Siz tam olarak busunuz!
Amerikalılar, terörist ilan edip başına 10 milyon dolar ödül koydukları Ahmed el-Şaraa ile görüşünce biz de habere internet sitemizde, “ SIFIR DOLARA AYAĞINA GETİRTTİ ” başlığını attık. Gazetemizin de önceki günkü manşeti “ ŞAM’A DİPLOMATİK AKIN ” ifadeleriyle çıktı. Çünkü Batılı ülkeler el-Şaraa ile görüşmek için sıraya girdiler . İtalya Başbakanı Meloni diyaloğa hazır olduklarını açıkladı. Alman hükümeti heyet gönderdi. Fransa da 12 yılın ardından Şam’a ayak bastı ve kapalı olan büyükelçiliğine
Amerikalılar, terörist ilan edip başına 10 milyon dolar ödül koydukları Ahmed el-Şaraa ile görüşünce biz de habere internet sitemizde, “
SIFIR DOLARA AYAĞINA GETİRTTİ
” başlığını attık.
Gazetemizin de önceki günkü manşeti “
ŞAM’A DİPLOMATİK AKIN
” ifadeleriyle çıktı. Çünkü Batılı ülkeler el-Şaraa ile görüşmek için
sıraya girdiler
. İtalya Başbakanı Meloni diyaloğa hazır olduklarını açıkladı. Alman hükümeti heyet gönderdi. Fransa da
12 yılın ardından
Şam’a ayak bastı ve kapalı olan büyükelçiliğine bayrak çekti. İngiliz diplomatlar Ahmed el Şaraa ile toplantı yaptı. Avrupa Birliği,
Suriye’nin imarına katkı sağlamaya
hazır olduğunu duyurdu.
Haliyle
Şiilerin komplo teorileri
de yağmur gibi yağmaya başladı. En klişeleri şu: “Gördünüz mü Batı, adamı üzerinden bölgemizi dizayn ediyor.” Ancak, İran ve aparatlarının
kreş terk antipropagandalarına
vakit ayırmak dahi coğrafya için büyük zaman kaybı. Çünkü Lübnan ve Suriye’de batmaya yüz tutan Şii Hilali’ne karşı, İsmail Kılıçarslan’ın ortaya attığı
‘Sünni Dolunayı’ doğuyor
. Bu kavramın altını ve içini doldurmaya yoğunlaşmak elzem. Tabii
‘Siyasal Mezhepçilik’ tuzağına
asla düşmeden. Coğrafyamızda tüm dengeler değişirken; Şii, Nusayri ve kısmen de Alevilerin beslediği; mezhepçi, bölücü dil ve
her türlü mağduriyet haline
rağmen bu kapı bir kez daha aralanmamalı. Bakınız, Suriye’de bu zamana dek,
“istenen” ve “arzulanan” provokasyonlar
gerçekleşmemesine rağmen Samandağ’da yaşayan Nusayriler adına yapılan “Halk, Suriye’deki katliamlara karşı yürüyor” çağrısı bir
kıvılcım denemesi
ydi. Esed’in yerle bir ettiği Yermük’ten kaçan binlerce insanın
ikonikleşen fotoğrafını
afiş yapacak kadar da ‘malzemesiz’lerdi. Yapılan açıklama ise tam bir
yalan ve iftira düzeneği
ydi. Ama şu cümle dikkatimi çekti:
“Alevi inancı veya başka inançların, bir
rejimin uygulamaları üzerinden
hedef alınmasını asla kabul edemeyiz.”
Bu itiraz başından sonuna kadar doğru. Esed’in azılı, manyak ve nefret saçan bir Nusayri olması diğer Nusayrileri zan altında bırakamaz. Lakin, “Zalim Beşar Esed, göründüğü ve bilindiği kadarıyla 13 yıldır Suriye’deki sivilleri katlederken
Samandağ halkı neredeydi
?” sorusunu sormak ve “mezhepçilik yapılmasın” diye
yürürken bile mezhepçilik yaptıklarını
yüzlerine söylemek gerek. Suriye’de halk, 61 yıllık Baas rejiminin ölümcül yükünü üzerinden atmışken ve devlet sistematiği yeniden tesis edilirken
Samandağ’da sergilenen, tiyatrodan öte değil zaten.
