ve Midhat Ajanovic, yazarlar Abdullah Sidran ve Nedzad Ibrisimovic, en popüler pop ve rock müzik grupları, en popüler komedyenler, hepsi Bosna-Hersek’ten, Saraybosna’dan geliyordu. Yugoslavya Millî Futbol Takımı’nda 1990 Dünya Kupası’nda beş futbolcu Bosna-Hersek’tendi, altıncı ise, kaptan Faruk Hadzibegic, Saraybosnalıydı. Tüm bunlar Boşnakları, böyle bir istekleri olmasa bile, popüler yapmıştı.
Bu yeni gerçeklikte, Boşnaklar “vatandaşlık hakkı” aldılar. Yeni duruma uyumları çok hızlı oldu. Demokratik girişimleriyle Boşnaklar ve başkenti Saraybosna ile Bosna, ortaya çıkan milliyetçilik için bir “tehdit” oldu; çünkü bu milliyetçilik, felç olmuş Yugoslav sistemini iyileştirmeyi vaat ediyordu. Ulusal bölgelere bölünmüş bir dünyada Boşnak çokkültürlülüğüne, Bosna-Hersek’in uluslararası ve çok dinli kültürel yapısına yer yoktu.
TİTO’NUN MİRASI
O halde şimdi Yugoslavya’daki sosyalist rejimden bahsedelim. Bütün ulusların barış içinde bir arada yaşamasının sihirli bir yanı var mıydı sizce? Ve elbette Tito hakkındaki düşüncenizi de öğrenmek istiyorum; bir kahraman mıydı, yoksa bir diktatör mü?
Ben ona bir rejim demiyorum; bir “sistem” demek, daha uygun ve objektif oluyor. İyi bir insan politikasının yürütüldüğü, iyi düzenlenmiş ve işlevsel bir sistemdi. Ve her politikanın özü insancıldı. İnsanların çoğu, “kardeşlik ve birlik” olarak adlandırdığımız, gerçek ve samimi bir hayat yaşadılar. Sihir, geçici ve kısa vadeli bir şeydir. Sosyalizm, barış ve özgürlük dönemi, bir “an”dan biraz daha uzun olarak, 50 yıl sürdü. İdeal bir sistemden uzaktı; ama eşitlik, sosyal adalet, özgürlük ve barış için çaba gösteriliyordu.
Bosna-Hersek’in 480 yıl sonra devlet kimliğini yeniden kazandığı bir dönemdi. Boşnaklar ulusal kimlikleri için mücadele ettiler. “Din adı” altındaki gerçeğin, başta “Müslümanlar” ve sonra “Müslüman Boşnaklar”ın üstüne basarak, kitlesel eğitime başladılar; yüksek öğrenimlerini tamamlayarak, yüksek lisans ve doktora çalışmalarını yaptılar. Özellikle 1974 Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti Yeni Anayasası’ndan sonra, Bosna-Hersek, Sırbistan ve Hırvatistan ile diğer cumhuriyetlere kıyasla eşitliğini güçlendirdi ve Boşnaklar diğer halklarla eşitliklerini her geçen gün daha da pekiştirdiler. Bosnalı politikacıların, iş insanlarının, üniversite profesörlerinin, entelektüellerin ve sporcuların sahneye çıktığı yeni bir dönem başladı.
Bütün bu önemli tarihi süreçler Josip Broz Tito tarafından desteklendi. Tito, İkinci Dünya Savaşı’nda anti-faşist mücadeleye ve faşizmden kurtuluş mücadelesine liderlik ettiği için bir kahramandı. Bu mücadelelerin çoğu, Bosna-Hersek topraklarında gerçekleşti ve bu yüzden Tito sık sık şöyle derdi:
“Bosna-Hersek halkının anti-faşist mücadeleye yoğun katılımı ve gösterdiği büyük özveriler nedeniyle, Bosna-Hersek yeni Yugoslavya’nın geleceğinde Sırbistan ve Hırvatistan kadar eşit bir federal birim olmayı hak ediyor.”
Tito, 1943, 1974 ve 1978’de ve hatta ölene kadar böyle konuştu..
