35,2168
36,7071
2.964,50
Türkiye’nin eski NATO daimi temsilcisi emekli büyükelçi Mehmet Fatih Ceylan Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.
– Trump, Türkiye’yi neden övdü?
Trump bir gün övgü dolu sözler söyler, ertesi gün sövgü yapar. Trump’ın yapısı belirsizliklerle, tutarsızlıklarla, öngörülemezliklerle malul olduğu için sözlerine ne kadar itibar etmek gerektiğini iyi düşünmeli. Ayrıca Trump’ın ifadelerinin satır araları okunduğunda, Suriye’de işler bir şekilde ters giderse ki gitme ihtimali çok yüksek, o zaman bunun sorumluluğunu Türkiye’ye yıkmış olacak.
– Trump’ın sözleri Suriye’de muhtemel olumsuzlukların faturasını Türkiye’ye çıkaracağının işareti mi?
Bence o yönüyle de bakılmalı. Trump HTŞ’nin Türkiye’nin himayesinde Suriye’ye girdiğini ima ediyor. Türkiye açısından bu iyi bir imaj değil.
– MİT Müsteşarı İbrahim Kalın’ın ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da Golani ile görüştü…
MİT Müsteşarının ve Hakan Fidan’ın verdiği görüntü belki ilk planda değil ama yeri geldiğinde veya devam eden süreçte olumsuzluklar yaşandığı taktirde Türkiye aleyhine kullanılmaya müsait bir tabloyu ortaya çıkarabilir. ABD’nin belli yönetim çevreleri de Golani ile temas kuruyor ama aynı kareye girmiyorlar. Şunu da unutmayalım HTŞ, ne ABD’nin, ne Birleşmiş Milletler’in, ne de Türkiye’nin terör örgütleri listesinden çıkarıldı.
– Fiilen çıkarıldığı gibi bir durum söz konusu…
Şu an terör örgütü değilmiş gibi muamele ediliyor ama hukuken çıkarılmış değil. Yarın öbür gün nasıl bir seyir aldığını bekleyip görmek lazım ama biz beklemeden görüyoruz. Deyim yerindeyse, dereyi görmeden sadece paçaları değil, pantolonu sıyırmaya kalkılıyor.
– Bu süreçte Türkiye nasıl bir pozisyon almalı?
Bizim Suriye politikasındaki geçmişimiz maalesef lekeli. Çünkü Türkiye mezhepler üstü bir anlayış yerine, ülke çıkarlarını sarsan tarafgir bir siyaset izledi. Müslüman Kardeşler yanlısı bir tavır sergiledi. Bunu Gazze krizinde de gördük. Orada halk soykırım derecesinde katliama maruz kaldı. Bunlar doğru ama Türkiye’nin izlediği yola baktığımızda sürekli Hamas’ı kollayan bir tablo ortaya çıktı. Türkiye’ye geçmişte çok büyük maliyeti olduğu bilinmesine karşın yine mezhepsel bir tutumun devreye sokulması, yaşanmış tüm acı tecrübelere rağmen hiç ders alınmadığını gösteriyor.
– Türkiye’nin zafer kazandığı yönünde yorumlar yapılıyor…
Belli kesimler bir zafer sarhoşluğu içinde. Neyin zaferini kutluyorlar, anlamadım. Baas rejiminin son bulması, halkına ıstırap çektiren Esad rejiminin yıkılması kuşkusuz olumludur. Ancak gelişmelerin ne yöne seyredeceğini kestirmemiz mümkün değil. Karşımızda çok parçalı bir toplum ve parçalanmış bir ülke var. Kaldı ki bölge dışındaki ülkelerin ne tür senaryolar izleyecekleri de görmek lazım.
– ABD Dışişleri Bakanı Blinken ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de Ankara’ya geldi. Türkiye’den ne bekliyorlar?
