34,4648
36,5392
2.922,61
Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Özer, yüzde 25’lik bir asgari ücret artışı olması durumunda yoksullaşmanın daha da artmasına neden olacağını vurguladı. Gelecek dönemde iflasların ve işsizliğin yükseleceğine işaret eden Mustafa Özer ile ekonomideki son gelişmeleri konuştuk.
Mustafa Özer
Yakında asgari ücret görüşmeleri başlayacak. Hükümetin yüzde 25 zam yapacağı söyleniyor, siz ne öngörüyorsunuz?
İktidar ve sermaye çevreleri asgari ücreti; asgari ücretle ve/veya ona yakın ücretle çalışanlar için “Demokles’in kılıcı” gibi kullanmakta. Üstelik sadece asgari ücretlinin değil, tüm emekçilerin alacağı ücreti artık sermaye belirliyor. Tamamen siyaset ve sermayenin tahakküm ettiği bir asgari ücret belirleme sürecimiz var. Durum böyle olunca kaybeden her zaman emekçiler oluyor. Asgari ücret belirlenirken TÜİK ne geçmiş ne de gelecek TÜFE enflasyonunu kesinlikle dikkate alınmaması gerekir. Hele beklenen enflasyona göre belirlenmesi düşüncesi tamamen bu insanları açlığa, sefalete ve yoksulluğa iyice sürüklemek demek.
EN AZ YÜZDE 50 ZAM
İnsanca bir yaşam için asgari ücret ne olmalı?
Asgari ücreti sermayenin ve siyasetin boyunduruğundan kurtarmak gerekir. Öncelikle asgari ücret ve civarında çalışan sayısını yüzde 50’lerden Avrupa ülklerinde olduğu gibi yüzde 3-5 aralığına çekmeliyiz. Bu yapılırken de asgari ücret otomatiğe bağlanmalı. Bu otomatiğe bağlama sürecinde çalışanların enflasyon karşısında satın alma güçlerindeki erimeyi telafi etmelerini sağlayacak yeni bir endeks hesaplamak gerekir. 2025 için yapılması gereken asgari artış oranı en az yüzde 50’dir. Bu sayede ancak asgari ücret 25 bin 503 lira olacak. Bu rakam bile asgari ücretlinin açlık sınırı altında kalmasını önleyemeyecek. Durum böyle olunca bu kesimler 2025’te daha da yoksullacak, hayat pahalılığı onlar için daha çekilmez hale gelecek. Asgari ücretliler zorunlu harcamalarını bile karşılamakta zorlanırken çocuklarına iyi bir eğitim sağlayamayacaklar. Yüzde 25’lik bir asgari ücret artışı Türkiye’de gelir dağılımndaki adaletsizliğin ve yoksullaşmanın daha da artmasına neden olacak.
DIŞA BAĞIMLIYIZ
Merkez Bankası yılsonu enflasyon tahminini yüzde 44’e yükseltti. Ne oldu da enflasyon bu kadar yüksek geliyor?
Nur topu gibi ithal girdi ve ara malı olmadan üretim yapamayan bir imalat sanayimiz var ve bu sektör toplam ihracatın neredeyse yüzde 95’ini yapıyor. Kur artışları hemen etkisini üretici fiyatları ve oradan da mal fiyatlarında gösterdiği için, kur artışları enflasyonu artırıyor. Bununla birlikte sorunu ortodoks bir bakış açısıyla sadece bir toplam talep sorunu olarak görmek ve sorunu da talebi azaltarak halledeceğinizi düşünmek sorunu çözemediği gibi içinden daha çıkılmaz bir hale getiriyor. Sanayi üretimi, kapasite kullanım oranları düşmeye başladı. Yanlış teşhis, yanlış tedavi ve politika araçlarına ve bütün bunlar da istenmeyen sonuçlara yol açıyor. Enflasyonda katılık devam edecek. Enflasyonun nedenlerinin yanlış teşhis edildiği, uygulanan politikaların eninde sonunda başarısız olacağı yönündeki beklentiler toplumun büyük bir kesiminde hâkim. Hizmet enflasyonunda katılık devam ettiği için enflasyonu düşürmek mümkün olmuyor.
UYGULANAN POLİTİKA YOK
Enflasyonu kontrol altına almak için atılan adımlar neden işe yaramıyor?