Anti-faşistler için Tito bir kahramandı, ideolojik muhalifleri için ise bir diktatördü. Tito, muhalifleriyle sert bir şekilde uğraştı. Dünyanın genelinde Tito, adil bir lider, bir beyefendi, karizmatik bir insan olarak bilinirdi. Tito, büyük bir devlet adamı, siyasetçi ve diplomat olarak büyük bir saygınlığa sahipti. Dünya genelinden yüzden fazla cumhurbaşkanı ve başbakan, 8 Mayıs 1980’deki cenazesine katıldı. Bu size her şeyi anlatıyor. Bugün Saraybosna’daki ana caddeye Tito’nun adının verilmiş olmasından kişisel bir memnuniyet duyuyorum.
BATI’NIN İKİ YÜZLÜLÜĞÜ
Peki, sonra ne oldu? Her şeyi kaybetmek için birkaç yıllık bir süre gerçekten çok kısa. Sanırım Avrupa Birliği (AB), Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Birleşmiş Milletler (BM) bunu görmek istiyordu ve gördü. Gerçeği bu kadar kısa bir şekilde anlatabilir miyiz? Her şeyi korku filmi izler gibi izlemekle yetindiklerini söyleyebilir miyiz?
Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından, Yugoslavya’nın kapitalist Batı ile komünist Doğu arasındaki tampon bölge olarak var olma ihtiyacı sona erdi. 1990’larda, Yugoslavya’nın demokratikleştirilmesini ve demokratik federatif, konfederatif veya bağımsız devletler ittifakı olarak varlığını sürdürmesini savunan güçler, Büyük Sırp ve Büyük Hırvat milliyetçiliği ile bazı Batı kaynaklı güçler tarafından mağlup edildi. Tito’nun ideolojik muhaliflerinin azınlığı, işte o zaman çoğunluğa dönüştü. Dışarıdan ve içeriden gelen güçlü darbelerin etkisiyle, Yugoslavya kolayca parçalandı. Bu parçalanma sürecinde, Bosna en büyük bedeli ödedi.
Batı’da birçok kişi bu acıları keyifle izliyor gibi görünüyordu. Bu korku filmi, yani vatandaşlarına her gün bağımsız ve egemen Bosna-Hersek Cumhuriyeti’ne karşı saldırıları ve Boşnaklara karşı soykırımı gösteren film, birçok TV kanalı tarafından doğrudan yayımlandı.
Bunla ilgili yaygın olan yorumlar şunlardı:
“Bakın bu ilkel insanlara. Daha iyisini hak etmiyorlar. İşte bu yüzden refah, insan hakları ve özgürlükler devletimizi koruyalım.”
Kısacası, Batı politikalarının ikiyüzlülüğü, dünya genelindeki sıradan insanlar dışında, sadece birkaç üst düzey entelektüel tarafından eleştirildi.
DAYTON ANLAŞMASI
Dayton Anlaşması hakkında ne düşünüyorsunuz? Benim görüşüme göre, sadece savaşı sona erdirdi; ama barışı getirmedi. Bu bağlamda yeni sistemi de sormak istiyorum. Sizce anlaşma sonrası gelen yönetim sistemi nedir? Birçok milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı, kantonlar vb. Bir tek ben mi anlamakta zorlanıyorum?
Dayton Barış Anlaşması savaşı durdurdu. Adaletsiz bir barış, adil bir savaştan daha iyidir. Uluslararası silahlı çatışmanın (yani saldırının) katılımcıları olarak, anlaşma Sırbistan, Hırvatistan ve Bosna-Hersek tarafından imzalandı. Dayton Barış Anlaşması’nın garantör devletleri Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya oldu.
Dayton Barış Anlaşması’nın 1. Maddesi, Bosna-Hersek’in devlet sürekliliğini tanımladı. Bosna-Hersek bağımsızlığını, egemenliğini ve uluslararası tanınırlığını korudu. Bugün Bosna-Hersek dünya üzerinde 180’den fazla ülke tarafından tanınmaktadır. Bosna-Hersek, Avrupa Birliği ve NATO ittifakı yolunda ilerlemektedir. Bu uzun sürecek bir yolculuktur.
Bosna-Hersek, Dayton yapısı ve Dayton düzenlemesinden kaynaklanan iç siyasal bölünmelerle derin bir şekilde parçalanmıştır. Yüzlerce siyasi parti, düzinelerce hükümet, başbakan, yüzlerce bakan, iç bölünmüşlük ve farklı çıkarlar, Bosna-Hersek’i gözlerimizin önünde gelişen büyük küresel süreçlerin içinde tutmaktadır.