35,2027
36,6522
2.972,49
Merve Kara Kaska
Dünya genelinde seçimlerin ve savaşların damga vurduğu 2024’te Türkiye ekonomisini etkileyen birçok yerel ve uluslararası gelişme yaşandı.
BBC Türkçe, bu yıl beş ekonomistten Türkiye ekonomisine yön veren en önemli gelişmeleri seçmelerini ve bunun günlük yaşam üzerindeki etkilerini anlatmalarını istedi.
Aldığımız yanıtlar şu şekilde:
‘Yüksek faiz, 2025’e de sarkan etkileriyle ekonomik performansa damgasını vuracak gibi’
Altınbaş Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, 31 Mart’taki yerel seçimlerden önce verilen faiz kararının etkisinin bütün yıl hissedildiğini ve hissedileceğini öngörüyor:
2024’ün ekonomide en önemli gelişmesinin 21 Mart’ta politika faizinin %50’ye yükseltilmesi olduğunu düşünüyorum.
Mayıs 2023 seçimlerine gidilirken 1 haftalık repo faizi ile ifade edilen bu oran sürdürülemez bir düzeyde %8,50 idi.
Ancak 2024’te böyle keskin bir faiz artışı beklenmiyordu. 31 Mart yerel seçimleri öncesi, önceki yılda olduğu gibi dövizin sıçrayacağı tahminiyle TL’den yoğun bir kaçış yaşandı.
Bu yönelimin bir döviz krizine dönüşmemesi için politika faizi %50’ye kadar çekildi. Bu hamle sıcak parayı cezbetti, yoğun döviz girişleri yaşandı.
Bu sayede öngörüldüğü gibi kur artışlarının enflasyonun altında seyretmesi sağlandı. Ancak Orta Vadeli Plan’da enflasyonun %24,9 tahmin edildiği bir yılda böyle yüksek faiz, ekonominin bünyesini tahrip eden sonuçlar yarattı ve yaratacak.
Öncelikle ticari ve bireysel kredi faizleri hızla yükseldi. Hem enflasyon beklentilerinin yüksek olması, hem de nakit akışlarında-gelirlerde düşüş yaşanması nedeniyle kredi talebinde sert bir düşüş görülmedi.
Bu da önümüzdeki dönemde sorunlu kredileri baş ağrıtacağını düşündürtüyor. Sıkı para politikası yatırımları adeta durdurdu, ekonomiyi yavaşlattı. Bazı firmalar üretim yerine paradan para kazanma yolunu seçtiler.
Yüksek faizin arzı olumsuz etkileyerek enflasyonu besleme ihtimali ortaya çıktı. Ülke dış veya iç nedenlerle risk algısının tetiklenmesi durumunda sermaye çıkışları karşısında daha kırılgan hale geldi.
2025’te enflasyon ile durgunluğun bir arada yaşandığı stagflasyona sürüklenme riski arttı.
Durgunluğun uzaması işsizliğin de ciddi ölçüde artmasına yol açabilir. Kısaca yüksek faiz, 2024’te ortaya çıkan, 2025’e de sarkan etkileriyle ekonomik performansa damgasını vuracak gibi görünüyor.
‘Suriye’nin yeniden inşası ekonomik fırsatlardan ibaret değil’
Cambridge Üniversitesi Ekonomi bölümünde Doç. Dr. Özge Öner, 2024’ün savaş ekonomisi etrafında şekillendiğini söylüyor:
HTŞ liderliğindeki grupların Suriye’de kontrolü ele geçirmesi 2024’ün sonuna yaklaştığımız günlerde yıla damgasını vuran önemli hadiselerden biri.
Türkiye’de yaşayan milyonlarca Suriyeli sığınmacının geleceğini ve Türkiye ekonomisini doğrudan etkileyebilir. Ancak bu noktada, geri dönüş beklentileriyle ilgili gerçekçi bir çerçeve çizmek gerekiyor.
Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin büyük bir kısmı Türkiye’ye kök salmış durumda.
Üstelik Türkiye’deki Suriyeli nüfusun yarısından fazlasını 18 yaş altı gençler ve çocuklar oluşturuyor. Eğitim, sağlık ve diğer temel hizmetlere erişim sağlamış bu nüfusun gönüllü bir şekilde geri dönmesi, sadece Suriye’deki çatışmaların bitmesiyle mümkün değil.
Suriye’nin savaş sonrası rehabilitasyonu ise Türkiye için çok katmanlı ve uzun vadeli etkiler yaratacak. Türkiye, Suriye’nin yeniden inşasında coğrafi yakınlığı ve bölge üzerindeki etkisi nedeniyle önemli bir rol oynayabilir.
Ancak bu süreç, yalnızca ekonomik fırsatlardan ibaret değil.
Geri dönüş oranlarının sınırlı kalması, Türkiye’nin göç politikalarının kalıcı bir uyum modeline dönüşmesini zorunlu kılıyor. Suriyeli nüfusun iş gücü piyasasına daha etkin entegrasyonu, özellikle düşük vasıflı iş gücünün bulunduğu sektörlerde ekonomik rekabeti artırabilir.
Aynı zamanda, eğitim çağındaki genç Suriyelilerin gelecekte Türkiye ekonomisine nasıl katkı sağlayacağı, uyum politikalarının başarısına bağlı olacak.
