Vahit Tursun ile “Romeika” söyleşisi: “Romeika sözlüğü, tarihi her anlamda silmek isteyenlerin karşısında”
"Dilinin kaybolacağını bugün öğrenip ağlayan insanlar gördüm. Şimdi bunlar üç kişi de olsa, beş kişi de olsa, on kişi de olsa sana mücadele azmi veriyor"
Uğur Biryol
Anadolu bir diller coğrafyası... Ancak dillerin çoğu, ya unutuluyor ya da yok oluyor. Doğu Karadeniz’in kaybolmaya yüz tutan dillerinden Romeika ile ilgili yıllar evvel Radikal İki’de feryat eden makaleler yazan Vahit Tursun’la, Romeika diline dair yaptığı sözlük ve gramer kitap çalışmalarını konuştuk.
- Yıllar evvel Radikal İki'de Romeika ile ilgili yazılar yazdınız. Bölge insanları dahil olmak üzere Romeikanın bir dil olarak varlığından haberdar olmasına sebep olan bu çalışmaya dair kitaplaştırma süreci nasıl başladı?
Biz bile neredeyse, doğal konuşucuları bile unutmuştuk yani Romeyka'nın ismini. Yoktu gündemde yani gündemden tamamen düşüp sessiz sedasız, yok olup gidiyordu. Ama kesin yok oluş yaşıyordu. Eğer ben mesela o kelimeleri kaydetmemiş, derlememiş olsaydım ve bu Romeyika’nın varlığını gündeme getirmemiş olsaydım, 20-30 yıl sonra, 50 yıl sonra neyse ne zaman artık tamamen sönüp gidecekse sanki hiç olmamış, hiç yaşamamış, hiç buralardan böyle bir dil gelip geçmemiş gibi bir durum söz konusu olacaktı. Oysa şimdi tam tersi, en azından yani inanıyorum ki kelimelerin büyük bir çoğunluğu kaydedilmiş. 14 bin 400 kelime derleyip kaydedebildik. Artı Romeyka ile ilgili sözlük döneminde A Haber'den tut, işte Anadolu Ajansı'ydı, şu ajansı, bu ajansı; mesela Sabah’ın İngilizce versiyonu bile Romeyka'nın sözlüğünü haber yaptı. Bir anda Türkiye'de bilen bilmeyen Romeyika'nın varlığıyla karşılaştı. Yani, böyle bir dil var, neyin nesi diye bir kendi kendine sordu ve gidip aradı, buldu, sözlüğü aldı. Tam bir yelpaze yani İslamcı kesimden tut, işte en demokratik kesime kadar, sağdan sola bir yelpaze içerisinde bütün basında yer aldı. Onun akabinde o basında yer alan haberler, bir yığın küçük küçük sitelerde yeniden yayınlandı, alıntı yapılarak yayınlandı.
Romeyika sözlüğünün ortaya çıkışıyla birlikte, dil sanki yeniden bir can kazandı. Yani bu dil var ve bu dile sahip çıkılmalı diye toplum bir şekilde bunu kucakladı. Ama yani onların da hakkını yememek lazım. Bir kere 70 kişi yaklaşık sözlüğün derlenmesinde yardımcı olan insanlar var. Bu insanların bazıları bugün yaşamıyor. Düşün yani ihtiyarından gencine kadar 60-70 kişi sözlüğün derlenmesine yardımcı oldu. Sadece kelimelerin değerlenmesi değil, ben o köyler arasındaki o mikroilyonları, mikroşiveleri yani ufak farklılıkları gösterebilmek için sadece sözlüğü kelime listesi halinde vermedim. Ne yaptım? Her kelimede olmasa bile 8 bin 500 cümle derledim. Bu cümleleri ben kafamdan kurmadım. Bazı madde başlıklarını da ben yaptım. Mesela diyelim ki. A, B, C, D’de D’yi ben yaptım, B'yi başkası yaptı, C'yi başka bir köyden biri yaptı, A'yı başka bir köyden biri yaptı. O köylerden gelen cümleler o mikroşivenin ortaya çıkmasını sağlıyordu ve onu sözlüğe aktardı. Yani sözlüğü alan kişi sadece Romeyika kelimelerle karşılaşmıyor, koskoca bir toplumun yaşam biçimiyle karşılaşıyor, düşünce biçimiyle karşılaşıyor, etkileşim biçimiyle karşılaşıyor. Yani kültürel bütün şeyleri neredeyse sözlük içiriyor. Yani sözlüğü eline alıp alan adam ona sırf kelime bakmayıp da inceleme babına bakmaya kalktığı zaman sözlükten bir yığın şey çıkarıyor ortaya. Bir sürü şey çıkıyor ortaya. Dilbilimsel malzeme çünkü içerisinde mevcut. Bu sahiplenildi gerçekten ve hala aradan 4-5 sene geçmesine rağmen sözlük satmaya devam ediyor. Ve hala sözlükten haberi olmayan insanlar var.
