Dijital serbest radikal çok daha mühim bir başka şey daha yapıyor. İnsanlığın binlerce senelik birikimini içine alan, yutan bir
gibi çalışıyor. İşleyiş mekanizması ise insan eylemlerini boşa düşüren, gereksiz kılan bir nitelik taşıyor. Eylemlerimiz; iş ve işlemlerimizi kolaylaştıran, bizim yerimize gören her “avantaj” bizi biraz daha eşyâdan ve hemcinslerimizden uzaklaştırıyor; hımbıllaştırıyor. Bu da bir yanılsamayla gerçekleşiyor. Her şeye en kolay ve en yoğun şekilde yakınlaştığımızı hissettiriyor. Ama aradığımız her neyse ona
en fazla yakınlaştığımız yerde aslında ondan en fazla uzaklaşıyoruz.
(Zünnun-u Mısrî asırlar evvel bunu görmüş, “Allah’a en uzak olanlar O’na işâret edenlerdir” demişti). Diyalektiği var bu işlerin. Dünyânın tekmil kütüphaneleri artık elimizin altında. Gelin görün ki küresel cehâlet inanılmaz bir hızla büyüyor. İnsanlar arası ulaşım ve erişim artık çok kolay. Bir tuşla en uzaktaki dostumuza, akrabâmıza, üstelik istersek görüntülü olarak ulaşabiliyoruz. Bu da bir noktadan sonra onları gerçekten görmek isteğini nasırlaştırıyor. Artık kimse kolay kolay kimseyi özlemiyor. Ulaştıkça, eriştikçe duyu ve duygu dünyâmız birbirine bağlı olarak mânâsını kaybediyor. Her şeyi görmenin bedeli körlük, her şeyi işitmenin bedeli sağırlık, her şeyi tatmanın bedeli tatsızlık olsa gerektir.
Duyu kaybı bir yerden sonra duygu kaybını
da doğuracaktır. Hâsılı insanlığın birikimi bu karadelik tarafından yok edilmiyor. Bambaşka bir şekilde yeniden üretiliyor. Ama derin bir duygu kaybı pahasına.