Yaratıcıyı at yıkıma bak!

Asgari ücrette ülkenin makulü kaymış durumda. 2025 yılı için belirlenecek asgari ücret, sefalet ücreti ile karın tokluğuna razı olmak arasında salınıp giden yaşama değer biçecek.

İşçi ve işveren kesimlerinden 21 bin lira 55 bin lira arasında talepler dile getirildi; bu enflasyonist ortamda insanca yaşama geçit veren bir uzlaşı olabilecek mi?

19 Aralık’ta yapılan 3. Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantısına girerken TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün Atalay, “2025 yılında asgari ücretin 29 bin 583 TL olmasını talep ediyoruz. Asgari ücret tespit komisyonuna önerimiz asgari ücretin yüzde 45, enflasyon oranı üzerine refah payı eklenerek zam yapılmasıdır. Yüzde 20 refah payı eklenmesi durumunda asgari ücretin 29 bin 583 TL olmaktadır” dedi.

Atalay, CHP’nin dile getirdiği 30 bini bile ağzına alamadı.

AKP’nin arka bahçesi Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Başkanı Mahmut Asmalı, asgari ücrette yüzde 25'in üzerinde bir artışı doğru bulmayacağını açıkladı. Yani 21 bin 250 TL ile öneriyor.

Eminönü Meydanı'nda 15 Aralık’ta basın açıklaması yapan DİSK’e bağlı Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu en az 55 bin TL talep ettiklerini söyledi.

Uluslararası denetim firması Morgan Stanley’in beklentisi yüzde 30-35 arasında bir zam, bu da 23 bin liraya yaklaşıyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in dezanflasyon sürecine dair açıklamaları dikkate alındığında asgari ücretin 24 bin lirayı bulması zor görünüyor.

Türk Sanayici İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, asgari ücret ile ilgili “Makul bir seviyede olmalı” derken, Asgari Ücret Tesbit Komisyonu üyesi işveren örgütü TİSK henüz bir rakam dile getirmedi.

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) bütçe maratonunun son gününde (20 Aralık) TBMM önünde basın açıklaması yapmak istedi ancak polis engeliyle karşılaştı.

Ekonomistleri ısrarla vurguladıkları “Ücret artışı üretimde verimlilikle, katma değer yaratmakla sağlanır” cümlesini onyüzbininci kez yineledikten sonra, kök soruna inelim…

***

12 Aralık günü gerçekleşen TÜSİAD-Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısında küresel değişimi değerlendirirken vurguladığı “yaratıcı yıkım…” süreci Türkiye’ye nasıl yansıyor?

Bu sorudan hareketle Turan’ın YİK toplantısındaki sözlerini hatırlayalım:

Her teknolojik değişim, firmalar arasındaki rekabeti de yoğunlaştırıyor. Schumpeter bu süreci yaratıcı yıkım olarak adlandırıyor. Ne kadar zor olursa olsun firmaların teknoloji temelli yeniden yapılanmasını başarıyla tamamlamak için çalışmalıyız. Verimli olan, değişime ayak uyduran firmalar yollarına devam etmeli.”

Güler misin, ağlar mısın?

Yaratıcı yıkım” kavramını ilk olarak 67 yaşındayken 1950 yılında vefat eden Avusturyalı iktisatçı ve siyaset bilimci Joseph Alois Schumpeter kullanmış.

Schumpeter’in ölümünün üzerinden 74 yıl geçmiş, Türkiye hala bu kavramı ekonomi yönetimine anlatma çabasında…

Son 22 yıllık AKP iktidarı bu kavrama öyle uzak ki; Bakan Şimşek 2024 Temmuz’undaki TÜSİAD/YİK toplantısında “Devlet o kadar Ar-Ge desteği veriyor, niye kullanmıyorsunuz?” diye hesap soruyor.

Evet İstanbul Sanayi Odası (İSO)’nın en büyük 500 firmasına baktığımızda ancak bunların yarısı ar-ge teşviklerinden yararlananmış. Neden acaba?

Mesela ülkenin en yetenekleri gençleri yurt dışına gittiği için şirketlerin inovasyon kapasitesi düşmüş olabilir mi? Veya ülkenin iç ve dış pazarları daralmış, ar-ge ürünlerinin piyasalaşmasında sorun olmuş olabilir mi? Kamu destekleri inovasyonu destekleyecek bir kurguya sahip mi? Regülasyonlar ar-ge’nin önünde engel oluşturuyor mu?

Bu ve benzeri soruların yanıtları verildiğinde çare bulabilirler.

TÜİK’e göre gayrisafi yurt içi Ar-Ge harcaması 2023 yılında bir önceki yıla göre 178 milyar 873 milyon TL artarak 377 milyar 542 milyon TL'ye yükseldi. Böylelikle 2023 yılında 26 trilyon 545 milyar 722 milyon TL'lik GSYH içindeki oranı yüzde 1.42 oldu.