Ulaştıkça satacak o sözlük. Belki ileride en az sözlüğü satın alan insanlar kimler biliyor musun? Bu dili konuşanlar. Çünkü bu dili konuşanlarda şöyle bir hastalık var henüz. Korku. Yani korku hastalık oldu artık. Rumcayla, Romeyikayla bu dille haşır neşir olursam başıma gelmedik şey kalmayabilir yani. Dışlanırım toplum tarafından, çoluk çocuğum iş bulamaz, üniversite okuyamaz, okusa bile devlet ona iş vermez.
- Romeyika’nın temsil edildiği bölgeler nereyi kapsıyor?
Yaklaşık olarak 60-70 köydür. Yani dört ilçe, üç il. Yani Bayburt'un Trabzon sınırlarına yakın bazı, bir iki köyünde falan konuşuluyor. Ondan sonra Çaykara ve Çaykara'ya ait olan köyler, Dernekpazarı ilçesi, ondan sonra Sürmene'nin birkaç köyü var. Artı Maçka’nın Galyan-Livera oralarda konuşuluyor. Tonya'nın 7-8 köyünde, 3-4 köyde kısmen 5 köyünde tamamen ana dili olarak konuşulmakta. Fakat bunların ilişkili olduğu toplum çok fazla, çok büyük miktarda. Yani şöyle düşünün, kaynağın birinde şunu okumuştum, Trabzon metropolitini kaleme aldığı Trabzon kitabına göre 1922 civarında Türkiye'nin nüfusu 12,5 milyon olduğunda 190 bin Rumca konuşan insan vardı Karadeniz'de. Oranları aynı, bir de bölgenin insanları biliyorsunuz çok çocuklu ailelerden oluşuyor genelde. Ki mesela ben kendi dönemimden bahsedeyim. İlkokula gittiğim zaman sadece bizim mahallenin çocukları 80 kişiydik okulda yani. Bugün 8 kişi bulamıyorsun.
- Sözlüğün bugünden bakınca tarihi olarak değeri nasıl oldu?
Tarihi her anlamda silmek isteyenlerin karşısında sözlük geldi. Birdenbire. Çünkü ben imzamı attım. Tarihe geçen bir sözlük oldu, gerçekten tarihi bir sözlük oldu. Eksisiyle, doğrusuyla, yanlışıyla... Ama kendi ana vatanında o dilin ilk yayınlanan sözlüğü ve tarihsel bir cevap niteliğinde. Belki de yüzyıllar boyunca kullanılabilecek kaynak niteliğinde. En azından bu dilin doğal konuşucuları ki sözlükte zaten belli başlı birkaç yere değindim, nerelerde konuşuluyor gibi, bu insanların 100 yıl sonra, 200 yıl sonra, 500 yıl sonraki nesilleri dedelerimiz bu dili konuşuyordu diyebilecek artık. Düşünebiliyor musun? Koskoca Trabzon'un batısında, doğusunda, bir sürü yerinde hatta Karadeniz'in batı kesiminde mesela hiç Rumca kalmadığı bir yerde artık onlara siz Orta Asya'dan geldi sizin dedeleriniz dediğinizde adamların başvurabilecekleri karşı çıkabilecekleri ya dur bakalım bu doğru mudur diyecekleri hiçbir şey yok. Ama bizde artık öyle olmayacak. Çünkü bu sözlükle birlikte, bu kitapla birlikte, bu kitaplarla yani Romeyka'yı ilgilendiren kitaplarla birlikte biz gelecek neslimize şu mesajı veriyoruz. Biz bu dili konuşuyorduk 2024'e kadar. Üç bin yıl önce yaşamış makronlardan, heptakomitlerden, drillerden nasıl haberdar oluyoruz? O dönem yazılmış kitaplardan değil mi? İşte bu sözlük bu işi görecek gelecek yüzyıllarda.
