34,5877
36,3277
2.919,43
* Gülseren Onanç
Bayram haftasında Oxford’aydım. Skoll Vakfı’nın organize ettiği, dünyanın karşı karşıya olduğu sorunlara yaratıcı çözümler bulmak üzere çalışan sosyal girişimcilerini, sivil toplum temsilcilerini, aktivistleri, fon kuruluşlarını, sanatçıları bir araya getiren, bu yıl 21’incisi düzenlenen zirveye katıldım. Bu zirveye ikinci kez katılıyorum. Dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayanların benzer sorunlarına ilişkin verilen mücadeleden, üretilen yaratıcı çözümlerden, gelenlerin hepsinde var olan dünyayı daha iyi bir yer yapmak heyecanından çok ilham alıyorum.
Bu yılki zirvenin ana teması dünyanın yarısının katılacağı 2024 seçimleriydi. “Bu seçimler sonucunda iklim krizine, savaşlara, yoksulluğa, kadına yönelik ayrımcılığa son verecek liderler seçilebilecek mi?”, “Demokrasi savunucuları nasıl güçlendirilebilir?”, “Aktivistler teknoloji ve yapay zekayı nasıl daha iyi kullanabilir?”, Bağışçıların değişimdeki rolü ve etkinliği nasıl artırılır? soruları üzerine konuşuldu.
Zirvenin temel amacı katılımcılar arasında bir network oluşmasına destek olmak. Oxford Üniversitesi’nin İşletme Fakültesi (Said School Of Business) ana buluşma alanı olarak organize ediliyor, ama şehrin çeşitli yerlerinde paralel toplantılar, tiyatro gösterileri, fakültelerde yemekler ve yemek sonrası buluşmalar için farklı publar organizasyonun içinde yer alıyor. Herkes birbirinden bir şey öğrenmeye çalışıyor. Ortak sorunlara çözüm üretenleri tanımak, yalnız olmadığımızın farkına varmak herkese çok iyi geliyor. Herkesin peşinde olduğu kişiler sivil inisiyatiflere fon sağlayan kuruluşların temsilcileri oluyor. Dünyanın her yerinde sosyal sorunlara çözüm üretenlerin sorunu aynı; maddi kaynaklara erişim yani para.
Katılımcıların sanırım yarıya yakını Amerikalı, geri kalanı Küresel Güney (Global South) diye tanımlanan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdendi. Brezilya’dan gelen katılımcılar gözlemlediğim kadarıyla en büyük ikinci grubu oluşturuyordu. Güney Amerika’dan, Hindistan’dan ve Afrika kıtasındaki farklı ülkelerden gelenler hafta boyunca birbirleriyle sabahın erken saatlerinden geç saatlere kadar sürekli iletişim içindeydiler.
SES, Keseb, Dandelion
Ben üç şapkam ile ordaydım. İlki SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği başkanı olarak. SES Derneği olarak 6 yıldır sürdürdüğümüz dijital yayıncılığı, İngilizce bültenleri takip edenlerin içeriğimizi çok beğendiğini duymaktan gurur duydum. SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu’nu geliştirmek üzere neler yapabileceğimizi düşündüm. SES’in SES’ini dünyaya nasıl duyurabileceğimizi düşündüm.
Aynı zamadan Washington Merkezli Keseb’in danışma kurulu üyesi olarak oradaydım. Keseb, bir siyasi partiyi desteklemeyen, demokrasi yanlısı, kar amacı gütmeyen genç bir kuruluş. Otoriterliğe karşı koymak ve kapsayıcı ve dirençli demokrasileri ilerletmek için ülkeler arası öğrenme, iş birliği ve yenilik için bir ekosistem oluşturmayı hedefliyor.
Bir diğer şapkam ise Dandelion Projesi’nin bir üyesi olmaktı. İklim krizine ilişkin farkındalık uyandırmak ve ülke liderleri üzerine baskı kurmak üzere kadınların liderliğinde başlattığı bu projenin sözcüleri Mary Robinson ve Pat Mitchell gibi kadınlar olunca, projemiz baya destek gördü.