Beklentilerini deşifre ettiler. Avrupa’ya göçmen gelmemesini ve kendi ülkelerinde bulunan göçmenlerin Türkiye’nin aracılığı veya kolaylaştırıcılığında Suriye’ye dönmelerini istiyorlar. AB-Türkiye ilişkileri zaten durmuş halde. An itibariyle ilişkileri yalnızca düzensiz göç sorunu ayakta tutuyor.
– Bir terör örgütünün elinde Suriye’nin istikrara kavuşma ihtimali nedir, Suriye bir şeriat ülkesi mi olur?
Selefiliğin hakim olduğu bir ortamdan olgun bir demokrasinin çıkmasını beklemek saf dillik olur. Bunun örneğini yakın zamanda Afganistan’da gördük. İç dinamikleri farklı olabilir ama nihayetinde şunu biliyoruz; Taliban da Afganistan’da iktidarı aldığında başta yumuşak mesajlar verdi. Sonra kızların eğitimine, kadınların çalışmasına engel oldular ve Afganistan yeniden karanlık bir sarmalın içine sürüklendi. HTŞ’nin geçmişi belli. Afganistan’da olanın Suriye’de olmayacağı garantisini kimse veremez.
– Türkiye’yi bekleyen riskler neler?
İki ana tehdit var. Bir; PKK’nın güdümündeki PYD-YPG. Bunu söylerken, Suriye’de yaşayan Kürtleri kastetmediğimin altını çiziyorum. Ama PYD-YPG’nin hakim olduğu ortamda bu bir tehdit. Bunun acı sonuçlarını en son TUSAŞ’ta yaşadık. İki; selefi akımların, cihatçıların hakim olduğu, bölge veya bölgelerden Türkiye’ye yönelebilecek tehditler. Bunun da sonuçlarını gördük. Kobani’ye IŞİD girdiğinde, Türkiye, Batı’ya “Bir terör örgütünü kullanarak, diğer terör örgütü ile mücadele edemezsiniz” dedi. Bu doğru ama gelecekte HTŞ ile YPG arasındaki ilişkilerin nasıl ilerleyeceğini kestiremeyiz. SMO’nun da bileşenlerini iyi bilmek, bunların içinde HTŞ’ye yakın oluşumlar olduğunu hatırlamak lazım.
– ABD Türkiye ile SDG arasında ateşkesten söz edince MBS’den “Herhangi bir terör örgütü ile görüşmemiz söz konusu değil ” karşılığı geldi…
Cevap çok güzel ama 2018’de resmi gazetede terör örgütü ilan ettiğin HTŞ ile niye temas kurdun, neden istihbarat başkanını gönderdin? “Terör örgütleriyle muhatap olmuyoruz” güzel, tutarlı bir söylem. Ama gölgelendi. “YPG, PYD ile görüşmem” deniyor. Sonuna kadar katılıyor ve destekliyoruz. O zaman terör örgütü ilan ettiğin HTŞ’nin ayağına niye gidiyorsun? Bunun uluslararası kamuoyunda uyandırdığı izlenim peşimizi bırakacak mı? Bunu sormak lazım.
– Geçmişte olduğu gibi PKK/YPG’nin Batı tarafından romantize edildiği bir süreci yine yaşar mıyız?
Yaşayabiliriz ve bu Trump yönetiminin de tarafı olacağı bir romantizm olabilir.
– Bir pazarlık masası kurulursa Türkiye net olarak ne istemeli?
Türkiye’nin sınırlarında 30 km derinlikte bir güvenlik koridoru oluşturması gerektiği söyleniyor, bu tez yeni değil. Burada ne verileceği çok önemli. Hep kendi tarafımızın istek ve beklentilerini konuşuyoruz ama böyle bir şeyin karşılığında bizden ne isterler?
– Ne isteyebilirler?
Yeni bir anayasal rejim ve yeni bir yönetim şekli görüşülürken Türkiye’nin de olduğu masada sadece YPG/PYD konusu olmayacak. Bu bizim önceliğimiz ama Suriye için bir pazarlık masası kurulacak olursa ki kurulacak, HTŞ’nin ne yapacağı veya ne yapması gerektiği de masaya yatırılacak. O aşamada Türk yönetim çevreleri nasıl bir yol ve hangi öncelikleri izleyecek?