- Çalışmayı tamamlayıp, insanlara sunduktan sonra nasıl mesajlar aldınız?
Zaten o mesajlar, o insanlar az dahi olmasaydı devam edemezsin bir şeye. Yani hiç kimsenin ilgi alanına girmeyen bir şeyi yazamazsın ki uğraşıp bir sürü böyle. Yani ben, Romeyika'nın kaybolacağını adam soruyor bana, yani kaybolacak mı gerçekten diyor ve ardından ağlıyor. Ben ona kaybolacak evet, kesinlikle dediğimde. Böyle insanlarla karşılaştım. Yani dilinin kaybolacağını bugün öğrenip ağlayan insanlar gördüm. Şimdi bunlar üç kişi de olsa, beş kişi de olsa, on kişi de olsa sana mücadele azmi veriyor, sana mücadele azmi kazandırıyor. Güç veriyor yani. Diyorsun ya üç kişiyiz, beş kişiyiz ama yani sağlamız. Çünkü öteki türlü toplu çok böyle kalabalık yani düşün ki bir Türkçe sözlük yapmışsın. Hiç yani, o sana o şeyi vermez, o hazzı vermez. Ama üç kişinin, beş kişinin gönülden sana destek veriyor olması gerçekten güç kazandırıyor. Ve en azından yalnız olmadığını hissediyorsun. Öteki kültürlü devam etmen mümkün değil.
- Peki, bu iki çalışmanın üstüne Romeika ile ilgili başka çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?
Var zaten bitmiş çalışmalarım var ama onlar renkli oldukları için sponsora ihtiyaçları var. Sponsor bulamıyoruz evet yok yani o kadar parayı verecek adam yok. Çok para çünkü, 7-8 bin Euro'luk kitaplar.
- Bir roman mesela düşündünüz mü?
Kendi hikâyemi aslında yazmak istiyorum. Çünkü bir kişinin ben bu değilim, ben sizden değilim dediği anda başına neler gelebileceğinin en özgün hikâyesi bende. Ben yaşadım yani. Öyle birisinden duyup hikaye şeklinde değil, yaşanmışlık olarak kendimi neyin içerisinde nasıl bulduğumun en güzel örneğini bence hem Yunan halkının hem Türk halkının okuyup da nasıl bir memlekette yaşadıklarını ve nasıl bir yönetim altında yaşadıklarını kavrayabilmeleri açısından. Ve inanıyorum ki bu hikaye, yani benim özellikle bu hikayem bütün Avrupa'da okunabilecek, hatta bütün dünyada okunabilecek bir şeye sahip. Yani bir serüvene sahip.
- Peki, bu süreçte Türkiye'deki ya da Yunanistan'daki entelektüellerden, yayıncılardan, işte dil bilimcilerden hiçbir dayanışma aldınız mı?
Yok almadım. Çünkü genelde entelektüel kesim kent çalışmalarıyla ilgilenir. Varsa bir şey ekleyecek kent çalışmasına onunla ilgilenir. Dolayısıyla sana gelip ya senin kitaplarına dur yardım edelim seni işte şurada düzeltelim seni şurada işte şöyle yaz böyle uğraşmaz yani. Kimse uğraşmaz. Bu batıda bütün batı her tarafta bütün dünyada böyledir. Yani entelektüelse bir kişi de ister makale olsun, ister kitap olsun bu gibi yayınlara, yayınlar yazıp yayınlamayı düşünüyorsa sana yardım etmez.
