Tarafımı insanı yaşatmaktan yana seçiyorum…

Bunu yaparken de her türlü barış ihtimalini sabote etmeyi vazife edinen Türkiye’nin enerjisini terörle mücadeleye sarf etmesi için uğraşan tüm karanlık mihrakları ve TUSAŞ mühendislerine yönelik terör saldırısını lanetliyorum… Bu vesilesiyle Cumhurbaşkanı-mızın ve Sayın Bahçeli’nin Türkiye’yi kurda kuşa yem etmek isteyenlere geçit vermeyeceğini ilan den açıklamalarının öneminin altını çizmek istiyorum. Türkiye Orta Doğu’nun yenik devletleri arasında yer almayacaktır. *** Cumhurbaşkanımız R. Tayyip

Bunu yaparken de her türlü barış ihtimalini sabote etmeyi vazife edinen Türkiye’nin enerjisini terörle mücadeleye sarf etmesi için uğraşan tüm karanlık mihrakları ve TUSAŞ mühendislerine yönelik terör saldırısını lanetliyorum…

Bu vesilesiyle Cumhurbaşkanı-mızın ve Sayın Bahçeli’nin Türkiye’yi kurda kuşa yem etmek isteyenlere geçit vermeyeceğini ilan den açıklamalarının öneminin altını çizmek istiyorum. Türkiye Orta Doğu’nun yenik devletleri arasında yer almayacaktır.

***

Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan’ın son açıklamalarıyla vurgu yaptığı üç önemli noktayı, son dönemdeki gelişmeleri anlamak açısından önemli buluyorum:

*“Açtığımız tarihi fırsat, hırsa kurban edilmemeli.”

*“Terörün ve şiddetin olmadığı bir Türkiye inşa etmek istiyoruz.”

*“İsrail’in sınırımıza taşıdığı yangına karşı iç cephemizi güçlendiriyoruz.”

Bu üç cümle, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin gündemi sarsan açıklamasının çerçevesini oluşturuyor. Bu açıklamalar bizim gibi ömrünü bu çatışmalar içinde geçiren nesil için, gençlerden çok daha fazla önem taşıyor.

1978’de PKK’nın kurulduğu yıl, lise ikinci sınıf öğrencisiydim. Bir yıl önce, 1977’deki 1 Mayıs Taksim olaylarında 42 kişi öldürülmüştü. Olaylar bizim gibi kız liselerine bile sıçramıştı. Örgüt isimleri havada uçuşuyordu, kimin neden öldüğü belli olmayan, ülkemiz için umutsuz olduğumuz, koalisyonlarla hükümetin yönetilemediği, suikastların sıradanlaştığı günlerdi. PKK bu kaos ortamında, 28 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Fis köyünde kuruldu. «Bağımsız Kürt Devleti» için mücadele edeceklerini söyleyen örgüt, Marksist-Leninist bir çizgi benimsemişti.

Aradan 45 yıl geçti. Zaman ve zamanın ruhu değişti. İki kutuplu dünya yıkıldı, Soğuk Savaş bitti. Sosyalizm, tarihteki ivmesini kaybetti. O günlerin soğuk savaş atmosferinde geçerli olan ideolojik yaklaşımlar ise zamanla önemini kaybetti. Özellikle SSCB’nin 1991’de yıkılmasıyla bu ideolojik zemin daha da kayboldu. PKK, Amerika tarafından eğitilen bir örgüt haline geldi.

Tarih, siyaset, devletler, her şey değişirken, insan da değişti. Biz “boomer kuşağı”nın gündemindeki konular “Z kuşağı”nın gündeminde değil. I-Gen kuşağı bunları anlamakta bile zorlanıyor. Haliyle Kürtler de değişti, Z kuşağı, I-Gen kuşağı Kürt gençleri de bireyselleşti. Toplumculuk, ideoloji, bağımsızlık ve özgürlük kavramları anlam değiştirirken örgütler de etkisini kaybetti. Hayatlarını örgütler için feda eden, eskisi gibi kendini ölümüne adayan insanlar kalmadı.

Marx diyor ki: “İnsanlar, tarihlerini kendileri yaparlar ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar.”

Özetle geçmişten devreden verili koşullar değişti. Bu değişim ile birlikte, artık ideolojik dayanağını kaybeden, varlığını devam ettirebilmek için etnik bir silahlı terör örgütüne dönüşen bu yapının ülkeye verdiği zarara ve toplumda yarattığı dehşetli kayıplara, acılara şahitlik ederek geçti hayatımız. Biz de bu koşullar ve acılar içinde devraldığımız sorunlarla bugüne geldik.

Şimdi girdiğimiz kavşak ise tam da bu noktada büyük önem taşıyor. Türkiye için geçmişte, AK Parti iktidarı döneminde başlatılan ama inkıtaa uğratılan toplumsal bütünleşme için tarihî ve hatta son fırsat. O dönem bizim bu projeye verdiğimiz isim “Milli Birlik ve Barış” projesiydi. Bu başlığın bugün için de en ihtiyaç duyulan olduğunu düşünüyorum.

Elbette bu kolay olmayacak. Fakat bambaşka bir dünyanın içine doğru ilerleyen Türkiye, neredeyse elli yıllık geçmişi olan bir sorunu çözerek ülkenin geleceğini ipotek altına almaktan kurtarıyor, bunu görmezden gelemeyiz, gelmemeliyiz.

Benim gözümde Kürt meselesi, annelerin gözyaşıdır.

İç Anadolu’nun metruk bir evinde duvarda asılı bir asker ya da Trakya’nın bir köyünde duvara asılı öğretmen fotoğrafıdır. Karadeniz’de çocuğunun mezarını ziyaret ederken boğazı düğümlenen annenin gözyaşı, Akdeniz’in ufkuna bakarak bir daha dönmeyecek oğlunu bekleyen babadır. Tam da bu nedenle barışın yanında durmayı, insanı yaşatan her yüce amaca sonuna kadar katılmayı insani ve imanî bir mesele olarak görüyorum.

Tüm bunların yanı sıra, Orta Doğu’da ve Türkiye’nin çevresinde, uzun süredir “vekâlet savaşları” şeklinde devam eden çatışmalarda vekiller ortadan kalktı, artık devletlerin doğrudan sıcak çatışmalara girdiği yeni bir Orta Doğu konjonktürü var. Dünya bir üçüncü dünya savaşına adım adım ilerlerken, İsrail’in aynı anda Tahran, Bağdat, Şam, Beyrut ve Yemen’i vurması bölgedeki istikrarsızlığı derinleştiriyor. Bu tür çatışmaların gölgesinde, Türkiye’nin iç barışını güçlendirmek, yalnızca bir seçenek değil, bir zorunluluktur.

Tarafımı sonraki nesillere miras bırakılacak bir barıştan yana seçiyorum.