34,5328
35,9929
3.009,10
Taşra kıraathanesinde bir bardak çay içimi sürede muhalif mi muhalif televizyon kanalının akşam haber bültenine maruz kaldım; sunucu her haberi “çivisi çıktı” başlığıyla veriyordu: Bebek cinayetleri, yolsuzluk, rüşvet, usulsüzlük iddiaları, hâkimlerin, savcıların, polisin, jandarmanın dâhil olduğu suç örgütleri, şiddet gören, öldürülen kadınlar, sokak kavgaları, trafik tartışmaları, uyuşturucu halleri, mafya, istismar, tecavüz…
Bu kadar olumsuz, bu kadar iç karartıcı haber art arda dizildiğinde gerçekten bir “çivisi çıktı”, “şirazesi dağıldı”, “çözüldü”, “bozuldu”, “kontrolden çıktı” görüntüsü oluşmuyor değil.
Devleti genelde bizden vergi alırken, bizi askere alırken, ceza yazarken, mahkeme ve hapishane duvarlarını bize izletirken hissederiz. Devlet, eli sopalı, ceberut, sevimsiz varlıktır. Varlığından hazzetmediğimiz devletin ne büyük nimet olduğunu aslında yokluğunda hissederiz. Düzen bozulunca, kanun ve kural ortadan kalkınca, kötülük hüküm sürmeye, parası ve gücü olanlar yoksul ve zayıfları ezmeye başlayınca, aile parçalanıp sokağa düşünce devletin kıymeti anlaşılır.
Son günlerde koyulaşan ve atmosferi kaplayan kara bulutların kısmen bir “haber filtreleme” operasyonundan kaynaklandığına şüphe yok.
Bir kız çocuğu kaybolup canice katledildiğinde kamuoyunun o konuya duyarlılığı yükseliyor ve benzer vakalar gündemin ilk sırasına taşınarak Türkiye kız çocukları için bir cehennemmiş gibi resmediliyor. Sonra bir polise mukavemet, bir polis cinayeti haberiyle toplum ayağa kalkıyor ve birkaç hafta benzer olaylar dikkat çekiyor. Emniyet teşkilatı gibi büyük bir yapıda her zaman yanlışlar olabiliyor; yargıda her zaman yanlış işlere tevessül edenler çıkabiliyor. Bütün önlemlere rağmen kadınlara şiddet uygulayan, hatta öldüren sapıklar her zaman aramızda dolaşıyor. Bu tür suç oranlarında radikal artışlar yok; dün oluyordu, yarın da olacak. Kamuoyu sadece bugün, bir süreliğine merceğini olayın üzerine getiriyor.
Köpek saldırıları örneğin: Önceki ay her gün birkaç vaka görüyorduk, bugün o haberler hiç önümüze düşmüyor. Ne oldu? Köpek saldırıları mı bitti? Hayır. Köpekler bir araya gelip, “abi çok dikkat çekiyoruz, bir süre sessiz kalalım, saldırmayalım” diye karar mı aldılar? Tabii ki hayır. Sadece biz artık görmüyoruz, ilgilenmiyoruz, köpeğin insanı ısırması yine haber değeri taşımıyor.
İğneyi muhalefete, muhalif medyaya, algı operasyonlarına, algıda seçiciliğe, haber filtrelemeye batıralım tamam ama devletin, hükümetin kusurunu da görmezden gelmeyelim. “Çivinin çıktığı”, “şirazenin dağıldığı”, “kontrolün elden gittiği” algısıyla mücadele edecek, güveni tesis edecek, pompalanan karamsarlığa karşı umut ve iyimserlik yayacak olan, gündem belirleme ipini eline alması gereken devlettir, hükümettir. Polisi, yargısı, bürokratı, siyasetçisi her gün şamar oğlanına dönüştürülürken susan devlet ayakta kalabilir mi?
Kuşkusuz mesele sadece algı değil: Örneğin bir firma vatandaşa domuz eti/mamulü yediriyorsa, bunun öğrenildiği gece firmanın, yetkililerin evlerinin özel birliklerce basılması, sorumluların gözaltına alınması, en ağır cezalarla yargılanmaları, o dükkânların hemen o anda kapatılmaları gerekmez mi? Haftalardır, “vardı-yoktu” tartışması yapılıyor, dükkânlar açık, ya firmalara operasyon yapılıyor ya da Müslüman halka, ama ne olduğu hala tam olarak bilinmiyor. Türkiye bu kaosu hak ediyor mu? Süreci böyle yöneten bir devlete güven kalır mı?
Muhalif medya dün de vardı; güvenilirliği de hep zayıftı. Bugün muhalif medyaya güven artmıyor; devlet ve iktidarın güvenilirliği zafiyet gösteriyor. Karamsarlık bulaşıcıdır ve çok hızlı yayılır; gecikmeden önlem alınmazsa, işte o zaman “çivi çıkar”, “şiraze dağılır”. Türkiye’nin esas beka meselesi de budur.
Yahya Sinvar’ın şehadeti bana sevgili Hakan Albayrak’ın o unutulmaz şiirini hatırlattı: “kokla şair / bu taşı gazzeden getirdim / bu görmüş olduğun kurşun / filistinin göğsünden çıktı / sen oğuz atayda yüzerken / intihar yiyip intihar kusarken / bir çocuk / adam gibi öldü”.
Çağdaş dünya ölümü unutturdu, yaşamı tapılacak derecede kutsallaştırdı: Tıp, ilaçlar, vitaminler, ibadet edercesine spor, güvenli bencillik kaleleri, hırs, dünyada cennet arayışı, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama tutkusu…
İstese çok farklı yaşayabilirdi Yahya Sinvar. Ama o vatan savunmasını, izzet, şeref, onur savunmasını tercih etti. Şehadetiyle en çok da bize, Müslümanlara, “öldükten sonra dirilmeyi ve hesap gününü” hatırlattı.
Yahya Sinvar: Yiğit bir adam, adam gibi, gerçek bir kahraman gibi şehit oldu. Şimdi artık Gazze’deki herkes bir yiğit, bir Yahya Sinvar. Allah O’ndan razı olsun, mekânı inşallah Cennet olsun.