Nobel üzerine

Daron Acemoğlu, iki meslektaş ve ortağı ile bu seneki Nobel Ekonomi ödülünü aldı. Daha evvel yine ayrı dallarda Orhan Pamuk ve Aziz Sancar da bu ödülü kazanmıştı. Her defâsında olduğu gibi bu haber de kamuoyunda çok sayıda tartışmaya sebebiyet verdi. Doğrusu ben meselenin başka cepheleriyle alâkadarım. Türkiye’de avâm seviyesinde Eurovision, seçkinler seviyesinde ise Nobel odaklı yoğun bir kompleks yaşandığını görüyoruz. Bizim nesiller ilk defâ iştirak ettiğimiz Eurovision yarışmasında Semiha Yankı’nın

Daron Acemoğlu, iki meslektaş ve ortağı ile bu seneki Nobel Ekonomi ödülünü aldı. Daha evvel yine ayrı dallarda Orhan Pamuk ve Aziz Sancar da bu ödülü kazanmıştı. Her defâsında olduğu gibi bu haber de kamuoyunda çok sayıda tartışmaya sebebiyet verdi. Doğrusu ben meselenin başka cepheleriyle alâkadarım.

Türkiye’de avâm seviyesinde Eurovision, seçkinler seviyesinde ise Nobel odaklı yoğun bir kompleks
yaşandığını görüyoruz. Bizim nesiller ilk defâ iştirak ettiğimiz Eurovision yarışmasında Semiha Yankı’nın sıfır puan alarak sonuncu olduğu günleri çok iyi hatırlar. Yarışma gece tertip edilmişti. Ertesi gün Türkiye, yarı uykulu kitlesel olarak idrâk edilen bir millî felâkete uyandı. Yüzler gülmüyor, insanlar kendi aralarında, büyük bir mâtemi paylaşıyorlardı.. Günlerce devâm etti. Mâteme kızgınlıklar da karışıyordu. Semiha Hanım’ın seslendirdiği parçanın aslında hiç de fenâ olmadığı, ondan çok daha kötülerin puan aldığı, Batı’nın iflâh olmaz kategorik Türk düşmanlığına kurban gittiği de çok sık dile getiriliyordu. Sonraki senelerde de vaziyet değişmedi. İş inada binmişti. Ağır topumuz Ajda Pekkan’ı sâhaya sürdük. O da kurtaramadı. Yılmadık, azmettik ve nihâyet Sertap Erener ile ipi göğüsledik. Sonra da sıkılıp, dünyânın en düşük seviyeli müzik konkurlarının belki de başında gelen Eurovision’dan elimizi ayağımızı çektik. Senelerdir katılmıyoruz. Bu sebeple bir şeyimiz eksilmiyor.
Havass seviyesinde ise Nobel büyük rüyânın adıydı.
Demokratik katılıma açık Eurovision’a göre Nobel daha aristokratik bir işleyişe sâhipti.
Ödülü alabilmek için seçici kurul tarafından aday gösterilmek şartı vardı. Yaşar Kemâl için, ha aday gösteriliyor, ha gösterilecek diye az heyecanlanmadık. İsveç’deki Türk kültür kolonisi çok uğraştı, ama olmadı. Gabriel Garcia Marquez, “Üçüncü Dünyâ kontenjanında” Yaşar Kemâl’i solladı. Evet, bunun için kimse mâtem tutmadı. Ama içimiz burkulmadı değil.. Derken Orhan Pamuk bu ödülü alıverdi. Orhan Pamuk Türkiye’nin kuruluş değerleri ile sorunlu olduğu için, bu başarı bâzı çevreler tarafından Orhan Pamuk’un değil, Türkiye’ye düşman Batılı lobilerin taktik oyunu olarak görüldü. Orhan Pamuk maalesef; ki kendi nâm ve hesâbıma onu yeni tür romancılıkta son derecede kuvvetli bir kalem olarak görürüm, peşin hükümlerden arınmış olarak çok az çevre tarafından okundu. Türkiye’ye ve Türklüğe âşık bir bilimadamı olarak Aziz Sancar ise Orhan Pamuk’a kızan çevreleri rahatlattı. Nihâyet yerli ve millî bir Nobelimiz olmuştu.

Daron Acemoğlu ise hemen tartışılmaya başladı. Unutmamak gerekiyor ki Nobel’in orijinal bir ekonomi ödülü yok. Bu ödül, bir bankanın fonladığı ve Nobel kapsamına soktuğu bir ödül. Daron Bey’in Ermeni kökenli olması, ABD’de MIT’da çalışıyor olması zihinleri bulandırıyor. Onu antikemalist ve neoliberal bulanlar hemen saldırmaya başladı. (Diğer taraftan, Daron Acemoğlu’nun ekonomik düşüncelerini kendisine temel aldığını söyleyen Kemâl Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanlığı seçimini kazansaydı, kendisi belki de bugün çok üst seviyede bir bürokrat olarak karşımıza gelecekti).