- İkinci kitap çalışması süreci nasıldı?
Sözlük bitti, yayınlandığı andan itibaren ben üç yıl kitap sayfası açmadım. Yaklaşık 2-3 yıl bilgisayarı açmadım. Yani girip hani bir şeyler yazayım, bir cümle yazayım ya da ne bileyim şimdi... Ondan sonrasında bir şey işi aldım. Bir tercüme işi aldım. O tercüme işinden de biraz para almıştım. Sonra o tercüme beni sıkmaya başladı. Yapmak istemiyordum bir taraftan. O sıkıntıyla bir dönem yarı inme diye bir şey geçirdim. 7-8 ayda kendime zor geldim. Doktor, doktor, hastane, hastaneye dolaştım. Doktorlar bile benimle dalga geçmeye başlamıştı. Hiçbir şey yokken bende, oysa ben, sorun yaşıyordum. Şu kolumu şöyle kaldıracak halim yoktu. Sonra bu şu üç parmak hafif şey yapmaya başlayınca, nasıl derler ya, uyuşmaya başlayınca orada anladım benim inme yaşadığımı. Ve bütün organlarım bırakmıştı kendini yani. Sonra yavaş yavaş tekrar toparlanmaya başladım. Ondan sonra işte bu ikinci kitabı yazdım. İkinci kitabın içerisinde de mesela çok böyle hatalı bir sürü şey var, arşiv yayınlaması gibi bir şey oldu yani. Vereyim gitsin dedim. Çünkü sürekli sözlük, bir kere sözlük nasıl çıktı? O hastalık süreci oldukça sarsıcıydı elbette. Ve tabii kafanda bir sürü sorular ve sorunlar... Öyle değildi bu iş.
Bir sürü dil bilimsel birikime ihtiyacım var. Leksikografi birikimine ihtiyacım var. Türkçe yazmaya ihtiyacım var. Bir kelime geliyor onu Türkçe açıklamak için, belki de yarım sayfaya ihtiyacım var. Söyleyemiyorsun, Türkçe'de yok ama Rumca'da bir tek kelime. Hadi dur da uğraş. Bir yığın öyle kelimeler vardı, takılıp kalıyordum orada. Birine telefon açıyorsun, öbürüne telefon açıyorsun, birinden yardım istiyorsun. Şimdi birinden yardım istiyorsun da bunu bir iki sefer yaparsın her birine. Herkes seninle oturup uzaktan uzağa böyle durup uğraşacak, sana, telefonlarına cevap verecek, açıklayacak falan filan değil yani. Otur, işte dil bilimsel ne kadar kitap bulursan oku. Neyi okuyacaksın? Aradığın şeyi bulamıyorsun ki. Bir koskoca kitap okursun, içerisinde bir cümle bulamazsın. İnternetten yüzlerce binlerce makale, yazı çizi, indir, oku, yap, et bir de bir şeyle bir İngilizce-Türkçe sözlüğü yapmıyorsun ya da İngilizce-Türkçe-Yunanca sözlüğü yapmıyorsun. Zaten bir sürü sözlükler var gider başvurursun orada işte bulursun, sen de yaparsın.
Biz farklı bir lehçede, artık lehçe durumunda bir dilden söz ediyoruz, ve bu lehçenin artık sistematiği var, dilbilimsel sistematiği oluşmuş, farklı gelişmiş. Bütün bu gelişmeleri bileceksin, analiz edeceksin, çok iyi kavramış olacaksın ki gidip onun hakkında bir şeyler yazabilesin. Bilebilirsin bir şeyi, kafanda biliyorsun. Fakat onu yazmak için bilmek yetmiyor. Onu yazmak için çok çok iyi bilmek gerekiyor. Defalarca onu bilmek gerekiyor yani.
Vahit Tursun - Romeika sözlüğü
- Mesela bir örnek verebilir misiniz bunu somutlaştırmak adına?
