Onat Kutlar’la öğrendik ve duygulandık

Kadıköy’de, Sinematek/Sinemaevi’nin 160 koltuklu ana gösterim mekânı olan Onat Kutlar Salonu’nda, 25 Ocak akşamı önemli ve anlamlı, çok özel bir sinema gecesi yaşandı.

1965’te Türkiye’de bir ilkin, Türk Sinematek Derneği’nin kurucuları arasında yer alan ve 1976’ya dek yöneticiliğini yapan sinema tutkunu ozan, yazar ve senarist Onat Kutlar’ın 88. yaşını kutladık o gece. Onun yaşamının ağırlık merkezlerinden birini oluşturan sinematek serüvenine odaklanan “Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri: Türk Sinemateki ve Onat Kutlar” adlı özgün belgeseli, filmin genç yönetmeni Önder Esmer’in (1990) eşliğinde, büyük perdede, Onat Kutlar’ın çalışma arkadaşları, dostları ve kendisini ölümünden 29 yıl sonra tanımak, anlamak isteyen gençlerle birlikte izledik. Duygulandık, öğrendik, düşündük, farkındalığımızı derinleştirdik, heyecanlandık ve içtenlikle alkışladık... Onat Kutlar’ı tanımış olan izleyicilerin duygulanmamaları kuşkusuz olanaksızdı. Her birimiz farklı anıları tazeledik.

‘DURUM GALİBA CİDDİ’

30 Ocak 1994 akşamı, o kör bombanın rastlantısal iki kurbanından biri olan Onat’ı en son ambulansa götürdükleri sedye içinde gördüğümü nasıl anımsamam ki? O beylik soruyla, “Nasılsın?” diyerek elini tuttuğumda başını hafifçe kaldırarak “Pek iyi değilim, durum galiba ciddi” diye fısıldaması hâlâ kulaklarımda. O gün, ertesi yıl Paris’te, George Pompidou Kültür Merkezi’nde düzenlenecek olan 110 filmlik Türk sineması toplu gösterisini hazırlamak için yaptığımız toplantıda, daha üç saat önce beraberdik! Aynı konuyla ilgili bir görüşme için Füruzan’la aynı mekânda, The Marmara’da buluşacaktık. Füruzan olayı içeride yaşamış, allak bullak olmuştu; her zamanki gibi geciken ben ise, yaşanan kargaşaya 10 dakika sonra dışarıdan tanık olmuştum...

GERÇEĞİN SİNEMASI

Onat’ın ölümünün 29. yıldönümü olan 11 Ocak 2024’ten bu yana MUBI’de izlenebilen belgesele dönelim. Önder Esmer’i öncelikle bu olgun, dengeli, iddiasız gibi görünen anlatım dili gerisinde, belgesellerin alışılagelmiş biçemini aşarak “gerçeğin sineması” dediğimiz türün özünü yakalayan bir başarıya imza attığı için kutlamalıyız.

Onat gibi olağandışı bir aydın ve sanatçının temel tutkusuna; sinematek kurarak dünya sinemasının, 1960’lar Türkiyesi’nin sınırlı dağıtım olanaklarında yer bulması imkânsız olan eski/yeni örneklerini genç sinemaseverlere tanıtmak, sevdirmek, onları beslemek, bilinçli ve donanımlı sinemaseverler olmalarına çabalamak olan temel hedefine odaklanan Esmer, konusunu dağıtmamış ancak dönemin toplumsal, siyasal ve sanatsal boyutlarını da ıskalamamış. Lirizme ya da nostaljiye yenik düşmeden, abartmadan, örneğin Ulusal Sinema/Devrimci Sinema gibi o yılların dallı budaklı, hem önemli hem de kısır polemikleriyle fazla sulandırmadan işlemiş konusunu...

En önemlisi, 60 ve 70’li yıllarda sinematek salonlarında, bir bölümü altyazısız ve çevirisiz izlenen klasik filmlerden yaptığı, zekice seçilmiş alıntılarla o dönemin sinefil havasını, sinematekçilerin coşkusunu çok iyi yansıtmış.

Kimler yok ki? Bergman’lar, Ayzenştayn’lar, Güney’ler, Jancso’lar, Kurosava’lar, Pasolini’ler, Robbe-Grillet’ler, Tarkovski’ler, Wajda’lar ve unuttuğum ya da gördüğümü sandığım daha niceleri... Ayrıca, Onat ve arkadaşlarının esin kaynağı, Fransız Sinemateki’nin efsanevi kurucusu Henri Langlois’ya da Paris’te ve ziyarete geldiği İstanbul’da çekilmiş arşiv görüntüleriyle hak ettiği yer doğallıkla verilmiş...

BAĞIMSIZ, ÖZGÜR SINEMATEK?...

Gelelim temel soruna. Sinematekler, devletin koşulsuz sürdürülebilir desteğini almış, bağımsız ve özgür kurumlar olmalıdır. Özerk üniversite yapılanması örneğinde olduğu gibi, polisin giremeyeceği, siyasi iktidarların ya da yerel idarelerin kendi görüşleri ve inançları doğrultusunda biçimlendiremeyeceği bir sanat, eğitim ve öğretim kurumu gibi yaşayabildikleri oranda temel işlevlerini yerine getirebilirler. Günün koşullarının pek umut verici olmadığı Türkiye’de bu tür kalıcı bir yapılanmayı gerçekleştirebilecek yeni Onat Kutlar’lara ihtiyacımız olduğu kesin!

İZLEYİCİYLE BULUŞMAYA DEVAM ETMELİ

Gerçekleşmesi daha kolay bir öneri: Gönül ister ki, “Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri” belgeseli, MUBI aboneleri yanında, belki her hafta üç ya da dört kez Sinematek/Sinemaevi’nin büyük salonunda, Onat 89. yaşını tamamlayana kadar izleyiciyle buluşabilsin ve her seans sonunda, lise ve üniversite öğrencilerinin de katılımıyla, sinematek geleneğine uygun sohbetler, tartışmalar gerçekleştirilsin... Neden mümkün olmasın ki? MUBI’yi kurup geliştiren Türk sinema tukunları da temelde Onat Kutlar’ın “Sinema bir şenliktir” deyişini benimseyen; kimileri Sinematek’ten, önemli bir bölümü İstanbul Sinema Günleri’nden ve devamında İstanbul Film Festivali’nden beslenenler değil midir? MUBI, bu nedenle diğer platformlardan daha farklı, daha sinefil bir felsefe sergilemiyor mu zaten?