‘Asgari ücret artışları gelir dağılımını en çok etkileyen faktör haline geldi’
Greenwich Üniversitesi’nde Ekonomi bölümünde Doç. Dr. Cem Oyvat, bu yıl asgari ücrete sadece bir kez zam yapılmasını 2024’ün en önemli gelişmesi olarak değerlendiriyor:
Bence bu yıl kitleleri ilgilendiren en önemli kararlar, asgari ücretin Ocak başında %49 arttırılması ve Temmuz ayındaki asgari ücret zammının atlanması oldu. Bu kararlar birbiriyle ilişkili.
Sendikaların iyice zayıflatılması ve asgari ücretin ortalama ücrete yaklaşması yüzünden, son yıllarda asgari ücret artışları, hem çalışanların kazançlarını hem de gelir dağılımını en çok etkileyen faktör haline geldi.
Yerel seçim baskısıyla iktidar, asgari ücreti (Temmuz 2023’teki ara zam üzerine) Ocak 2024’te %49 oranında, 6 aylık TÜİK ve İTO tüketici enflasyonlarının üzerinde arttırdı. Bu durum, ücretlerin milli gelirden aldığı payı arttırma anlamında önemli bir etkiye sahipti.
Ancak şunu belirtmek gerekir: Düşük gelirlilerin 2023’te yüzleştiği enflasyon, yüksek gıda enflasyonu ve kiralardaki artış nedeniyle ortalama enflasyonun üzerindeydi.
Bu nedenle, Ocak 2024’te düşük gelir gruplarını desteklemek için böyle bir düzeltme zorunlu hale gelmişti.
Ocak zammı ile Türk-İş açlık sınırının %13 üzerine çıkan asgari ücret, Nisan ayında açlık sınırının altına indi.
İktidarın yerel seçim baskısının kalkmasıyla ara zam yapılmaması kararı, ücretlilerin durumunun daha da kötüleşmesine ve Ocak 2024’te sağlanan kazanımların geri alınmasına yol açtı.
‘İklim kriziyle mücadeledeki başarısızlık 2030’larda kapımızı çalacak’
Kanada’daki McMaster Üniversitesi’nde Araştırmacı ve Öğretim Görevlisi Ali Rıza Güngen’e göre yılın en önemli gelişmesi bu yıl Azerbaycan’da yapılan BM iklim zirvesi COP29’da beklenen kazanımların sağlanamamasıydı.
2024’ün en önemli ekonomi olayı iklim zirvesi olarak bilinen BM Taraflar Konferansı’nın (COP 29) başarısızlığıdır.
Karbon salımının azaltılması ve iklim adaptasyonu için gereken acil yeşil yatırım miktarı yıllık trilyonlarca ABD dolarıyla ifade ediliyor. Bu finansmanın daha hızlı ve yaratıcı çözümlerle seferber edilmesi gerekiyor.
Kasım ayında gerçekleşen COP29 toplantılarında gelişmekte olan ülkeler grubu yılda 500 milyar ABD dolarlık bir hibe ve ucuz kredi desteğine razı olduklarını beyan ettiler.
Bunun onaylanması dahi yetersiz olurdu, ancak verilen taahhüt 2035 yılına kadar bu desteklerin 300 milyar ABD dolarına çıkarılması oldu.
Konferansın ayrıca başarısı son derece sınırlı ve küresel ölçekte iklim sömürgeciliğini yeniden diriltmeye de uzanabilen karbon kredisi gibi uygulamalara bel bağlamayı salık veriyor.
Bu ve özel finansal aracılara bel bağlama hali, Paris Anlaşması ile konan hedeflerin artık tutturulamayacağını söylemeye izin veriyor.
Artık küresel ortak bir yanıt verme seçeneği tamamen rafa kalkmış denilebilir.
Gözlemciler, son çiviyi Trump’ın ve Trump politikalarına tepki veren başka ülke liderlerinin çakacak olmasına odaklanıyorlar.
İklim kriziyle mücadelede küresel başarısızlık aralarında Türkiye’nin de bulunduğu pek çok gelişmekte olan ülkeye önemli etkilerde bulunacak.
2030’larda kapımızı çalacak su kıtlığından, bazı gıdaların erişilemez hale gelmesine örnekler verilebilir.
‘Her ülkenin potansiyel büyümesi gerilerken, küresel insan hareketliliği arttı’
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (TSKB) Başekonomisti ve Direktörü Dr. Burcu Ünüvar, 2024 için en önemli iktisadi konuyu ‘istisnasız her ülkenin potansiyel büyümesinin gerilerken, küresel insan hareketliliğinin artması’ olarak tanımlıyor:
2024 içinde en önemli iktisadi konunun, neredeyse istisnasız her ülkenin potansiyel büyümesinin gerilediği bir konjonktürde, küresel insan hareketliliğinin artması olduğunu düşünüyorum.
“İnsan hareketliliği”, ağırlıklı olarak düzensiz göç üzerinden ilerleyen ve dünya genelinde daha geniş bir coğrafyayı etkileyen seviyelere ulaştı.
BM rakamlarına göre, göçmenlerin 2020-2022 döneminde ana vatanlarına gönderdikleri paranın toplamı, gelişmekte olan ülkelerin çekebildiği doğrudan yabancı sermayeden daha yüksek.
Artık dünya genelinde 67 kişiden 1’i, zorunlu göçmen. Bu zorunlu hareketlilik sırasında eğitim ve sağlık hizmetlerinin aksaması, küresel anlamda sosyal sermayeyi zayıflatan bir durum.
Potansiyel büyümenin düştüğü, nüfusun yaşlandığı, nitelikli eğitim ve sağlık hizmetine erişim ihtiyacının arttığı bir dünyada, rekabetin yeni adı “beşeri sermaye” olacak.