– Türkiye’nin resmi açıklamalarında PKK-PYD’ya işaret edilerek sınırlara yönelik tehdidinin sürdüğü belirtiliyor. TSK, Fırat’ın doğusuna bir harekat yapar mı?
Ben bunu zayıf ihtimal olarak görüyorum. İsrail’in Golan Tepeleri’ni işgal etmesi gibi, şu an Suriye’de herkes bir şeyleri kotarmaya çalışıyor. Türkiye de bu akıma kendini kaptırır mı bilemiyorum. Türkiye rotayı 2011’de olduğu gibi Müslüman Kardeşler’in HTŞ içindeki uzantılarına odaklarsa biz yine geriye döneriz. Türkiye bölgede tüm mezheplerin ve etnik grupların üstünde, kucaklayıcı bir siyaset izlediği zaman eskisi gibi saygın bir konuma gelir. Ne zaman mezhebi veya ideolojik kökenli yaklaşımlar sergilemeye başlar, o zaman kaybeden taraf biz oluruz. Şu anda sanki her şeyi kazanılmış gibi takdim ediliyor bizim kamuoyumuza.
– Kazanılan hiçbir şey yok mu?
Sadece Türkiye açısından değil, bütün civar ülkeler açısından baktığımızda Baas rejiminin devrilmesi var. Batı, Amerika’nın Irak’ı işgali sırasında Baassızlaştırma politikası yaptı ve devleti çökertti. Suriye’de muhtemelen aynı hataya düşmeyecekler. Çünkü eski rejimin bazı unsurlarıyla veya varlıklarıyla çalışmaya bir şekilde devam edecekler. Çünkü devleti çökertince sıkıntı devam ediyor. Irak’ta hala istikrarsızlık var.
– İsrail’in harekatlarından sonra Suriye’de bir devletten söz edebilir miyiz?
İsrail, Suriye üzerinde İran etkisini kırdı. Ona şüphe yok. İsrail’in İran’ın etkisini kırması Birleşik Arap Emirlikleri’nin de, Suudi Arabistan’ın da, Körfez ülkelerinin de, Mısır’ın da işine geldi. Selefiler gömlek değiştirmeyip aynı ideolojilerini Suriye genelinde uygulamaya başlarlarsa İsrail bunu da tehdit olarak algılar. Sünni fanatizmi ile Şii fanatizmi, İsrail için değişmiyor. Bu durum Arap ülkeleri açısından da aynı. Onlar da bu fanatizmleri varoluşsal tehdit olarak görüyor ve o noktada İsrail ile ortaklaşıyorlar.
– Bu ortaklaşmanın da etkisiyle mi İsrail Ortadoğu’yu böyle rahat domine edebiliyor?
Birkaç mesele bir araya geldi. Bir; ABD’de Trump’ın iş başına gelmesi. Trump, Golan Tepeleri’nin İsrail tarafından ilhak edilmesini, Kudüs’ün başkent olmasını zamanında kabul etti, onayladı. İsrail’in önünü açtı. İki; Arap rejimleri toplumlarındaki hassasiyetleri veya dengeleri düşünerek açıktan söylemeseler de İsrail’in, İran’ın tesis ettiği direniş ekseninin belini kırmasına ses çıkarmadı.
– Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türkiye Türkiye’den daha büyük. 782 bin km ile ufkumuzu sınırlandıramayız” ifadelerini nasıl değerlendirirsiniz?
Bu tür yayılmacı söylemler Türkiye’ye kazandırmaz. Hatta daha büyük faturaların Türkiye’nin önüne gelmesine neden olur.
– Ne gibi?
Suriye krizinde neler olduğunu gördük. Ülkeye göçmen doldu. Hem ekonomi, hem toplum zorlandı, gerilimler ortaya çıktı. İttifak halinde olduğumuz ülkelerle problemler yaşandı. Mısır’la ilişkiler bozuldu, Körfez ülkeleriyle ilişkiler geriledi. Suriye yanı başımızda kaynayan kazan haline geldi. Tekrar bir zamanlar sığındıkları “değerli yalnızlık”la mı yürüyeceğiz? Üstelik mezhebi bir anlayışla soslu yayılmacı bir söylem Güney Kafkasya’da, Orta Asya’da, Balkanlar’da çok mu iyi algılanacak? Suriye’de yeni bir dönem başladı. Dengeleri dikkate alan bir söylem kullanmalı ve tutum o yönde belirlenmeli. Çok hırslı, iddialı, Türkiye aleyhine kullanılabilecek söylemlerden sakınılmalı.
– Türkiye’de bu tür söylemlerin genelde iç kamuoyuna yönelik olduğu söylenip geçiliyor…
Resmi ağızlardan söylenen her şey not edilir. Türkiye’de dış politika iç politikanın esiri haline dönüştü. Her şey iç politikaya odaklı. “Üç, beş oy alacağım” diye Türkiye’nin saygınlığına, itibarına, inandırıcılığına sekte vurulursa dış politikada başarı sağlanmaz. Bu kadar net.
– Peki bu söylem sahaya nasıl yansıyacak?
Bekleyip göreceğiz. Ama bu yaklaşım doğrultusunda hareket edilirse Türkiye açısından çok ters sonuçlarla karşılaşmaya hazır olmalıyız. Erken davranılmamalı, hiçbir şey bitmedi, hatta birçok şey yeni başlıyor.
– Türkiye İran ilişkileri nasıl seyreder şu saatten sonra?
Türkiye-İran ilişkileri Kasr-ı Şirin’den bu yana hep rekabete dayalı oldu. Bu rekabetin özü değişmez. Ama rekabet var diye Türkiye’nin kalkıp İran’a karşı kendini konumlandırması doğru olmaz. Rekabet sürecini iyi yönetmeliyiz. Eğer herhangi bir aktörün İran’a karşı daha farklı senaryoları varsa onlara karşı da çok dikkatli olmalıyız. Türkiye’de kimi çevreler İran’ın bölgede nüfuzunun kırılmasından memnun olabilirler. Ama bunun Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getirmesi, bir cepheleşmeye sürüklemesi Türkiye için büyük risk. Zaten bölge pamuk ipliği üzerinde duruyor.
– Peki Rusya ile ilişkiler?
Rusya, İran ve Türkiye açısından bir Astana süreci yaşandı. Moskova ve Tahran’daki yönetimlerin Türkiye’nin şu an izlediği yaklaşımı ve kullandığı söylemleri not etmediğini düşünebilir misiniz? Başka alanlarda bizi sıkıştırmaya dönük bir takım hamleler içine girebilirler. Biz sadece Batı’ya odaklanıyoruz. Moskova’da dış işlerinde veya savunma bakanlığındaki biri “Türkiye bizi yarı yolda bıraktı” diye düşünebilir. Aynısı Tahran için de geçerli.
– Nasıl bir tehdit olabilir?
Her şeyi beklemek, hazırlıklı olmak lazım. Kendi ölçeğinde ekonomik ve ticari açıdan Türkiye’yi darboğaza sürükleyebilecek yollara başvurabilirler. Rusya’nın da İran’ın da elinde imkan var, Türkiye aleyhine kullanabilirler.
MEHMET FATİH CEYLAN KİMDİR?
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde uluslararası ilişkiler okudu. ABD Rutgers/Princeton üniversitelerinde yüksek lisansını tamamladı. 1979’da Dışişleri Bakanlığına girdi. İslamabad, Deventer, Düsseldorf, Brüksel’de görev yaptı. İkili siyasi ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcısı oldu. Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’nda daimi temsilci ve büyükelçi olarak görev yaptı. 2019’da emekli oldu.