İçe kapanan, cazibesini yitiren Türkiye
Böyle uluslararası toplantılarda nedense katılımcılar listesinde Türkleri ararım. 1300 katılımcı arasında yaptığım her türlü aramada Türkiye’den başka bir katılımcıya rastlayamadım. Bunu nasıl açıklamalıyım diye düşündüm. Sosyal girişimcilik konusunda neden dünyanın gerisinde kaldık? 22 yıllık Erdoğan iktidarının Türkiye’yi içine soktuğu çorak iklimin ana neden olduğunu düşünüyorum. Dil bilen, dünyayı takip eden beyinler ya memleketi terk etti, ya da memlekete ilişkin umudunu kaybetti.
Zirve’de karşılaştığım ve İstanbul’dan geldiğimi söylediğim kişilerin aklına ilkin güzel bir şehir imajı beliriyor. Brezilyalılar gibi Türkiye’ye uzaktan bakanların ilgisini çekiyor. Son zamanlarda İstanbul’u ziyaret etmiş olanlar ise bir kez daha İstanbul’a gitmeyi pek düşünmüyor. Fransız bir kadın, İstanbul’da erkeklerin ona bakışlarından, taksilerin yabancı olduğunu anladıklarında bundan faydalanmak istediklerinden söz edip “Bir daha gitmek istemem” demesine gerçekten çok üzüldüm.
Ben ise 31 Mart seçimleri sonrası Türkiye’nin bir başarı hikayesi yazmaya başladığını anlatmak üzere sabırsızlanıyordum. Katıldığım toplantılarda “size Türkiye’den bir değişim hikayesi getirdim” diye başladım. 22 yıl sonra Erdoğan’ın partisinin ilk kez ikinci parti olduğunu, değişimin yerelden başladığını, kadın belediye başkan oranının yüzde 4 ten yüzde 13’e yükseldiğini heyecan içinde anlattım.
31 Mart seçimleri umut oldu
Ama asıl etkiyi Skoll Forum’un açılış toplantısının ana konuşmacılarından biri olan Mary Robinson’ın “Vazgeçmeden otoriter iktidarlar üzerine baskı kurmalıyızç Türkiye’ye ve Polonya’ya bakın, değişim için umut oldular” demesi yarattı.
Mary Robinson İrlanda’nın ilk kadın cumhurbaşkanı, BM İnsan Hakları Komiseri olarak görev yapmış, Akil İnsanlar grubu Elders’in başkanı. Şimdilerde iklim adaleti üzerine aktif bir şekilde çalışan örnek bir kadın. Ben kendisini son 7 yıldır tanıyorum. Türkiye’yi yakından takip eden, Kürt soruna ilişkin bilgi sahibi olan bu bilge kadın ile karşılaşır karşılaşmaz bana ilk söylediği şey, “Türkiye için çok mutluyum” oldu. Ayrılırken de “Türkiye’yi takip edeceğim” diyerek yarattığımız heyecanı nasıl devam ettirebileceğimizi izleyeceğini ifade etti.
Türkiye’nin örnek başarı hikayesini birlikte yazmalıyız
Türkiye’nin dünyaya anlatacağı başarı hikayesinin ilk bölümü 31 Mart’ta başladı. Bu hikâyeye, yerelden demokrasiyi, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü ekleyerek dünyaya otoriter liderlerin nasıl demokratik yollarla yenilebileceğini gösteren bir umut hikayesi yazabiliriz.
İngilizlerin ünlü dergisi The Economist’te yayınlanan Ekrem İmamoğlu’nun makalesini de çok değerli buldum.
“İstanbul ve Türkiye özgürlük, demokrasi ve sosyal uyumun sembolü olarak kalacaktır. Halkı önceleyen yeni bir siyasi ahlak, otoriter popülizme galip gelecektir. Demokratik çürüme ve ekonomik gerilemenin damgasını vurduğu bir neslin ardından Türkiye Cumhuriyeti ikinci yüzyılına demokrasiye olan inancını tazeleyerek giriyor.” diye yazan Ekrem İmamoğlu’nu bu cesur ve özgüvenli duruşu için kutluyorum.
Farklılıkları kucaklayan demokratik kurumları, insanlarının barış içinde yaşadığı, Avrupa Birliği değerlerini sahiplenen bir ülke hikayesini birlikte yazabiliriz.
* Bu yazı, Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu’nun sitesinden alınmıştır.