Aklıma bir muziplik gelmiyor değil.
Orhan Pamuk, Semiha Yankı,
Sertap Erener, Aziz Sancar ve Daron Acemoğlu
’nu bir yemekte buluşturmak ne hoş olurdu.. Yaşar Kemâl’in eksikliğinin hissedileceğinden eminim.. Ama bu yemekli toplantı yakın devir Türk kültür târihi için çok hoş bir panorama olurdu.
Nobel ödülü, bir
değerleme iddiası
taşısa da aslında bir değer taşımaz.
Ödül ile değer bağdaşmaz çünkü.
Ödülleyerek değerlemiş olmayız aslında. Çünkü her ödülleme diğerlerini değerleme dışı bırakır. Bu da itiraz doğuracak çok faşizan bir düşüncedir. Benim gözümde Thomas Piketty ve David Harvey’in hâla nefes alıp verdiği bir dünyâda Daron Acemoğlu ancak vasatı temsil edebilir. Başkası için de başka isimler gündeme gelecektir. Aslında bunların hepsine, şahıslara sıçratmadan gülüp geçmek gerekiyor. Okurlar bu konuda ne düşündüğümüzü az çok tahmin edebilirler.
Modern dünyâda ekonomik, siyâsal, ahlakî, estetik hiçbir değer yaşamaz.
Meselâ Marx’ın Ricardo’dan ödünç aldığı emek temelli ekonomik değer nazariyesi hiç de iknâ edici değildir. Ürün değerinin bildiğim tek ölçüsü
nedret
hâlidir. Yâni az olan şey değerlidir.
Kapitalist seri ve standart üretim değeri yok eder.
(Ürün değerinin kapitalizm öncesi üretim tarzları, meselâ feodal üretimle daha tutarlı olduğunu düşünenlerdenim).
Kapitalist tüketim tarzı
da bunu destekler. Üretimi değersizlikle örgütleyen kapitalizm tüketimi de benzer olarak örgütler. Kitlesel veyâ popüler tüketim değer bırakmaz. Herşey en kısa zaman zarfında en bol şekilde üretilmeli ve en kısa zaman zarfında tüketilmelidir. Bu vasatta değer barınmaz. Değerler kristalleşmelerdir. Başdöndürücü bir
marjinalizm
bu kristalleşmelere geçit vermez. Mesele neyin değerli olduğu değil; neyin marjinal olduğudur. Geçici marjinal parlamalardır her şey… Ne Sertap Erener, ne Orhan Pamuk ne de Daron Acemoğlu zaman içinde çöp olmaktan kurtulamazlar. Meselâ 1989’da Nobel ödülü alanları bugün kim hatırlıyor ki?
Nedret kânunu
işlemeye devâm ediyor. Ama orijinal olarak değil, son derecede çarpıtılmış olarak Nâdir varlıklar kapitalist envanterlere giriyor ve endüstrileşiyor. Nâdir pullar, kitap baskıları, resimler, hat levhaları, heykeller, antik parçalar; hepsinin ayrı bir piyasası var. Nâdir bir şeylere sâhip olmak insanı âbâd eder. Ama bunların değer kazanması için endüstrileşmesi, piyasada tescil edilmesi ve tanınmış olması şartı vardır. Van Gogh ömründe açlıkla boğuşmuş, muhtemelen pek de tanınmayan bir ressamdı. Kimbilir en az onun kadar, belki de ondan daha değerli nice ressam vardı. Hepsi yok oldu gitti.
Van Gogh kaldıysa, diğerlerinden daha değerli olduğu için değil, piyasalarca tanındığı içindir.
Yapıcısı öldükten sonra ürünlerinin keşfedilip değer kazandığı herşeyden şüphe etmek için o kadar çok sebep var ki…
Her ne kadar
kamusal ihtiyaç ve çıkarları bireysel ihtiyaç ve çıkarlara karşısında
öncelesem; yâni kamucu düşüncelere sâhip olsam da
kamusal değer
kavramına itirâzım var. Değer tecrübesini bireysel görenlerdenim. Tutunumlu bir değer tecrübesi doğrudan ve kanlı canlı bireylerin öznel tecrübesidir. Ne yazık ki,buna ahkâm-ı asr pek de müsaade etmiyor…