Sabahlara kadar “dövsek” ferahlar mıyız?

Dikkat bu yazı “insani şiddet” içerir! Ama lütfen okuyunuz… Koştur koştur kitapçıya gidiyorduk. Ünlü tarihçi İlan Pappe’nin kitaplarını alacak ve otele dönüp kendisine imzalatacaktık. Dostum Halil İbrahim İzgi ile ‘Gazze Mahkemesi’nin ilk komite toplantısının yapıldığı Londra’daydık. İzgi, lobide konuşurken “Düşünebiliyor musun İlan Pappe de burada. Hadi kalk kitaplarından alıp kendisine imzalatalım” demişti. Kitapçıya doğru hızla yürürken Pappe gibi vicdanlı insanların Filistin davasına verdikleri

Dikkat bu yazı “insani şiddet” içerir! Ama lütfen okuyunuz…

Koştur koştur kitapçıya gidiyorduk. Ünlü tarihçi İlan Pappe’nin kitaplarını alacak ve otele dönüp kendisine imzalatacaktık. Dostum Halil İbrahim İzgi ile ‘Gazze Mahkemesi’nin ilk komite toplantısının yapıldığı Londra’daydık. İzgi, lobide konuşurken
“Düşünebiliyor musun İlan Pappe de burada. Hadi kalk kitaplarından alıp kendisine imzalatalım”
demişti. Kitapçıya doğru hızla yürürken Pappe gibi vicdanlı insanların Filistin davasına verdikleri cesur desteği konuştuk. Fakat
ikimiz de İlan Pappe’nin bir Yahudi olduğunu dilimizin ucuna dahi getirmedik
. Peki onu bizim için değerli yapan neydi? Dünyaca ünlü tarihçi olması mı? Filistin konusunda ses getiren çalışmaları mı? Yoksa tüm bu duruşunu Yahudi kimliği ile sergilemesi mi? Bir kitapçının nasıl olması gerektiğini tecrübe ettiğimiz Waterstones’ten çıkıp otele dönerken zihnimde bu sorularla meşguldüm ve şöyle bir rahatlama yaşadım: “
Evet evet, ben antisemit değilim.”
Bu da nereden mi çıktı? Öyle olsam, Gazze’de bir yılı aşkındır süren soykırıma rağmen bir Yahudi’nin kitabını almak ve imzalatmak istemezdim sanırım. Pappe ile kendisi gibi davranan Yahudiler,
İsrail’in elindeki en güçlü silahı elinden alıyordu
ve daha da önemlisi
dünyanın üzerindeki büyük bir karabulutun dağıldığı zamanlardayız.
Tamam kesinleştirdim ben antisemit değilim. Lakin balkonlarda asılı Filistin bayraklarını indiren, Arap asıllı taksicilere saldıran ve sokaklarda, statlarda, havaalanında
“Gazze'de okul neden tatil edildi? Orada hiç çocuk kalmadı!”
sloganları atan İsraillileri görsem hiç düşünmeden üzerlerine atlardım.
Bu öfkem de beni Yahudi karşıtı yapmazdı.
En fazla Hollanda polisi tarafından tutuklanırdım.
Tam da şu günlerde Ketebe Yayınevi, İlan Pappe’nin
‘Siyonizmi Pazarlamak’
kitabını yayımladı. Londra’dan döndükten hemen sonra elime geçen kitabın önsözünü okuyup telefonu elime aldığımda ise
Hollanda’daki olayların videosunu izledim.

Üst üste gelince de bu yazı şekillenmiş oldu.

Aynı zamanda Filistin konusundaki akademik çalışmalara İngiltere’den yön veren Exeter Üniversitesi Avrupa Filistin Araştırmaları Merkezi Direktörü Prof. İlan Pappe kitabına, 2015 yılında üniversitede
"Filistin'de Yerleşimci Kolonyalizm"
başlığı ile yapacakları konferansa İsrail lobisinin baskıları sonucu
iki Siyonist’in katılmasına izin veren "uzlaşmanın" pişmanlığını ilan edere
k başlıyor:
“Geriye dönüp baktığımda yanıldığımı düşünüyorum. Konferansın, iki lobicinin zavallı varlığına tahammül etmeye değecek kadar önemli olduğuna inanıyordum.”
İsrailli tarihçi kitabında şu bilmeceyi çözmeye çalışıyor:
“İsrail neden Atlantik’in her iki yakasında Hristiyan ve Yahudi olmak üzere iki büyük lobiye büyük miktarlarda yatırım yapıyor?
Bir Yahudi devleti neden hala Batı’nın meşruiyetinin tanınmasını istiyor?”

Pappe bu sorularına karşılık; bir varsayım, üç hipotez ve bir de gözlem sunuyor.

Varsayım
:
“Siyonist harekete ve daha sonra İsrail'e öncülük edenler, projenin doğasında var olan adaletsizliğin ya da en azından Avrupa'daki antisemitizm sorununa getirdikleri görünüşte "asil" çözümün ahlak dışı boyutlarının sezgisel olarak farkındaydılar.”

