34,5248
35,9243
2.991,56
Çarşamba günü -23 Ekim- Prizren’de (Kosova) Sinan Paşa Camii’nin şadırvanında öğle namazı için abdest alırken, bir de baktım yanı başımda Hacı İlyas Amca. Prizren’e yolu düşen herkesin bir şekilde muhakkak rastlaştığı, sohbet ettiği, hatta birlikte şehri adımladığı -kendisinin en sevdiği şey, misafirlerine Prizren’i anlatmaktır- İlyas Amca, rahmetli Necmettin Erbakan Hoca ile Almanya’da tanışmasının ardından, 30 yıl boyunca Millî Görüş’ün Balkanlardaki temsilciliğini yapmış. Aliya İzetbegoviç’in yakın dostları arasında bulunan İlyas Amca, Cumhurbaşkanı Erdoğan için de “o benim arkadaşım” diyor. Erdoğan, iki kez Prizren’de İlyas Amca’nın misafiri olmuş, İlyas Amca da Ankara’da iade-i ziyareti ihmal etmemiş.
Temmuz ayındaki Prizren ziyaretimde uzunca sohbet ettiğimiz İlyas Amca, bu defa da ayaküstü tatlı tatlı konuştu: “Şu gördüğünüz her yer harabeydi. Camilerimiz yıkıktı. Tayyip Erdoğan hepsine el attı, eserlerimizi ayağa kaldırdı. Ondan önce buralarla ilgilenen yoktu. Hepsini ona borçluyuz.” Ben İlyas Amca’yı tanıdığım için yorumlarına aşinaydım, ama birlikte seyahat ettiğimiz dostlarımız bu samimiyet karşısında küçük birer şaşkınlık yaşadılar. İlyas Amca, laf arasında birden ciddileşti: “Ama siz son seçimde yeteri kadar çalışmadınız. Belediyeyi kaybettiniz. Yazık oldu!”
Prizren, beş ülkeyi kapsayan bir haftalık Balkan yolculuğumuzun son durağıydı. Saraybosna’dan başlayıp Mostar’a inmiş, Blagay Tekkesi ve Poçitel’i gördükten sonra Trebinye’de konaklamış, Kotor, Budva ve Bar’a uğrayarak İşkodra’ya gelmiştik. İşkodra’nın ardından Tiran ve Elbasan üzerinden Ohri’ye uzanmış, Resne ve Manastır yoluyla Üsküp’e varmıştık. Kalkandelen’i ziyaretten sonra Kosova’ya geçmiş, Prizren’de soluklanıp Meşhed-i Hüdâvendigâr’ı selamlayarak İstanbul’a dönmüştük.
Balkanlarda adımladığımız her şehirde, namaz kıldığımız her camide ve dua ettiğimiz her kabirde, İlyas Amca’nın dilinde ifadesini bulan “Türkiye bize sahip çıktı” duygusunun somut delillerini derinlemesine müşahede ettik. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) tabelasını taşımayan kadîm mekân neredeyse yok gibiydi. TİKA, tarihî eserleri ya onarmış, ya yeniden inşa etmiş ya da ayakta kalması için destek vermişti. Diğer resmî kurumlarımız da sahada sayısız iş yapmıştı ve yapıyordu. Sadece eserler ihya edilmemiş, insanların gönüllerinde de Türkiye’yle Balkanlar arasında sapasağlam köprüler kurulmuştu. Tarih boyunca zaten var olan irtibatlar pekiştirilmiş, Osmanlı ruhunun hâlâ capcanlı yaşadığı bu coğrafyada, insanlara “sahipsiz” olmadıkları öğretilmişti.
Arnavutluk’un başkenti Tiran’da geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ibadete açılan Namazgâh Camii’ni ziyaret ederken… Kalkandelen’de Harabâtî Tekkesi’nin mihmandarı ve güvenliği Arnavut Cumali Seydiu’nun “Bu tarihî Osmanlı tekkesi Hristiyanların işgali altındaydı. Ben ve arkadaşlarım cephede savaşarak buraları kurtardık. 15 Temmuz’da dayanamadım, hemen Türkiye’ye gittim. Bayrampaşa’da Çevik Kuvvet’in orada günlerce bekledik” şeklindeki konuşmasını dinlerken… Kosova Savaşı’nda Sultan Birinci Murad Hüdâvendigâr’ın şehit düştüğü alana inşa edilen türbede nöbet tutan Boşnak Sâniye Teyze’nin Osmanlı’yı öven sözlerine kulak verirken… Hissettiğimiz şey hep aynıydı: Gözler ve kulaklar Türkiye’deydi. Türkiye’nin emniyeti, güvenliği, dirliği ve dinçliği için eller ve gönüller duadaydı.
TUSAŞ saldırısını, İstanbul uçağına binmek üzere Priştine’ye geçerken öğrendik. Balkanlarda adım adım şahit olduğumuz umutlarla, Türkiye’nin içine çekilmeye çalışıldığı anarşi ve terör bataklığı ne büyük tezat oluşturuyordu. Bir yandan saldırıya dair detayları öğrenmeye çalışırken, bir yandan da istikbale dair düşüncelere dalmadan edemedim:
Balkanlarda (ve İslâm dünyasının diğer noktalarında) Türkiye’ye ve bize dair beslenen ümitlere lâyık olmak için çalışmaya devam edecek siyasî kadrolar yetişiyor mu? Gelecekte Türkiye’yi idare etmeye soyunan isimler, son senelerde Osmanlı mirasına gösterilen samimi ve sıcak ilgiyi sürdürebilecek mi? Çeşitli sâiklerle Türkiye’yi dört bir yanından kemirmeye çalışan odakların İlyas Amca, Cumali, Sâniye Teyze ve benzerleriyle buluşabilecekleri bir düzlem mevcut mu? O ruhu kavrayacak derinlikleri, hepsinden de önemlisi böyle bir dertleri var mı?
Bazı soruların cevabının ürkütücü ve iç karartıcı olduğunu biliyorum. Ancak içinden geçtiğimiz süreç, bize, daha fazla çalışmak ve bize bağlanan umutları boşa çıkarmamak için gayreti eksiltmemek gerektiğini gösteren bir ihtar aynı zamanda.