***

Aynı toplantıda Dünya Bankası’nın “Küresel Kalkınma Raporu-Orta Gelir Tuzağı” çalışmasının akademik lideri ve Chicago Üniversitesi öğretim üyesi Ekonomist Prof. Dr. Ufuk Akçiğit, Turan’ın konuşmasına atıfla Türkiye’ye özgü bir sonucu paylaştı:

Yeni kurulan firmalar, eskilerden daha verimli değil.

Akçiğit’in değerlendirmesini 13 Aralık tarihli yazımda şöyle paylaşmıştım:

Sistemden çıkan firmalar, yerine gelen firmalardan daha verimli. Yeni firma oluşumunda da sorun var. Tekerleklerin hepsi patlaksa, bir tanesini şişirmek işe yaramıyor. Teşvikleri büyüklükten ziyade performansa göre vermeli. Küçük işletmelerin desteklenmesi bir sanayi politikası değildir, sosyal yardımdır.

***

Dünya Bankası raporunda orta gelir tuzağı analiz edilirken 108 ülke ele alınmış. Son 35 yılda bunlardan yalnızca 34 ülke orta gelir tuzağından çıkabilmiş.

Orta gelir tuzağından çıkan ülkelerde teknolojiye yatırım dikkati çekiyor.

Orta gelir tuzağından çıkışın anahtarı rekabetçiliği güçlendirecek teknolojik yenilikler, inovasyon olurken, OECD ülkeleri arasında bilgisayar, yapay zeka (AI) çalışmalarında Türkiye 10’nuncu, 11’inci sırada yer alıyor.

İnovasyon eğitimli gençlerden gelecek. Milli Eğitim Bakanlığı ters yolda, merkezi bütçeden aldığı pay 2015’te yüzde 13’den, 2024’te yüzde 9.8’e geriledi.

Verimliliğin önemli göstergelerinden birisi yüksek teknolojili ürünlerinin imalat sanayi ihracatındaki payı…

Türkiye’de son 10 yıldır teknoloji ürünleri ihracatının toplam ihracat içindeki payı yüzde 3 seviyelerinde. Üst orta gelirli ülkelerde aynı oranın ortalaması yüzde 23’e ulaşıyor.

***

Veri temelli görüşleri paylaşan Akçiğit’le dün bu konuyu konuştum.

Rekabetin yalnızca kalite ve teknoloji boyutu ile ele alınamayacağını, rekabeti etkileyen; krediye erişimden, firmaların ilişkilerine kadar farklı sosyal, siyasal, ekonomik etmenlere değiniyor. Yaptığı saptamalardan bazıları şunlar:

*Firmada verimliliğin gelişmesine engel ne tür semptomlar varsa, onlar verimli girişimlerin çıkmasını engelliyor. Mesela baş ağrıyorsa nedeni bulunur ve ona göre tedavi uygulanır. Verimlilik düşükse bunun nedeni de bellidir.

*Türkiye’de çok fazla küçük işletme var. Çok fazla girişim var. Bunun bir nedeni işsizlik. İşsizlikten dolayı bireyler kendi işlerini kuruyorlar. Bunlara verilen devlet desteği inovasyon getirmiyor. Mesela 3 kişinin çalıştığı bir firma 50 yıldır kendi halinde, istihdam yaratmıyor. Verimlilik artışı hareketli istihdam piyasasında ortaya çıkıyor. Verimlilik sağlayan performans yüksek maaş yaratıyor.

*Firmaların akordeon gibi işlerin geçirgenliğini artırmalı. 30 yıl-40 yıl aynı işi yapmak yerine işçiler yer değiştirmeli. Verimlilik artışının yüzde 70-80’i bu istihdam yapısından geliyor.

*Fransa işletmelerde, “gazalle” yani Türkçesi “ceylan” olan bir model uyguluyor. Etkin kaynak kullanımı ilkesi benimseniyor. Yeni kurulan bir şirket, 3’üncü yıl devlet desteği aldığında sıçrayacaktır mesela… Amerika başka bir karar vermiş. Yıldız şirketleri destekliyor. Bütün firmaları desteklemek diye bir şey yok.

* OECD ülkeleri içinde Ar-Ge teşviklerinde Türkiye üst sıralarda. Buna karşılık patent ve bilimsel yayında en sonuncu.

Teminat yetersizliğinden dolayı Hazine destekli Kredi Garanti Fonu (KGF) kefaletinden yararlanan finansmana erişim güçlüğü çeken KOBİ’ler en küçük birimden büyüğe 5 ayrı kategoride sınıflanıyor. Görüldü ki orta değerde firmalar bu desteği alınca büyümüşler.

İhracat, dijital ve yeşil dönüşüm yapan imalat sanayindeki KOBİ’lere KGF paketi geçen yıl açıklanabildi.

Rakamlar çok büyük. KGF kefaletiyle Eylül 2024 sonu itibarıyla, Hazine destekli kefaletlerden faydalanan işletme sayısı 1 milyon 445 bini geçti, kredi hacmi 925 milyar 600 milyon lirayı bulurken, kefalet hacmi ise 766 milyar 300 milyon lira seviyesine çıktı.

Bunlardan hangilerinin inovasyona, yaratıcı yıkıma katkısı oldu, hangilerinin yatları katları yenilendi, hangilerinin kapsına kilit vuruldu?!