Bu arada tiyatro demişken, 18 Aralık günü yapılan şöyle bir paylaşıma denk geldim:
“2015 yılında, savaşın ortasında bile tiyatroda yer bulunamayan bir kentti Şam. Gittiğimizde yer kalmamıştı, ikinci kez denediğimizde sahnenin dibinde yere oturarak oyun izleyebilmiştik. Şimdi liberaller, milliyetçiler, emperyalizmin tüm kiralık soytarıları, haydutları, katilleri eliyle
koca bir ülkeyi
cehenneme çeviriyorlar.”
İşçi sınıfı için içerikler ürettiklerini ilan eden ‘BSM Kolektif’ hesabından yapılan bu paylaşıma aslında hiç şaşırmadım. Şu var ki, bundan sonrası için kendime sakladım.
Tarihin
en kanlı diktatörlerinden
Stalin’e övgüler düzen, güya onu temize çeken videolar da üretmişler. Nerede bir Müslüman ve Türk katili varsa idealize eden bu sosyalist psikopatların Sednaya Hapishanesi’nde her türlü işkence yapılırken, Şam’da sahnelenen tiyatroya bilet bulamamayı yüceltip, devrimin şimdi bu
“imkânlarını” ortadan kaldırdığına
kahrolmalarını dilimizden düşürmemeliyiz.
Bu arada, koşa koşa Suriye’ye gelen Batı’ya da odaklanmak gerek.
Suriye’de devlet yeniden ayağa kaldırılırken
Amerika ve Avrupa’nın hümanizm soslu söylemleri kimseyi heyecanlandırmamalı. Mesela Batı’nın Heyeti Tahrir Şam’ı (HTŞ) terör listesinden çıkarması bir lütuf, taviz ya da jest olamaz. Aksine onlar
HTŞ’nin meşruiyetine
mecburlar. Yoksa Beşşar Esed ile aynı cephede durmayı sürdürmüş olacaklar. Bu nedenle de geride kalan; vahşi, acımazsız ve her saniyesi katliamlarla geçen o 13 yılın
kendilerine düşen payından kurtulmak için soluğu Şam’da alıyorlar.
Amerika ve Avrupa,
Esed’i iktidarda tutarak
bölgemizi abluka altına alma ve Türkiye’yi baskılama politikası güttü. Bunun için de çok büyük paralar harcadılar. Ellerinde şimdi,
donattıkları terörist PYD/PKK’lılar
ve gizli aparatları DEAŞ var. Batı’nın Suriye’de yapabileceği tek “iyilik” göz yumdukları ve sebep oldukları enkazı kaldırmak olur.
Bu denklemde Türkiye’nin tavrı net
ve Suriye’deki devrimcilerin duruşu ortada.
Yazarımız Yasin Aktay’ın kendisi ile yaptığı geniş mülakatta El-Şaraa’nın şu sözleri mühimdi:
“Yeni Suriye devletinin inşasında
Türkiye’nin birçok önceliği var
. Toplumsal bağları koruyacağız. Bu zafer sadece Suriye halkının değil, Türk halkının da zaferidir.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan da Mısır dönüşü verdiği röportajda, “Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan da inşallah oraya gidecek. Yeni yapılanmayı birlikte yapacaklar” diyerek Türkiye’nin coğrafyanın tam kalbinde olacağına özellikle vurgu yaptı.
Biraz dolambaçlı oldu ama şunun altını çizerek ifade edeyim: Yaklaşık 13 yıldır Türkiye’de iç siyasetin gündemini ve kamuoyunu
Suriye üzerinden belirleyerek
memleketin tüm enerjisini sömürenlerin varlık sebepleri ortadan kalktı. Görüldüğü gibi debeleniyorlar. Tüm öngörüleri çöktü.
Esed’e kuyruk olanlar
inandırıcılıklarını yitirdiler. Ancak ilk fırsatta yeniden var olmayı deneyeceklerdir. Yalanla, provokasyonla, iftira, kumpaslar tertipleyip, tiyatroları sahnelemeleri kaçınılmaz. Tarihin akışı değirirken, Türkiye gündemi
Esed’in fonladığı aparat gazetecilerin
videolarına, Tweetlerine artık teslim olmamalı. Bunun için de net olmak ve “siz busunuz” demek gerekiyor. Suriye,
büyük bir sorundan,
coğrafyanın hatta
İslam ülkelerinin çözümüne
kapı aralayacak bir ümit ışığına dönüşmüşken, biz bu filmi bir kez daha görmüştük dememeliyiz. "O filmi" biz çekmeliyiz…