Sermayedar geliştirirken neden yerli milli bağları kopartıyoruz?

Türkiye’nin en derin sorunu yerli-milli sermaye sorunudur. Bu sorunun kökenine inmemiz lazım. Kökenine inmek ve çözmek lazım. Sermayedar geliştirirken yerlilik millilik kaygımız kıvamını hiç bulamadı. Osmanlı’dan beri bulamadı. Önce Museviler, sonra onlar gidip Rumlar, sonra Rumlar da gidip Ermeniler sermayedar olarak öne çıktı. Bunlar bugünkü anlamıyla vatandaş olduklarından yerli-milli değillerdi demiyorum ama yükünü tutan gitti işte. Türklerin genel karakteri devletin şerefli pozisyonlarında

Türkiye’nin en derin sorunu yerli-milli sermaye sorunudur. Bu sorunun kökenine inmemiz lazım. Kökenine inmek ve çözmek lazım.

Sermayedar geliştirirken yerlilik millilik kaygımız kıvamını hiç bulamadı. Osmanlı’dan beri bulamadı. Önce Museviler, sonra onlar gidip Rumlar, sonra Rumlar da gidip Ermeniler sermayedar olarak öne çıktı. Bunlar bugünkü anlamıyla vatandaş olduklarından yerli-milli değillerdi demiyorum ama yükünü tutan gitti işte. Türklerin genel karakteri devletin şerefli pozisyonlarında olmaktan başkasını kendisine layık görmüyordu. (Bugün de hala biraz böyledir.)

Gene de bu paşalıklar paylaşıldı, Türkler çiftçi de oldu, başka ekonomik faaliyetler de yaptı, bu işleri iyi de yaptı ama devlet görevi yapmak en büyük şeref olarak görülmeye hep devam etti. Bu hal bugün de aynıdır ve işlevseldir. İşlevseldir çünkü kamuya kontrol gücü verir. Fakat devlet görevini şeref değil, üstünlük görmek Türkiye’de imparatorluk rejimlerini dahi mumla arattı. Millete hizmetkârlık düşüncesi geç gelmiştir ama hala kendine üstünlük addeden Halk Partisi çarpıklığı bugünün toplumunda gerilim kaynağıdır. Şimdi konuya devam edeyim.

Osmanlı’nın son döneminde bakıldı ki olmayacak; bir sermaye çevresi oluşturmak derdine düşüldü. Bu uğurda yeniçeriler topa tutuldu. Ama yetişmedi. Hemen sonra cumhuriyetin eko-politiğine geçildi.

Cumhuriyete geçilince devlet yeniden tanımlandı ve kendi fonksiyonlarından birisi olarak servetin adil dağıtımını gördü. Kim varsıllaşmışsa bu ancak ve sadece devlet sayesinde olmuştur gibi meseleye yaklaşıldı.

Türkiye’de para kazanmak devletin bir lütfuydu ancak. Bir de alınteriyle para kazanan kim varsa yerli-milli kaygılarla uçak yapalım, araba yapalım, fabrika yapalım falan deyince sistemin iyice kafası attı.

Sonra cumhuriyet eko-politiğinin dibine vuruldu. Devlet kimin zenginleşeceğine doğrudan karar verme yoluna gitti. Dar bir sermaye kesimi oluştu.

Banka kurmaları sağlandı.

Sonraları Türkiye gelişirken mülkiyetin konusundaki ufak detaylarla oynamanın bir varsıllaşma enstrümanı olabildiği anlaşıldı. İmar izinlerinde kat sayısı, arsa niteliği değişimleri gibi küçük dokunuşların büyük paralar anlamına geldiği görüldü. Bir grup da böyle varsıllaştı(rıldı).

Sonra kredinin tasarruf etmek olduğu anlaşıldı ve bir grup da böyle varsıllaştı. Sonra fırsatçılığın açık bir kapı olduğu anlaşıldı ve bir grup da böyle varsıllaştı.

Yani bu memlekette para kazananların önemli bölümü ya topluma karşı kayrılarak yahut topluma kazık atarak varsıllaştı. Hepsi kendi yöntemiyle köşeden dönüp caddeye çıktı.

Topluma karşı bir kere kazık atan yahut kayrılan birisi daha da bu toplumla dost olamaz. Bu toplumu sevemez. İçine bir kere kötülük girmiştir. Artık güvenilemez.

Bugün alınteriyle para kazandım diyebilenler istisna sayısına düşürülmüştür.

Ya yıllarca çabalamış ola ola fabrika yeri para etmiştir ya krediye 10 takla attırmıştır ya arsa almış imarı değişmiştir ya da başka bir şey… Türkiye’de servet kahir ekserisi tarafından ya akıllılıkla ya uyanıklıkla ya şansla yahut fırsatla açıklanır… Alınteriyle değil.

Bırakmalı ki insanlar para kazansınlar. Alınteriyle kazansınlar. Hakkıyla kazanan kimseye devlet lütfetmiyor. Herkes zor kazanıyor.

Hakkıyla kazanana devlet lütfetmiş gibi yapıp, başka türlü kazanana kral muamelesi yapmamalı artık.

Emek dahi gayrimillileşti. Türkiye doktor kaybediyor, Almanya dönerci kazanıyor. Doktoru bile vizyon kazanamamış dönerciliğe razı gelmişse demek fırsatını bulsa çok kişi gider.

Türkiye’de bundan sonra ancak ve sadece alınteri dökerek para kazanılabilmelidir. Ancak ve sadece çalışmak iradesindeki vizyon sahipleri para kazanabilmelidir.

Hangi yoldan para kazanıldığı sermayede yerlilik-millilik kriterinin belirleyicisidir.

Yerli-milli sermaye ancak alınteriyle kurulur.

Öbürleri sanır ki; ha Türkiye ha başka yer, maharet de keramet de kendilerindedir. Her yerde fırsat bulabileceklerini düşündüklerinden hiçbir yere ait hissetmezler.

Elbet bir gün bu ülkede alınteriyle herkesten daha bereketli para kazanıldığını gördükçe uyanıklar, akıllılar, fırsatçılar, kaçanlar, kaçıranlar bakakalacak ve kahrola kahrola kendini bitirecektir. İşte o zaman sermaye yerli-milli olacaktır.