34,2881
37,2563
3.065,58
Etnik ayrılıkçı terör başta olmak üzere, aşırı sol ve bir kült olan FETÖ gibi yapılar, her biri kendi içerisinde farklı yol ve metotlarla Türkiye’nin mücadele ettiği terör örgütleridir. Son dönemde DAEŞ ve ona karşı meşru bir aktör olarak silahlandırılan YPG gibi unsurlar da dikkate alındığında, Türkiye’nin bu alandaki mücadelesinin ne denli çetin olduğu anlaşılacaktır.
Özellikle terör örgütü PKK ile, yakın tarihte güvenlik bürokrasisini aşan ve birtakım sosyolojik ve siyasi çıktıları da içerisine alan mücadele yöntemleri gündeme gelmiş ve bu alanda bazı istismarlar söz konusu olsa da ciddi kazanımlar olmuştur. Son dönemde “yeni bir çözüm süreci” mi tartışmalarına neden olan radikal açıklamalar, Türkiye’nin bu alandaki kapasitesini yeniden gündeme getirmiş ve konunun farklı boyutlarını müzakereye açmıştır.
PKK’nın silahlı eylemlerine başladığı 1980’ler ile bugünün bölgesel denklemi arasında ciddi farklar söz konusu. Her şeyden önce bugün ABD, Suriye iç savaşı nedeniyle müdahil olduğu bölgede, PKK’nın türevi olan bir yapıya koşulsuz destek vermekte ve bu destek bir teröristan inşa etme arzusu şeklinde ilerlemektedir. Diğer yandan İsrail yayılmacılığının bu denli sıcak bir hal aldığı bölge denkleminde, demografik hareketliliğin Türkiye’ye ne tür maliyetler oluşturacağı gerçeği de var. Tüm bu denklem, Türkiye’nin farklı dönemlerde arzulamasına rağmen bütünüyle ortadan kaldıramadığı terör sorununa yönelik yeni bir perspektifi icbar etmekte ve bu sorunun mutlak çözümü adına radikal inisiyatifler gündeme gelmektedir.
Bahçeli’nin çıtayı oldukça yukarıda tuttuğu bu çağrıdaki talebi, örgütün kendisini tasfiye ederek siyasal aktörlere alan açması ve bölgesel denklemde bir aparata dönüşen PKK’nın uluslararası angajmanlardan arındırılması. Ancak böyle bir zeminde, Türkiye’nin geleceği ile yeni gündemler söz konusu edilecek ve müşterek kimlik etrafında yeni tartışmalar yapılabilecektir. Güvenlik tehdidini aşan ve bir beka sorunu haline gelen bu konunun, sadece Türkler için değil Kürtler için de aynı şekilde kabulü çözüm adına önemli olacaktır.
TUSAŞ saldırısının hemen ardından Türk medyasının konuya yaklaşımı, profesyonel medya açısından umulmadık sahne ve içeriklere konu oldu. Olay yeri görüntülerini anlık veren ana akım kanalların bile kurallara riayet etmediği bu olayda, rehinelerin varlığına dair görüntülerin yayınlanması ise tam da terör örgütünün istediği bir durumdu.
Sosyal medyada görüntüleri paylaşmak için neredeyse yarış halinde olan gazeteciler ise, güvenlik açısından ciddi sorunlara işaret eden bir performansa imza attılar. Konunun güvenlik bürokrasisi ile ilgili kısmı ise süreç yönetimi ve kriz iletişimine dair ciddi soru işaretleri uyandırmaktadır. Özellikle kabineden isimlerin yer aldığı açıklamalardaki bazı tutarsızlıkların yanı sıra süreci bir kriz olarak ele alıp yönetme biçimi de önemli ölçüde sorunlu idi. Bu tür meydan okuma ve terör eylemlerine konu olma olasılığı dikkate alındığında, TUSAŞ saldırısı, bütün paydaşlar açısından dersler çıkarılması gereken bir menfur eylem olarak tarihe geçti.