34,5749
36,2286
2.929,17
Biz orada öylece bekliyorduk.
İnsanlar gelecek, sahneye çıkacaklar, çağrısını yaptığımız işin hakkını verip veremediklerini göstermek üzere hünerlerini sergileyecekler, biz de aralarından “sensin, sensin” diye seçecektik.
Sahneye çıkan herkes, alışıldık, bilindik, dahası arzu edilenin ne olduğuna dair aklında bir öngörü ile çıkıyor, tiyatroyu ne kadar sevdiğini anlatıyor, daha önce aldığı eğitimlerden bahsediyor, performansını sergileyip “seçilme” umuduyla iniyorlardı merdivenleri.
Performans ve seçim… Şu içine düştüğümüz dünya zamanının büyülü iki kelimesi. Hep “seç” diyorlardı bize ve hep bir performansın peşindeydi herkes.
Biz orada öylece bekliyorduk. Teknik bir iş yapıyor olmanın bütün heyecansızlığıyla sahneye çıkan genç kızların, delikanlıların, hafif orta yaşlı hobicilerin heyecanına kayıtsız kalıyor, kağıtlara notlar alıyor, arada bir birbirimize bakıp kaşımızla gözümüzle “bundan olur” yahut “bunu eleyelim” işareti yapıyorduk.
Böyle anlarda bir şey olmasını beklemezsiniz. Pek bir şey de olmaz zaten. Arada bir görevlinin getirdiği taze ve sıcak çayın oluşturduğu dalgalanma kadar bile dalgalanma olmaz yani. Dedim ya, teknik bir iştir. Bedenini nasıl kullanıyor, sesiyle arası nasıl, doğaçlama kabiliyeti var mı? Hepsi bu.
Sadece o dal gibi genç kızın hikayesiyle sınırlı kalsaydı yani, üzerine konuşmaya bile değmeyecek bir gün olacaktı bizim için. O genç kızın hikayesi çok bilindik çünkü. Heyecandan kitlendi sahnede. Ağlamaya başladı. Daha önce benzerinin onlarca kez yaşandığını görmüş oyuncu abimiz fırlayıp çıktı sahneye. “Şimdi bunu, tam burada yenemezsen bir daha çıktığın her sahneden ağlayarak inersin” diyerek teskin etti genç kızı. “Haydi birlikte oynayalım” dedi. Kızın içindeki cevher gözyaşlarına karıştı. Başvuran adayların ortalamasının çok üzerinde bir performansla indi sahneden sonra.
Ama dedim ya, sadece bu olsaydı bu günü konuşmaya yine de değmezdi.
Ama şu oldu.
Yanında iki kızıyla, hatta bence ikizleriyle genç bir anne çıktı sahneye. “Kızlarım da çok istedi benimle birlikte sahnede olmayı. İzninizle şuracıkta sessizce bekleseler, olur mu?” dedi. “Bırakacak kimsem yoktu da” dedi.
“Tabii bekleyebilirler de, provalar, oyunlar derken kızlar hep sizinle mi olacak?” dedi arkadaşlarımızdan biri.
“Evet” oldu kadının cevabı, “provalarda da, oyunlarda da sessizce bekler onlar beni. Konuştuk onlarla.”
Birbirimize baktık. O meşhur göz işaretimizi yaptık. “Sahnede Yıldız Kenter performansı sergilese olmaz abi” işaretinde karar kıldı gözlerimiz. Çok zor olurdu çünkü. Hem bize, hem genç anneye, hem kızlara…
Adet olduğu veçhile “buyrun, sahne sizin” dedik.
Genç anne, doğaçlama performansına başlamadan önce parmağındaki alyansı öptü.
Dağılıp gittiğim an tam o an oldu işte. “Kızlarını bırakacak kimsesi olmayan” bu genç annenin niçin kızlarını bırakacak kimsesi olmadığını anladığım an yani.
Sahnede parıl parıl parladı. Dünya tatlısı kızlarıyla sahneden inmeye hazırlanırken sorup sormamakta tereddüt ettiğim soruyu fısıldadım: “Deprem de mi abla?”
“Depremde” dedi, “ne yapacaksın işte. Hayat böyle. Bir varmışsın bir yokmuşsun olacak. İnsanın kendini oyalamak için bir meşgaleye ihtiyacı oluyor böyle zamanlarda. Ondan geldim ben de.”
Jüriyle bir kez daha bakıştık. “Kızlar da maskot olur işte, mis gibi performans hem” bakışında karar kıldık.
Orada öylece beklemenin orada öylece beklemekten fazlası olduğu gün gibi ortadaydı.