En basitinde mesela bizde bazı kelime tipleri vardı, isim tipleri vardı. Bu isim tipleri buradaki diasporanın ağzında yok. Yunancada yok. Şimdi bunlar, onu söylediğim zaman ben kendi kafamda Türkçe bir şeylerin karşılığını buluyorum. Ama onu gidip adlandırmada ne yapacağım? Bu sıfat mıdır? Ad mıdır, soyad mıdır, zarf mıdır, emir kipi midir, nedir yani? Yiyorsun kendi kendini, nedir bu? Nasıl bunu tanımlayacağım? Çünkü hani şimdi Yunancasını bulsam, Yunancasının üzerinden Google'a, tercüme üstüne falan bulacağım bir çaresini yani, bulursun neticede. Yok. Yok olanı sen, artık bunun ne olduğunu senin bulman lazım. Bunun için detaylı bir gramer bilgisine sahip olman lazım. Ben ne diyorum yani, dediğim şey nedir? Bunun ismini sen bulup koyacaksın. Korkunç bir baskı. Yani bilmiyorsun, tıkanıyorsun, kalmıyorsun. Kitap yazmayı biliyorsun, bir yerde tıkandığın zaman tıkanıyorsun kardeş, gitmiyor yani.
İki sefer ağladığımı biliyorum. Türk leksikograflara versem Romeyka bilmiyorlar, yapamazlar. Yunanlı leksikograflara versem onlar da yapamaz çünkü bilmiyorlar. Pontuslu leksikograf yok ama buldum verdim o da benim dilimin inceliklerini bilmiyor. Çünkü kaydedilmeyen bir şeyden söz ediyoruz. Helenizmin bir parçası ama kaydedilmemiş bugüne kadar. Dilbilimciler habire gidip geliyor bir şeyler bulup, hani bu şeyi aydınlatalım diyor ama bir türlü işin içerisinden çıkamıyor çünkü Türkiye bırakmıyor onları. Dolayısıyla çok zorluk yaşadığım yerler vardı. Bir de bunların ortografisi, ortografi ne? Kelime şimdi Romeyika'da tamam, kelimeyi bulduk. Kelimenin yazılış biçimi nasıl? Çünkü bunları ben önce ne yapmıştım? Latince bunları yazdım. Basit düşünceyle yani işte V Velta'nın yerine DH koydum. Yani bu Greeklish internette yazışıyor insanlar. O kullanımdan kaynaklanan. H'ye CH yaptım ya da KH falan. İşte F'ye TH yaptım. Sonradan baktım ki bunlar da hastalıklı. Çünkü bazı kelimeler T ayrı, H ayrı olunca adam onu şimdi F olarak mı algılayacak yoksa direkt T öteki heceye ait mi algılayacak? Çeşitli problemleri vardı bunun. Öyle Latinize ettim, kelimelerin karşılıklarını Türkçede verdim.
Sonra bir arkadaşa gönderdim, dilbilimci. At bunu çöpe dedi, hiçbir iş yaramaz. Ne diyorsun dedim ya, kafayı mı yedin sen? Sen dedi hayatında hiç sözlük görmedin mi? Dedim ya 129 tane o zaman kütüphanemde sözlük vardı. Aç bir sözlük dedi, bir İngilizce-Yunanca sözlük aç. Açtım. Prefession'ı buldum. Ne yazıyor Prefession'da? Prefession yazıyor. Nasıl yazıyor Prefession? Prefession, telaffuz ettiğin gibi Yunanca harflerle mi yazıyor? Yo, İngilizce yazıyor. Sen ne yapmışsın diyor, sen Romeykayı Türkçe kelimelerle yazmışsın, Türkçe karakterlerle yazmışsın. Böyle bir sözlük dünyada yok dedi yani. Bir dil, önce bir dilin kelimeleri kendi dilinde yapılır, parantez içi Latince ya da ne yapacaksan artık, hangi topluma yönelik o sözlüğü çıkarıyorsan onları yaparsın, ondan sonra tercümesini verirsin. Senin yaptığını bir köydeki senin işte üç beş tanıdığın okur, okumaz yani ona yönelik bir çalışma oldu dedi. Hayda, hadi yeniden başla. Düşünebiliyor musun? 14-15 bin kelimeyi şimdi yeniden yaz. Yeniden bir şeye başlamak, ölmek demek bu gibi işlerde. Otomatiğe veremiyorsun Word'de. Zaten InDesign'da çalışıyorum. Gerçi orada da otomatik var ama veremiyorsun. Yok, böyle bir şey yani. Yeniden çalış.
