34,4075
36,2796
2.837,00
T24 Haber Merkezi
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısında; siyasi kutuplaşma ve “bilime dayalı olmadığı” yorumlarıyla eğitimcilerin ve toplumun önemli bir kısmının tepkisini çeken yeni eğitim müfredatı modeli, Türkiye’nin nitelikli iş gücünü kaybetmesi ve göçmen politikası eleştirilirken, hukukun üstünlüğünün ve Anayasa Mahkemesi’nin önemine, yargı bağımsızlığının ekonomik gidişatı direkt olarak etkilediğine vurgu yapıldı.
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi’nin (YİK) 2024’ün ilk toplantısı bugün yapıldı. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de katıldığı toplantıya Türkiye’nin önde gelen iş insanları katıldı.
Toplantıda konuşan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras, Türkiye’nin hukukun üstünlüğü endeksine göre sıralamasının gerilediğine ve bunun, ekonomik öngörülebilirliği etkilediğine vurgu yaptı. Aras, Türkiye’nin beyin göçü verdiğine dikkat çekerek, “Nitelikli emek, sadece iyi ücret istemiyor; şeffaflık, hukukun üstünlüğü ve demokrasi ile çerçevelenen iyi bir yaşam istiyor. Bunu sağlayan ülkelere göçüyorlar” dedi. Göçmen politikasının iyi yönetilmesi gerektiğini de ifade eden Aras, Türkiye’nin “Avrupa’nın göçmen deposu olmaması gerektiğini” dile getirdi.
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan da yaptığı konuşmada birtakım siyasi eleştirilerde bulunurken, son 10 yılda Türkiye’nin fakirleştiğini belirtti ve “Geride bıraktığımız 10 yılı kaybetmemiş olsaydık, farklı bir tablo konuşabilirdik. Düşük enflasyon, bütçe disiplini, sorunsuz finansa edilebilen bir cari açık, stabil bir TL çok daha yüksek kişi başı gelir anlamına gelecekti. Ne gelir dağılımı böyle bozulacaktı, ne emeklinin alım gücü böyle düşecekti ne de gençler yurt dışında geleceklerini arayacaklardı. Vakit kaybettik, bedeli ağır oldu. Şimdi yeniden doğru adımları atmaya başladık” dedi. Turan, son bir yıldır uygulanan ekonomi politikasından memnun olduklarını ancak “temkinli olduklarını, adım atarken kılı kırk yardıklarını” söyledi.
Aras’ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
“Geleceği düşünerek adım atabilmek için hızla değişen dünyayı iyi anlamalıyız. Dünyadaki değişimi dört ana başlık altında toplayabiliriz: iklim, demografi, jeopolitik ve teknoloji. Bu değişimlerin en başında iklim değişikliği geliyor. Küresel ısınmanın sonuçlarını her alanda yaşıyoruz.
Ülkeler ekonomi politikalarını bu doğrultuda değiştiriyor. İklim değişikliğiyle mücadele konusundaki küresel mutabakat giderek güçleniyor. Bu alanda AB başı çekiyor. Yeşil dönüşüm ihtiyacı, tarımsal üretim, tüketim tercihleri, üretim teknolojileri ve ticaret gibi birçok alanda değişimi tetikliyor.
Yeşil dönüşüme duyarlı olmayan şirketlerin rekabet şansı kalmıyor. Yeşil dönüşümü kaçırmamak için hareket etmeli ve uyum kapasitesini artıracak tedbirleri hızla hayata geçirmeliyiz. Aksi halde ciddi zorluklarla karşılaşacağız.
Güçlü ve dayanıklı bir ekonomi, toplum ve ülke yaratmak için farklı yapmamız gerekenleri dört ana başlıkta özetleyebilirim:
“Pek çok ülke nitelikli göç programı uyguluyor. Türkiye, yetiştirdiği nitelikli gençleri başka ülkelere kaptırıyor. Nitelikli emek, sadece iyi ücret istemiyor; şeffaflık, hukukun üstünlüğü ve demokrasi ile çerçevelenen iyi bir yaşam istiyor. Bunu sağlayan ülkelere göçüyorlar. 2022’de 140 bin vatandaşımız göç etti. Ülkemiz hem göç veriyor, hem göç alıyor. Demografi fırsat penceresi sorunununu Avrupa’nın göçmen deposu olarak çözemeyiz. Dünyada en çok göç alan iki ülkeden biriyiz. Beyin göçünü tersine çevirmeliyiz, göçmen politikasını lehimize geliştirmeliyiz. Demografik değişimi iyi yönetmeliyiz.
Değişimi kaçırmamalıyız. Önyargılarımızdan kurtulmalı ve yeni politikalar üretmeliyiz. Hukukun üstünlüğü, eğitim ve liyakat, teknoloji üretmek ve inovasyon son olarak verimlilik ihracata dayalı ekonomi modeli.
