Siyonist-Haçlı tehdidi olarak Arzımevud nedir

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son konuşmalarında Arzımevud ’a vurgu yapması, ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi. Biz yaklaşık bir yıl önceki birkaç yazımızda Arzımevud’un, Musevî hayali yle İsevî sömürgeciliği n sentezi olarak bölgemiz için nasıl bir büyük tehdit oluşturduğunu işlemiştik. Kavramla ilgili tartışma yeniden canlanınca söz konusu yazılarımız üzerinden yeni bir hatırlatma yapmanın iyi olacağını düşündük: HAMAS’ın, ABD-İsrail ablukasını yarmak için Gazze’de yaptığı harekata karşı Batı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son konuşmalarında
Arzımevud
’a vurgu yapması, ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi.
Biz yaklaşık bir yıl önceki birkaç yazımızda Arzımevud’un, Musevî
hayali
yle İsevî
sömürgeciliği
n
sentezi
olarak bölgemiz için nasıl bir büyük tehdit oluşturduğunu işlemiştik.

Kavramla ilgili tartışma yeniden canlanınca söz konusu yazılarımız üzerinden yeni bir hatırlatma yapmanın iyi olacağını düşündük:

HAMAS’ın, ABD-İsrail ablukasını yarmak için Gazze’de yaptığı harekata karşı Batı koalisyonca başlatılan savaşın bir soykırıma dönüştüğü malumdur.

Siyonistlerin bu soykırımı Arzımevud (vadedilmiş yer) tahtında
dini-siyasi / bir sentez / teopolitik
olarak meşrulaştırmaya çalışmalarıyla, hatta bunu yeni katliamlar yapmak üzere bölge ülkelerine yayma teşebbüsüyle, konu on milyonluk -siyaseten uydurulmuş- Yahudi inanışını aşıp, Mezopotamya’nın tamamına yönelen büyük bir tehdit hâline gelmiştir.
Aslında, semavi dört kitaptan biri sayıldığı için
Tevrat
’a karşı gösterilen genel saygı esasında ilk bakışta mümkün görülebilen Arzımevud vaadi ya da ideali her şeyden önce “Hangi Tevrat?” sorusuna çarparak kendiliğinden geçersizleşmektedir.
Zira bugünkü Tevrat’ın
Eski Ahit
ya da
Antik Tevrat
olmadığı, bilakis onun Yahudi pragmatizmiyle
tahrif
edildiği, şimdikinin Hz. Musa’dan başlayarak sonraki nebilerin, hahamların verdikleri bilgilerin, öğütlerin de belli zamanlarda işlendiği genel bir
İsrailoğulları tarihi
olduğu kesindir.

Kur’an’da Tevrat’ın Hz. Musa’ya verildiğine dair “Davud’a da Zebur’u verdik.” (İsra 17/55) açıklığında bir ifadenin bulunmadığını zikrederek, söz konusu kesinliğe göre, Tevrat alimlerinin ilgili çalışmalarının yüzyıllardır tahrifatı teyit etmekten başka bir sonuç doğurmadığını; hâl böyle olunca Arzımevûd meselesinin de kendiliğinden şüpheli hâle geldiğini, Tevrat’a eklenme sebep ve zamanının da tartışmaya açık olduğunu belirtmeliyiz.

Buna mahsus olarak
George E. Mendenhall
“Antik İsrail’in İnancı ve Tarihi – Kitab -ı Mukaddes Bağlamında Bir Giriş” adlı kitabında (Trc.: Pelin Özdoğru, İnsan, 2016) ilk tespitlerini
Musa-Sina Akdi
’nden
Kutsal Siyaset
uygulamalarına geçişin resmî tarihi olarak belirlediği M.Ö. 1020-1000’den yapmıştır.
Tahminen Yeşu, Talut, Davud, Süleyman ile Yoşiyu’nun M.Ö. 1200 - 609 tarihleri arasında
kral
olduklarını tespit eden Mendenhall’ın bu tarihe itibar etmesinin nedeni, Yeşu’dan sonra Filistinlilerin el koyduğu
Ahit Sandığı
’nın
Nebi Samuel
zamanında
Talut
tarafından geri alınıp, Davut tarafından Kudüs’e getirilmesi ve Süleyman tarafından mabede konulması nedeniyledir.