Ondan sonra alfabe yaratmam gerekti. Bu Latinize ediyorsun da Latinize etmen yetmiyor. Hadi bir alfabe oluşturdum kendime, elli kez değiştirdim ben o alfabeyi. Yani sözlüğe özel yaptığım, yarattığım alfabeyi elli kez değiştirdim. Bu elli kez otomatik bir şeyleri değiştirmeden oluyor. On beş bin kelimenin üzerinden tekrar tekrar geçmekle oluyor. Düşün yani, o baskıyı düşün. Bir hataya rastlıyorsun ve on beş bin kelime önünde. Atla balkondan aşağı, daha iyi. Ciddi söylüyorum yani, o kadar büyük baskı. Ve ne oluyor? Sonuçta hiç şunun içerisinden çıkamıyorum, diyorum ki bunları ulusal sesçil alfabeyle düzenleyeceğim yani açıklamak zorunda kalacağım. Gittim Uluslararası Sesçili Alfabe'nin ne olduğunu öğrendim. Ondan sonra işte oradan hangi sesler benim bu telaffuzları karşılıyor, diyorum ki bak bu bulduğum, mesela Türkçede o güne kadar bir arkadaştan öğrendim. Ağa, “ağa” diye bir şey Türkçede yok diyor bana adam. Tamam Türkçe'miz zayıf ama, yahu yapma kardeş yani, “ağa” nasıl yok? Var. Aha açayım diyorum sözlüğü, e aç diyor. Aha kardeş ağa. Lan yok diyor. Allah Allah. Ya dalga geçme diyorum, söyle bana ne söyleyeceksen. Kardeşim senin telaffuz ettiğin ağa, Türkçede yok. E nasıl, burada ne yazıyor? Ağa yazıyor. Ğ yok Türkçe'de diyor, alfabeyi yeniden değiştir.
- Alfabeyi nasıl oluşturdunuz o zaman?
Ses üzerinden. Genelde Latince. Sözlüğü bir kere Yunancaya çevirdim. O bir başka belaydı. Çünkü onun yazım meselesi... Şimdi Yunanca yazıyorum da. İ ile mi olacak bu, E ile mi olacak? Bu başlı başına büyük bir sorundu. Google üzerinden yeni Yunanca kelimelerde mesela hani birçok kelimemiz, binlerce kelimemiz yeni Yunanca’ da da var. Onları kolay buluyorsun. Yeni Yunancada artık kullanılmayan, eski Yunanca olan kelimeleri bulamıyorsun. Hadi boş eski Yunanca sözlüklerden bak bu kelime nasıl yazılıyor. Tevekkeli yani hastalık sürecinde seni oraya oturtan da aslında o şey çalışma. O bilincin çalışmasıyla alakalı bir şey. Yani sana diyor ki bunu yapacaksın diyor. Yoksa kötü olacak daha.
- Sıfırdan bir eser yarattınız, evet konuşulan bir dil var, konuşan insanlar hala var ama bunu alıp bir form haline getirmek?
Sıfırın altından bir iş, dehşet derecede zor. Dehşet derecede. Yani, ya öyle bazen ne yapıyordum biliyor musun? Bazen mesela diyordum ya bak, bu orası hastalıklı burası bilmem ne. Al bir sayfayı önüne, bir sayfa. İçinde kaç tane kelime var? Yirmi, elli. Bir gün o sayfayla uğraş ama o sayfa kapansın bir daha gitme yani. Hayır. 50 sefer daha geçersin o sayfadan. Her kalktığın gün yataktan gelip onu o sayfayı açtığın an önüne bir şey çıkıyor. Sonu yok. Ama onu ne zaman, şimdi bile hangi sayfasına gitsem sözlüğüm ama hangi sayfasına değiştireceğim şey çıkar oradan. O kadar bitmez bir şey. Değiştirelim birlikte. Ertesi gün yine gidelim, İkimiz yine değiştirecek şey buluruz. Korkunç bir şey. Ya bir hikâye değil bu. Çok iyi Türkçe bileceksin. Hangi dile çeviriyorsan onu, çok iyi ama.