Enflasyonu kontrol altına alabilmek için öncelikle enflasyonun nedenlerini doğru bir biçimde belirlemeniz, daha sonra da bunu nasıl çözeceğinize dair bütün ayrıntılarını kamuoyuyla paylaştığınız bir istikrar programına ihtiyaç var. Hadi varsayalım ki enflasyon sorunumuz Bakan Mehmet Şimşek’in iddia ettiği gibi “ortodoks” enflasyonu düşürme politikaları ile düşürülebilir. Ama gelin görün ki bu politikalar bile tam olarak ne kastedildiği, hangi poltikanın nasıl, ne zaman ve ne kadar uygulanacağı belli değil. Aslında nasıl bir politika yürütüldüğü belli değil. Ekonomide var olan yapısal sorunlar; üretimin dışa bağımlı olması, piyasalarda tekelci yapılar, sanayide düşük kapasite kullanımı, verimlilik düşüşü, demokrasi ve kurumlarla ilgili sorunlar çözülmeden enflasyonda kalıcı düşüş olmaz. Bu nedenlerle enflasyonun 2025’te yüzde 40’lar düzeyinde kalması bizi çok şaşırtmamalı.
Sıkı para ve mali politika uygulanıyor diyorlar ama…
Ortada gerçekten uygulanan bir politika görmüyorum. Uyguladıkları söylenen politikalar sadece ve sadece sıcak parayı çekmeye ve onlara güvence oluşturmaya dönük. Talebi düşürelim dedikleri politikalar, üretimi cezalandırmakta.
Uygulanan politikalardan en çok olumsuz etkilenen kesim sabit gelirliler. Ağırlaşan kredi koşullarında şirketler giderek açmaza giriyorlar. Yapabilen şimdilik yolunu bulmuş, konkordata ilan ediyor. Yapamayan batıp gidiyor.
Garanti bulan şirketler ise yoğun dış borçlanmaya gidiyorlar. Ağustos 2024 itibarıyla bir yıl içinde döndürmemiz gereken tamı tamına 231 milyar 180 milyon dolar borcumuz var.
ÇALIŞANI CİDDİ HAYAT PAHALILIĞI BEKLİYOR
Gelecek dönemde iflas ve konkordato başvurularında artış olur mu, bu işsizliğe nasıl yansır?
Enflasyonu düşürme programında politika faizi artışı işe yaramayınca geriye kuru tutmak kaldı. Ama bu da yeterli olmayınca sıra ekonomiyi daraltmaya hatta küçültmeye geldi. Bundan da nasibini alacakların başında reel sektör geliyor. Bizim hedef pazarımız olan AB beka sorunu yaşıyor. AB’nin lokomotif ekonomisi Almanya çöktü çökecek modunda. Bu nedenle bizim reel sektörü ihracat anlamında iyi günler beklemiyor.
İç ve dış koşullar görüldüğü gibi pek reel sektör için iç açıcı değil. Yapabilen konkordato ilan edecek, ama o da öyle ucuz ve kolay bir iş değil, yani her babayiğidin harcı değil. Tabi azalan dış ve iç talep, ağırlaşan kredi ve finansman koşulları reel sektör firmalarını zorlmakta. Bütün bunlar da işsizlik riskini artıracak. Çalışanların gelirleri hiç bir koşulda enflasyon kadar artmayacağı için çalışanlar ciddi bir hayat pahalılığı ile yüz yüze kalacak. Gelir dağılımı daha da kötüleşecek.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ŞART
Türkiye ekonomisinin normalleşmesi ve düze çıkması için asıl atılması gereken adımlar neler?
Kendi insanınıza ne düşündüğü, ne yediği ne içtiği dahil olmak üzere hiçbir kısıtlama olamadan kendisini ifade etme özgürlüğü vermeniz şart. Bunu sağlayacak idari güvence ve yapılara ihtiyaç var. Eğitim sisteminin laik, demokratik ve bilimsel bir yapıya kavuşması gerekir. Türkiye ekonomisini ne pahasına olursa olsun sıcak para cenneti olmaktan çıkarıp sıfırdan fiziki sermaye yatırımlarının yapılabileceği bir ülkeye dönüştürecek idari ve yasal önlemleri almak gerekir. Piyasalarda oluşan tekelci yapıları kıracaksınız. Eski DPT olmasa bile ona benzer bir kuruluş hemen kurulmalı.
İFLAS VE KÜÇÜLME YILI
Ekonomide 2025 ile ilgili daha zor geçeceğine ilişkin öngörüler var. Sizce nasıl bir yıl bizi bekliyor?
2025, emekçiler ve tüm sabit gelirliler için daha kötü iktisadi koşullar sunacak. Ekonominin daralma ve küçülme hali ve işsizlik artışı devam edecek. Gelir dağılımında adaletsizlik artacak, toplumun daha büyük bir kesimi açlık ve sefalete mahkûm olacak. Bu anlamda bu kesimler 2024’ü arar hale geçekler. Dolar karşısında güçsüz bir Avro bize iflas, sanayide küçülme ve işsilizk artışı olarak yansıyabilecek gelişmelerdir.