Burada şari’ emriyle peygamber olduğuna inandığımız Hz. Davud’u değil, Mendenhall’in -bizdekiyle benzerlikler taşıyan ama aynısı olmayan- Kral Davud’unu esas aldığımızı belirterek, Ahit Sandığı’nın ne olduğunu da söyleyelim:

Tanrı’nın Tahtı, Antlaşma Sandığı, Tâbûtü’l-ahd, Tâbûtu Sekine vb. isimlerle de anılan ve Tanrı’nın emriyle yapılan Ahit Sandığı başta Hz. Musa’ya verilen on emrin yazılı olduğu taş levhaların, sonra altından yapılmış man testisi ile Hz. Harun’un değneğinin de içinde saklandığı sandıktır.

Davud’un Ahit Sandığı’nı getirdiği ve kendi krallığının başkenti olarak ilan ettiği Kudüs, aynı zamanda Yebusîler’in (Amuriler’in) de şehridir.

Mendenhall bu nedenle Sandığın Kudüs’e getirilmesini eski Yehovacı geleneklerin yanı sıra Yahovacı olmayanların da (Yebusîler vd.) Kudüs’te geleceklerinin olduğuna dair “önemli bir sembolik deklarasyon olarak” niteleyip, “Ahit Sandığı’nın kutsallığı”nın, “Sina rivayetlerine bu dönemde yapılan edebî eklemelerle güçlendirilmiş” olabileceğini belirterek şu çarpıcı sonuca ulaşmıştır:

İbrahim’i İsrail’in atası olarak tasvir eden hiçbir Tevrat ayeti, “İbrahim’den bahsediyor olsa bile” Kral Davut’tan önceye tarihlenmez. Tekvin 49:2; Tesniye 33:28 ve Sayılar 23:7 ila 24:5’teki arkaik manzumeler bunun tipik örnekleridir.

Tekvin 23:28 neden “Yakub ile İsrail’in eşanlamlı olduğunu açıklayan hikâyenin bir kısmını içerir? Çoğu kavim topluluklarında herkesin gönül rahatlığı ile kabul edebildiği ortak ata, sembolik olarak farklı grupları kaynaştıran şeydir. Bunun biyolojik akrabalık ile bir ilgisi yoktur.”

Bunun devamında ise Mendenhall, “Arzımevûd Tevrat’a ne zaman eklendi” sorusunun en ilginç cevabını da ihtiva eden ilmî kanaatlerini şöyle kaydeder:

“İsrâilli olmayanların ani biçimde Dâvud’un krallığına katılmaları daha kapsayıcı bir ortak ata bulunmasını gerektirmiştir. Hem Yehovacıların, hem Yehovacı olmayanların kabul edebileceği bir atadır bu.”

Ona göre “İbrahim adındaki bir adam ile ilintili rivayetler bu ihtiyacı karşılamaya uygundur: bunu hem Yehovacılar hem de olmayanlar kendi müşterek kültürel atalarına uygun bulurlar. Bu durum, Dâvud’un krallığındaki herkesin hem Musa öncesi hem de Sina öncesi ortak bir kültürel mirası tanımasını mümkün kılar. İsrâil köylüleri ile İsrâilli olmayan kentliler arasındaki iki yüz yıllık uyumsuzluk, artık resmî biçimde aşılmış ve iyileştirilmiştir. Siyasi yapılaşma ile ilintilenince de İbrahim geleneği, Musa-Sina geleneğinin ötesine geçer.”

Mendenhall’ın ele alış biçimiyle
İbrahim’in ortak ata olarak icadı
nın İbranilere değil Yebusîlere ait olması ise konunun bir diğer can alıcı yanıdır.
Şöyle ki, Mendenhall’a göre kendi devletini
Yebusî bürokrasisi
üzerine kuran Davud, bunu değiştirmemiş ve bu durum kabileci Yahudilerin büyük tepkisini çekmiştir.
Bu tepkiyi iyi analiz eden “
Davud’un bürokratları -ki hepsi pagandı- onun kadim Yehovacı geleneklerini devlet adamlığının ‘modern’ gereklilikleri ile buluşturmak için bir tür kutsal siyaset izlediler.
Ona, en azından bir nesil için, kabile köylerinin Yehovacıları ile (ekonomik temel) kent merkezinin paganları (Yesbusileri, örgütlü uzmanları) arasındaki ayrılıkları başarıyla aşan bir ideoloji sağladılar. Bu uzlaşma Davud krallığının özü oldu.”

Mendenhall’ın İbrahim geleneğinin, ideolojik bir Kutsal Siyaset olarak Musa-Sina geleneğinin önüne geçmesinden kastettiği şey budur.

Bu aynı zamanda
Arzımevutçu Kutsal Siyaset’
in de ilk şeklidir.
Bu söyleyişin bizim günümüzdeki tam karşılığı ise
Siyasal Siyonist-Haçlılık
’tır.