- Peki, bu sözlüğü eline alan birisi Romeika cümleler kurabilir mi?
Yok, kuramaz. Cümleleri okuyup cümleleri böyle hani nasıl söyleyeyim içselleştirip o cümle kurulumlarından yola çıkarak ama yine de mümkün değil çünkü karşıdaki tercümeleri her zaman birebir değil. Yani motamot bir tercüme yok. Bazen mesela çok farklı kelimelerle kurulmuş bir cümlenin Türkçe tercümesi alakasız kelimelerden oluşabiliyor. Çünkü motamot verdiğin zaman Türkçe herhangi bir anlam ifade etmiyor. Yani başka bir şey çıkıyor ortaya. Dolayısıyla o kurduğun Romeyika cümlelerin içerisindeki kelimeleri unutuyorsun. Sadece anlama odaklanıp anlamı çevirmeye çalışıyorsun orada. İkinci kitapta biraz gramer ufaktan var ama yani çok zor.
- Peki, Romeika'da bölgesel farklılıklar var mı?
Tonya Romeykasıyla bir farkımız var. Fakat bu sintaktik bir fark değil. Farklı kelimeler, mesela her köyde şöyle bir şey var. Her köyde sen mesela bir kelimeyi unutmuşsun, yerine başka bir şey koymuşsun. Ben başka bir kelimeyi unutmuşum, yerine başka bir şey koymuşum. Fakat Türkçe'nin bütün dil üzerindeki etkisiyle bir yelpaze şeklinde en yukarıdaki dağ köylerinden aşağıya sahile indiğin zaman Romeyikanın değişim şeyini görüyorsun orada. Yani Türkçeni ne kadar etkiliyor, ne oluyor. Biraz daha yukarıda ne oluyor, biraz daha yukarıda ne oluyor. Bu o köylerdeki insanlarla haşır neşir olup işte çok farklı kişilerle ortaya çıkıyor. Çünkü bir kişiyle ilişkiye geçtiğin zaman sana ne söyleyeceği belli değil, doğru olup olmadığı. Çünkü onu teyit etmek zorundasın, ikinci, üçüncü şahıslarla falan. Dolayısıyla ortaya çıkacak olan o mikroşiveyi iyi tanıman lazım, onu gidip yazmak için. Emin de olman lazım çünkü yarın bir gün derler ya yok böyle bir şey. Nereden çıkardın sen bunu?
Biz böyle konuştuk, böyle konuşuyoruz der mesela adam sana. Ne yapacaksın o zaman? Onun için ben aldığım bütün bilgilerin isimlerini tuttum, yaşını da verdim. Çünkü bilim adamlığı, dilbilimcileri için önemli bu. O tespit. Cümleleri kullanıp, hiçbir şeye dokunmadan, geldiği yerin şivesine dokunmadan onları yazmak, yani Latinize etmek, o apostroflarla uğraşmak, o seslerin düştüğü yerlere apostrof koymak. Yahu apostrofun nereye konulacağını bilmiyordum ben sözlüğe başladığı zaman. Apostrof nedir bilmiyordum. Niçin ihtiyaç duyulur ona onu bilmiyordum. Hadi onu öğrendim, neresine koyacağım ben Romeyka kelimenin? Önüme bir kelime geldi ya da bir cümle geldi. Nereye koyacağım bilmiyordum. Ve bunu bana kimse öğretmedi biliyor musun? Okuya okuya öğrendim. Yani şöyle söyleyebilirim, üç yıl içerisinde üç tane üniversite bitirdim kendi kendime, dilbilimci oldum yani.