Hukukun üstünülüğü endeksine göre Türkiye’nin sıralaması geriliyor. Bu, rekabet gücümüzü zedeliyor. Hukukun üstünlüğü, siyasal ve ekonomik yaşamın her alanında öngörülebilirlik sağlar.
Hukukun üstünlüğü; yasama, yürütme ve yargı erklerinin, sahip olduğu güçleri kötüye kullanmayı önleyen fren mekanizmasının dayanağıdır. Bu mekanizma işlemiyorsa Anayasa’da öngörülen kuvvetler ayrılığı ilkesi hayata geçmiyordur. Hukuk devleti ilkesi, anayasaları iktidarların keyfi davranışlarını önlemek için konmuştur.
Son zamanlarda AYM ile tartışmaların gündeme geldiğini üzülerek görüyoruz. AYM’nin üstünlüğü ilkesinden asla taviz vermemeliyiz. Vatandaşların ve yatırımcıların yargının bağımsız ve tarafsızlığına güveni tam olmalıdır.
Eğitim en önemli mesele olarak görüyoruz. Siyasi görüş ve inanç bazlı eğitimle değil, bilim ve bilgi bazlı eğitimle eğitilmiş iş gücüne ihtiyaç vardır. Eğitim sistemimiz vasıfsız üniversite mezunu değil, becerikli gençler yetiştirmelidir. Yeni Maarif Modeli’ni ülkemizi geleceğe hazırlama kapasitesinde görmüyoruz.
Liyakatin de hayata geçirilmesi önemlidir. Gençleri hak ettiği yerlere getirmeli, atamalarda likayete uygun hareket edilmediği inancı yozlaşmaya yol açıyor.
Mülakat sisteminin mevcut hali de uygulamadan kaldırılmalı, yerine liyakat esaslı bir sistem hayata geçirilmeli.
Teknolojik atılımlarını Türkiye hep geriden takip etti. Bu kez kaçırmayalım. Ar-Ge’ye ayrılan kaynakları artıralım, genç girişimcileri destekleyelim.
Verimliliği, kârlılığı yüksek şirketler, çalışanlarını enflasyonlara ezdirmezler. Verimliliği yüksek şirket sayısı arttıkça asgari ücretli çalışan sayısı azalır. Verimliliğe dayalı büyüme modeline geçmesi gerekiyor.
Önemli bir kavşaktayız. Doğru zamanda doğru kararlar vermeliyiz. Dünyadaki değişimi kaçırmamalıyız. Siyasi çatışmalarla vakit ve enerji kaybetmemeliyiz. Hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığını sağlamış, bilime odaklı eğitimi benimsemiş, yenilikçi teknolojiyi esas alan, verimliliği yüksek, rekabet avantajı olan, dünyaya mal ve hizmet satabilen, AB ile gümrük birliğini güncellemiş, vatandaşların ve dünyanın güvendiği bir ülke yaratabiliriz.”
“1 yıldır doğru politikasına dönmüş olmamızı önemsiyoruz”
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan’ın açıklamasından önce çıkanlar da şöyle:
“Siyasi kamplaşma ve gerilimler, seçimlere damga vurmuştu. Oysa Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken bu bize yakışmazdı. Bu günleri geride bırakma ihtimali belirdi ama temkinliyiz, adım atarken kılı kırk yarıyoruz.
2016 sonrasında uygulanan hatalı politikalar sonucu enflasyon performansı kötüleşti, 2021’de hız kazandı. 1 yıldır doğru politikasına dönmüş olmamızı önemsiyoruz.
Cari açıkla yıllardır mücadele ediyoruz. En önemli dış kırılganlıklarımızdan biri haline gelen TCMB rezervlerinin güçlenmeye başlaması memnuniyet verici.
Geride bıraktığımız 10 yılı kaybetmemiş olsaydık, farklı bir tablo konuşabilirdik. Düşük enflasyon, bütçe disiplini, sorunsuz finansa edilebilen bir cari açık, stabil bir TL çok daha yüksek kişi başı gelir anlamına gelecekti. Ne gelir dağılımı böyle bozulacaktı, ne emeklinin alım gücü böyle düşecekti ne de gençler yurt dışında geleceklerini arayacaklardı. Vakit kaybettik, bedeli ağır oldu. Şimdi yeniden doğru adımları atmaya başladık. Bu süreç bizi sıkı sıkıya sarılmamız gerekenleri hatırlattı. Kurumların bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, yönetişim kalitesi, özgürlüklerin, çoğulcukların önemini bir kez daha gördük. Bu ülkelere sıkı sıkıya bağlı kalarak daha iyi bir yerde olmamız mümkündü. Kaybettiğimiz vakti geri kazanabilmemiz mümkün. Enerjimizi tüketen kısır çekişmeleri kenara bırakmak gerekiyor, kamplaşmanın kimseye faydası yok. Siyasette normalleşme adımları hepimizi umutlandırıyor.
Güncellenecek…