Küresel ilişkilerin aynasında Ortadoğu’da yaşananlara bakmak(1)

Daron Acemoğlu nihâyet Nobel ödülünü aldı. Ulusların Düşüşü kitabını dikkatli bir şekilde okudum. Tezlerine iştirak ettiğimi söyleyemem. Kurumsallık ile ekonomik verimlilik arasında kurmuş olduğu ilişkileri fazlaca abartılmış bulduğumu söyleyebilirim. Ekonomik verimlilik için kurumsallık elbette mühimdir. Ama tek ve yeterli şart değildir. Her neyse... Gelin görün ki kurumsallık; siyâsette, ekonomide olduğundan daha fazla rol oynuyor. Son Suriye hâdiseleri tam da buna işaret ediyor. Birleşik Krallık

Daron Acemoğlu nihâyet Nobel ödülünü aldı. Ulusların Düşüşü kitabını dikkatli bir şekilde okudum. Tezlerine iştirak ettiğimi söyleyemem. Kurumsallık ile ekonomik verimlilik arasında kurmuş olduğu ilişkileri fazlaca abartılmış bulduğumu söyleyebilirim. Ekonomik verimlilik için kurumsallık elbette mühimdir. Ama tek ve yeterli şart değildir. Her neyse... Gelin görün ki
kurumsallık; siyâsette, ekonomide olduğundan daha fazla rol oynuyor.
Son Suriye hâdiseleri tam da buna işaret ediyor. Birleşik Krallık tam da bunu ortaya koymakta. BK’da ekonominin zaaf içinde olduğunu gösteren çok sayıda haber mevcût. Diğer taraftan İngiliz kurumlarının ve elitlerinin de, eskiye kıyasla hayli zayıflamış olduğunu söyleyebiliriz. Ama bunun kesin bir çöküş olmadığını artık daha berrak görüyoruz.
Britanya doktrini şimdilik İsviçre saati gibi işliyor.
Asırlarca dünyâyı sömüren İngiliz sömürgeciliğinin tekmil birikim ve kapasitesi ayakta. Artık küresel siyâsetlere İngiliz aklının istikâmet verdiğine her zaman olduğundan daha fazla kâniyim. Angloamerikan sert çekirdeğin iş bölümünde
tasarım İngiltere, yüklenici firma ise ABD
’den başkası değil.
Bu doktrinde, BK (Birleşik Krallık) uzunca bir zamân evvel Çin ile köprüleri attı. Büyük Britanya Doktrini ilk adımı BREXIT ile attı ve sonrasında, AB –Almanya olarak da okuyabilirsiniz– ile Avrasya arasında kurulmuş olan ilişkileri sabote etti. (Kuzey Akımı hattının sabote edilmesi bunun nişânesidir). Ukrayna-Rusya savaşı tam da bu sebeple çıkarıldı. Bunun en az üç açılımı olduğu anlaşılıyor. İlk olarak,
Avrupa’nın yakın bir gelecekte enerji ihtiyâcının Rusya’ya değil de, Ortadoğu ve bilhassa Doğu Akdeniz’deki kaynaklara mecbûr edilmesi
hedefleniyor. İkinci olarak ise Çin’in enerji kaynaklarından başlıcasını oluşturan İran’ın devreden
çıkartılması
ana gâyelerden birisiydi. Nihâyet, Çin’in devreden çıkarılmasıyla, onun yerini alması istenen
Hindistan ile Ortadoğu bağının, İsrâil üzerinden inşâ edilmesiydi.

Ortadoğu’nun istikrarsızlaştırılması zâten başlamış bir projeydi. Evvela İsrâil’i şöyle veya böyle tehdit eden her nev’i yakın tehlike bertaraf edilmeliydi. BAAS rejimleri, Irak ve Libyâ başta olmak üzere birer birer devrildi. Sünnîliğin ağırlıkta olduğu coğrafyalarda, tekmil kusurları ve eksiklikleriyle de olsa, demokratik oluşumları sırtlanacak Müslüman Kardeşler Hareketi devreye sokuldu ve açığa çıkarıldı. Daha sonra açığa çıkan bu enerjiyi bastırdılar. Mısır ve son olarak Tunus bunun en dramatik örneğiydi. Türkiye burada en büyük hatâlarından birisini yaptı. Muhtemelen Angloamerikan telkinlerle, Arap Baharı’nın kendisi için büyük bir fırsat olduğuna inandırıldı ve boşluğa düşürüldü. Sûriye de bu en dramatik kertesine ulaştı. 2012’de Esed’in devrileceği gün gibi ortadaydı. Ama burada İran ve Rusya’nın devreye girmesine müsaade edildi. Sûriye kilitlendi ve Sisi darbesiyle Mısır’dan ayağı kesilmiş olan Türkiye burada da boşluğa düşürülmüş oldu. İran için başka plânlar devreye sokuldu. Târihsel fırsatçılığı tahrik edilerek İran, gövdesiyle Ortadoğu’ya çekildi. Irak, Sûriye, Libnan ve Yemen’deki İran nüfûzuna bilerek yer açıldı. Dahası İran, aşama aşama Filistin meselesine hâmî yapıldı.

Derin Angloamerikan siyâset bu kilitlenmişlikler içinde enerji koridorlarının alt yapısını oluşturmak için hazırlıklarını arttırdı. Elinde iki yeni kart vardı. Bu iki kartı münavebeli kullandı.
Evvela PKK ile ISIS’i çatıştırdılar.
Danışıklı bir kavgaydı bu aslında. ISIS sözüm ona yenildi ve elindeki geniş coğrafyaları PKK’ya bırakarak, Sûriye’nin derinliklerindeki çöllere ve daha mühimi İdlib’e çekildi. Onu korumak ve kollamak işi ise, mecbûriyetten, demografik bir kasırga yemiş olan Türkiye’nin üzerine kaldı.
Angloamerikan akıl için “Özgür” veyâ “özerk” