34,5349
36,1909
2.961,66
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.
– Şiddet arttı mı, yoksa hep vardı da sosyal medyanın etkisi ile daha görünür mü oldu?
1990’lı yıllarda kadına karşı şiddetin varlığı kendini gösterir oldu. 2006’dan itibaren şiddet artmaya başladı. 2008 ise şiddettin çetelesini tuttuğumuz ilk yıl oldu. Ancak şunu söylemem gerekiyor ki bu iktidar döneminde şiddet hızla yükseldi.
– Neden?
Çünkü AKP iktidarının söylemlerinde kadın birey olarak görülmedi. Perdesiz ev hikayesiyle başlayan onlarca örnek, parti temsilcileri tarafından dile getirildi. Devletin adı bakidir, iktidarlar geçicidir. Biz sundukları hizmet karşılığında onaylayacağımız ölçüde bir siyaseti hayal ederken siyaset bizi, inanan kadın, inanmayan kadın, kapalı kadın, açık kadın diye kutuplaştırdı. Kadın tanımının önüne eklemlerle sağlandı bu durum. Bu zincirin her birinin payı da paydası da kadın. Sadece cumhuriyete değil kadınlara da düşmanca yaklaşıldı.
– İktidar bu şekilde davranarak ne kazanıyor?
Bugünkü iktidarı tarikatlar ve cemaatler ayakta tutuyor. Tarikat ve cemaatlerin gücü sayılarının çok olmasından değil, paradan geliyor. İktidar bu yanılgısını anlamalı. Bugüne kadar yaptığı hatalardan dönmeli.
– Peki muhalefet partilerinin konuya yaklaşımını nasıl değerlendirirsiniz?
İktidarın bakış açısına, muhalefetin de karşı cephe oluşturamaması, savunma yapmaması durumu kötüleştirdi. Şiddete ses yükselten sivil toplum örgütleri yalnız bırakıldı. Evet, birinci suç iktidarın olabilir ama bu suç ve bu suçun önlenememesi siyasetin tamamına ait, tamamının sorumluluğunda.
– Çok sık “Bir kadın politikası olmalı” diyorsunuz. Türkiye’de bir kadın politikası var mı?
Anayasamıza göre kadın politikası eşitlik üzerine temellendirilmeli. Politika olup olmadığını belirlemek için doğuştan itibaren elde edilen haklara erişim oranlarına bakmalı. Oğlan çocuklarının ilk öğretime giderken herhangi bir sıkıntısı olmuyor ama kız çocuğunun önünde engel var. Kız çocuğunun yaşı biraz büyüdüğünde bu kez de erken yaşta ve zorla evlendirme sorunu ortaya çıkıyor. Yine kız çocuğu, eğer üniversiteye giderse özellikle barınma konusunda çok daha fazla sorun yaşıyor.
– Sebebi nedir?
Ahlak, namus kavramları ile geleneksel yapının öne çıktığına tanık oluyoruz. Tüm bunların üzerine iktidar “kutsal aile yapısı” kavramını koydu ve kadınlar için yeni bir zindan daha meydana getirdi. Kız çocuklarına ve kadınlara yönelik tüm bu engelleyici normlar ortadan kalkmadığı için iktidarın bir kadın politikası yok.
– Söz ettiğiniz engeller nasıl ortadan kalkar?
Kız çocukları engelsiz okullaşabilmeli, 4+4+4’ten vazgeçilerek liseyi bitirene kadar eğitim zorunlu olmalı. Erken yaşta ve zorla evlendirme bitmeli, kreşler açılarak istihdamda kadının varlığı desteklenmeli, yaşlı bakım yükü kadının üzerinden alınmalı. Bu ve benzer mekanizmalar geliştirirse bir kadın politikasından söz edebiliriz.
– Siyaset bu yönde adım atar mı?
En basit örnek, Kadın Bakanlığı 2011’de, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalandığı dönemde kapatıldı. Aileden Sorumlu Kadın Bakanlığı’na dönüştü. Sonra Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı oldu. Bugün ise adı Aile ve Sosyal Yardım Bakanlığı. İstanbul Sözleşmesi’ni imzalarken kadını güçlendirecek bir politika yapıyorsunuz, ama aynı dönemde bakanlığı dönüştürerek kadını ailenin içine hapsediyorsunuz. İmza attığı sözleşmeye dahi en başından itibaren uymayan bir yapı. Biz İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmayacağını işte o gün, yani sözleşme iptalinden yıllar önce anladık.
– Bakanlık ismi neden bu kadar önemli?
Bakanlık isminin değiştiği gün her kadın kutsal aile yapısının bir ferdi duruma geldi ve aile içine hapsoldu. Kadının, toplumda ancak evli olması koşuluyla söz hakkı oldu. Evli kadın katledildiğinde katilin cezası başka verildi. Bakanlık isminin de değişmesiyle ortaya çıkan ve halen devam eden bu tablo iktidarının kadın politikasızlığının bir yansıması olarak önümüzde duruyor.
– İstanbul Sözleşmesi’nden çıktıktan sonra somut ne sorunlar yaşandı?
Sözleşme yürürlükteyken de çok sorun yaşadık. Çünkü o sözleşmenin hiçbir mekanizması işletilmedi. Ama çıkılmasının en büyük faturası kadın cinayetlerinin her yıl artması oldu. Geçtiğimiz Ekim ayında bu ülkede 42 kadın katledildi. Bizim “Ev İçi Şiddet Acil Yardım Hattı”mız var. Kadınlar arıyor ve “Karakola gittik. Şikayetimizi kabul etmiyorlar” diyorlar.
– Neden kadınların şikayeti kabul edilmiyor?
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı için.
– Ama 6284 sayılı yasa yürürlükte ve yeterli olduğu söyleniyor…
Var ama kolluk güçleri “Sözleşmeden çıkıldıysa devletin şiddet politikası bitti” diye bakıyor. O dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bile çıkıp 81 ilin emniyet müdürüne “Sözleşmeden çıkmış olabiliriz ama kadın şikayetlerini alacaksınız” demek zorunda kaldı. Özetle kadına şiddeti görünmez kılan bir bakış açısının sözleşmeden de çıkılmasıyla katlandığı bir dönemi yaşıyoruz. Bunun yansıması bir; kadınların kolluk kuvvetlerine ulaşamaması. İki; ulaştığı zaman yeterli yardım ve desteği görmemesi. Üç; “Devlet beni sildi, ben kolluğa gitsem ne olacak” düşüncesi oldu. Yani kadınlar umutları kalmadığı için hiç şikayet bile etmedi. Bizim şiddet hattımızı arayanların sayısı dahi düştü.
– Bu noktada 6284’ün eksiği nedir?
6284’te de bir sürü mekanizma var ama işletilmiyor. Örneğin yargıda koruma kararı alınırsa yasaya göre 6 ay olan koruma, yalnızca 10 gün veriliyor.
– Yasaya neden uyulmuyor?
Bunu, yargıdaki cezasızlık sağladı. Hakimler, savcılar bu konuda sürecin daha kötü işlemesine sebep oldu. Örneğin kadını planlayarak katlediyor ama yargı “Katlederken ambulans çağırmış” diyor ve ceza indirimi veriyor. Emine Bulut’un katili 8 yıl ceza alıyorsa herkes karısını öldürür. Bu ülkede erkekler yeşil kravat taktığı için ya da saçlarını taradıkları için öldürülmüyor. Ama kadınlar hem hareketleri hem sözleri hem de kıyafetleri nedeniyle öldürülüyorlar. Bu nedenle kadın cinayetleri toplumsal şiddetten ayrıdır.
– Sözleşmenin imzasıyla birlikte sağlanan psikolojik üstünlük, sözleşmeden çıkılmasıyla yok mu oldu?
Kesinlikle. Şiddete maruz kalan açısından güveni sarstı, fail açısından ise güveni tazeledi. Fail “Devlet beni koruyor” dedi.
– “Kadının beyanı esastır”ın önemi nedir?
Kadın şikayette bulunduğu anda kime gittiyse kolluk, kaymakamlık, valiliğin şikayette bulunan kadını hemen korumaya alması için söylenilen bir söz. Yani bir kötülüğe maruz kaldığını söyleyen kadını anında koruyup kollamayı hedefleyen bir cümle. Birileri bu cümleden rahatsız oluyor, “Belki bana iftira atacak” diyor. Biz de “Şayet iftira ise mahkeme salonunda ortaya çıkacak, korkmayın” yanıtı veriyoruz. Mahkeme salonuna gelindiğinde zaten belgeler toplanıyor. “Kadının beyanı esastır” cümlesi defalarca hayat kurtardı.
– Yıllardır kadın hakları konusunda çalışıyorsunuz. Sizce şiddetin en büyük nedeni nedir?
Hikayenin özü, kadını birey olarak görmeme zihniyeti ve geleneksel eril sistem. Çünkü biz daha çok erkekleri besleyen duygularla yetişiyoruz. Kadınlar, kız çocukları ikinci sırada geliyor. Böyle olunca erkek “Kadın değersiz, ben her şeyi yapabilirim” duygusuyla hareket ediyor. Örneğin gece uyuyor “Rüyamda beni aldattın” diyor. Kalkıyor, kadını boğuyor. Anayasada eşitlik var ama AYM “Resmi nikah olmadan dini nikah kıyılmasında sakınca yoktur” diyor. İşte o zaman kız çocukları evlendiriliyor. Ömrü boyunca başkasının eline bakıyor. O başkasının eline baktığı zaman emir eri, cariye gibi oluyor.
– Bu tabloda eğitimli kadın nasıl konumlanıyor?
Kadın ne kadar eğitim alırsa bu geleneksel yapıyı içselleştirdiği için durum değişmiyor. Eğitim de almış olsa da herkes kendisine çizilmiş alanda kalıyor. Çalışan kadın alanını aşmış gibi görünüyor ama bu kez de çevresi değişmemiş oluyor.
– O zaman ne oluyor?
Değişmeyen toplum kadına ikili rol biçiyor. Dışarıda başka, içeride başka. Kadın istediği kadar “Ben eşitlikçi yaklaşımımla mücadele edeceğim” dese de bu kez hem kendi ailesi hem de eşinin ailesi tarafından darbe alıyor.
‘FIRSATLAR EŞİT DEĞİL’
Biz bir yanlış daha yapıyoruz. “Fırsat eşitliği” kalıbını çok kullanıyoruz. Fırsatlar nerede eşit? Biz daha eşit değiliz ki. Önce eşit olalım ondan sonra hep beraber fırsata koşalım. Bu nedenle şirketlere işe alımlarda diyoruz ki, “Aynı koşullardaki kadın ve erkek başvurularında kadınlara öncelik verin”. Çünkü kadın, o başvuru noktasına dahi erkeğe göre çok daha fazla zorlanarak gelmiştir.
– Peki kadına yönelik şiddette ekonomi ne kadar etkili?
Normalde yoksulluğun kadını erkeği yoktur. Ama bugün her geçen gün daha da kötüye giden ekonomi nedeniyle kadın yoksulluğu ayrı bir başlık olarak öne çıkıyor. Kadın hiçbir biçimde çalışamıyor. Çalışan kadın ise çalışma hayatından uzaklaştırılıyor. “Kreş açılmalı” diyoruz ama var olanlar dahi kapanıyor.
– Bu tabloda erkekler de işsiz olunca peki?
Çalışma hayatında kadın zaten yok. Eğer erkek de işsiz ise veya az para kazanıyorsa eve yeterli para getiremiyor. Kadın yemek yapacak, para istiyor. Erkek veremiyor ve işte orada şiddet başlıyor. Böyle birçok örneğe tanık olduk. Şiddetin temel unsurları çok basit aslında. Eğer biz o kadını istihdama koyabilseydik o zaman eve iki gelir girecekti. Eğer sosyal devlet olsaydık çocuklarımızın eğitimi için aileler ek kaynak ayırmak zorunda kalmayacaktı. Sağlık para ile olmasaydı, sağlık için de ayrı bir masraf yapılmayacaktı. Ama bunların hiçbiri yok. Süte erişemeyen, öğle yiyemediği için okulda aç aç derse giden çocuk olur mu… Bu ülkede oluyor. Biz hepsine tanıklık ediyoruz.
– Annenin öldüğü, babanın cezaevine girdiği ailelerde çocuklara ne oluyor?
Eğer aile bakmayacaksa çocuk, sevgi evlerine alınıyor. Ama cinayet mağduru çocuklar için herhangi bir organizasyon yok, travma için hiçbir şey yapılmıyor. Diğer çocuklarla yan yana koyuluyorlar. Halbuki bu travmanın kültürle, sanatla rehabilite edilmesi lazım. Biz cinsel istismara, şiddete maruz kalan ya da cinayet nedeniyle ailesi yok olan çocuklara burs vermeye çalışıyoruz.
– Teknoloji ile birlikte kadınlara yönelik dijital şiddet de arttı. Bunu engellemeye yönelik mekanizmalar var mı?
Biz, özellikle Covid döneminde dijital şiddete uğrayan kadınlar nedeniyle o günden beri dijital şiddetle uğraşıyoruz. Facebook’un ve Tik Tok’un güvenlik masasındayız. Dijitaldeki mahrem görüntülerin yayınlanmasını engelleyebilmek adına bize bildirim yapanların söz konusu linklerini ben bizzat, bu masaya bildiriyorum. Biz federasyon olarak masada olduğumuz için iletilen linkin kaldırılması ile ilgili süreç hemen başlıyor. Bir farklı masa daha var aynı konu ile ilgili. Orada da Google, Amazon yine, TikTok Meta ve Sony işbirliğinde bu içeriklerin önüne geçilmeye çalışılıyor. Burada İnterpol de var. Çünkü dijitalde istismar çok yoğun. Aralıkta Abu Dhabi’de bir toplantı olacak. Önleyici politikalar tartışılacak.
– Türkiye’den sizin federasyonunuzdan başka kim var?
Başka kimse yok. Burada bana Türk Hükümeti’nin neden masada yer almadığı sorulmuştu. Ben de dijital istismarın çok arttığını, bilişim hukukunun değişmesi gerektiğini Sayın Bakan’a ilettim. Sayın Bakan “Biz de orada olalım” dedi. Bir dahaki toplantıda yer alabilirler.
– Türkiye’de doğurganlık hızı düştü. Kadınlar neden evlenmiyor, evliler neden doğurmuyor?
Ev kiralarının, asgari ücretin üzerinde bir rakama ulaştığı bir ülkeden söz ediyoruz. Aile kurmak mutluluk içindir. Mutfak masrafını karşılayamayacak, ayrı bir ev açamayacak insanlar nasıl ve neden evlensin? Kadınlar kendilerini birey olarak güvende hissetmedikleri için çocuk doğurmuyor.
– Kürtaj ne kadar yasal, size gelen şikayetler var mı?
Çok var. Kürtaj yasal ama uygulamada değil. 2016’dan itibaren kürtaj merdiven altında yapılabiliyor. Bir kadın kürtaj yaptırmaya hastaneye gittiğinde yaptıramıyor. Tecavüz olduğunda dahi zorluyorlar. Evrak işleri gibi imza bahaneleriyle kürtaj yapılabilir süreyi dolduruyorlar. Kadın doğurmak zorunda kalıyor. Kadınlar da özele gidiyor ama orada da eşin imzası isteniyor. O nedenle merdiven altı kürtaj yapılıyor.
– C-190 Sözleşmesi nedir?
C-190, ILO’nun yeni bir sözleşmesi ve çalışma hayatında tacizin ve şiddetin önlenmesine yönelik birçok maddeyi kapsıyor. Çalışanın korunmasına yönelik hareket planları oluşturulmasını ve kabul edilemez davranışların tanınmasını sağlıyor. Kabul edilemez davranışlar bir kere bile olsa şiddet ve taciz olarak kabul ediliyor. Yani “Bir kereden bir şey olmaz” anlayışını reddediyor. İş yerlerinde önleyici politikaların geliştirilmesini ve bir kurul oluşturulmasını öngörüyor. Bu kurul, yaşanan olayların kendisine iletilmesini, çalışanı koruyacak tedbirleri almayı, hukuki destek sağlamayı ve gerekirse iş yerini değiştirmeyi kapsıyor.
– Türkiye bu sözleşme ile ilgili ne aşamada?
Türkiye için çok önemli bir süreç. Hak-İş ve DİSK gibi sendikalar, sürdürülebilirlik açısından bu sözleşmeyi kabul ve ilan ettiler. Şu an Çalışma Bakanlığı ve Aile Bakanlığı’nın gündeminde. İktidarın bu sözleşmeyi imzalaması gerekiyor. Türkiye’de ve dünyada bir ilk olarak Antalya Büyükşehir Belediyesi de politika belgesini imzaladı. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldıktan sonra bu sözleşmenin imzalanması için gayret gösteriyoruz. Bu sözleşmenin en önemli yanı, ev içi şiddetin de önlenmesine yönelik hükümler de içeriyor olması.
CANAN GÜLLÜ KİMDİR?
1962’de doğdu. 9 yaşında annesinin teşvikiyle “Kız çocukları okusun” kampanyası ile aktivistliğe başladı. Gençliğinde Kadının Sosyal Hayatını Araştırma ve İnceleme Derneği’ne (KASAİD) üye olmak isteyen Güllü, “çok genç olduğu” için üyeliğe kabul edilmedi ancak daha sonra derneğin yönetim kurulu başkanlığına seçildi. Kadınların yönetim, istihdam ve eğitime katılımlarını artırmak için faaliyetler yürüttü. Atatürk Üstün Kadın Hizmet Ödülü, İnsan Hakları Ödülü, Yaşam Boyu Onur Ödülü, Önder Kadın Ödülü ve Cesur Kadınlar Ödülü’ne değer görülen Güllü, 2005’ten beri Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanlığı görevini yürütüyor.