Pappe’nin kanıtlayabileceği hipotezleri ise şöyle:

Bir
:
“İsrail için lobi çalışmaları, Siyonistlerin ahlaki benzersizlik ve hatta üstünlük gösterme takıntısını temsil ediyordu. Bu karmaşık ve aslında ikircikli bir saplantıydı çünkü Siyonist liderler ve daha sonra İsrail devleti, öncelikle Siyonizm’in tarihî Filistin'de nasıl geliştiğinin ahlaki açıdan benzersiz bir durum oluşturduğuna ve aslında asil bir çaba olduğuna kendilerini ikna etmeleri gerekiyordu. Bazıları projenin şüpheli temellerinin farkında olsa da buna inanmaları gerekiyordu.”
İki
:
“Siyonist hareketin en başından beri, kendine olan güvensizliği nedeniyle, ahlaki argümanlardan ve toplumların geneliyle ilişki kurmaktan vazgeçtiği ve bütün çabalarını para, bağlantılar ve etkili savunuculuk gerektiren bir girişim olan elitlere harcadığıdır.”
Üç
:
“İsrail'e yardımcı olan ve onun adına lobi faaliyetlerine destek veren başka faktörler de vardır. Bunlar çeşitli ülkelerdeki askeri-endüstriyel kompleksler ve yıllar boyunca İsrail için lobi faaliyetlerine katılan bazı çok uluslu şirketlerdir. İsrail, "sen benim sırtımı kaşı, ben de seninkini kaşıyayım" prensibiyle çalışan, dünyaya güvenlik ve silah ihraç eden büyük bir şirkettir.”
Şimdi de
İlan Pappe’nin bariz gözlemini
aktarayım:
“İsrail'in gayrimeşruluğunun bilincinde olması ve bunun sonucu olarak sürekli savunuculuk yapması gerekliliği, Siyonizm’in 1882'de ilk Yahudi yerleşimcilerin Filistin'e gelmesiyle başlattığı yerleşimci-kolonyalist projesini tamamlayamamasının bir sonucudur.”
Görüldüğü gibi Siyonizm’in kurumsal yapısı
İsrail’in karşısında; tüm insanlığın ne kadar net ve tavizsiz olması gerektiğini Yahudi bir tarihçi sebep-sonuç ilişkilendirmelerine dayandırarak söylüyor.
İlan Pappe’nin kitabı açıkçası ufuk açıyor, taşları oturtuyor ve daha da önemlisi peşin kabulleri ortadan kaldırıyor.
Gelelim
“Bir Yahudi devleti neden hala Batı’nın meşruiyetinin tanınmasını istiyor?”
sorusunun en güncel yanıtına. İsrail, lobi, para, siyasi güç, kumpaslar, terör eylemleri, medya ve sinema eliyle -daha çok dayatarak-
inşa ettiği meşruiyetini yitireli çok oldu.
Sadece ilan edilmesi gerekiyordu, o da geldi. Amerika’daki seçim sonuçları,
Demokratların Siyonizm’in kölesi olduğu ve Amerika halkının bu teslimiyeti istemediği
en belirgin işaret oldu.
Bu arada İsrail’in güç ve meşruiyet kaybı Batı’nın sokaklarına da taştı. Hollanda’da olduğu gibi “kendilerini belli eden” ve soykırımı alkışlayan
Siyonistler bundan böyle dışarılarda ellerini kollarını sallayarak yürüyemezler.
İsrail’i yönetenler güç zehirlenmesi yaşadıkları için kendilerine hazırladıkları korkunç sonun farkında olmasalar da
Amsterdam sokaklarında kaçacak delik arayan ve korkudan atladıkları Amstel Nehri’nin diplerinde nefes tutma rekorlarını kıran vahşi Siyonistler
insanlığın kendilerinden nefret ettiğini “fiziken” deneyimlediler.
Hollanda’daki tepkiyi kimse hafife almasın.
Avrupa’nın ortasında büyük bir psikolojik eşik açıldı.
Öyle olmasa İsrail konsolosluğu, ülkedeki Tel Aviv taraftarlarından sokağa çıkmamaları ve İsrail ya da Yahudi sembollerini taşımamaları çağrısını yapmazdı. Sonra da gece yarısı iki özel uçak gönderip
Siyonist çetecilerini gizlice kaçırmazdı.
Bitirirken başlıktaki soruya yanıt vereyim:
Elbette ferahlamayız!
Derdim asla şiddet değil. Ancak “lanet olsun” deyip geçemeyiz de. Sokaklarda, “Gazze'de okul neden tatil edildi? Orada hiç çocuk kalmadı!” diye bağıran
taraftar kılıklı teröristler ile Cibaliye’de bebekleri kaleden Siyonist askerler arasındaki tek fark üzerlerindeki kıyafetlerdir.
Bunu biliyorsak, o sivil kıyafetlere aldanma gevşekliğinin tüm insanlığı başa döndüreceğinin bilincinde olmalıyız. Gazze’de soykırım yapan, madden ve manen bu vahşeti destekleyen herkes;
dini ve etnik kökeni ne olursa olsun yeryüzünden yok olmalıdır.
Bunun için de “
cesaretin bulaşıcı olduğunu göstermek
” gerekiyor…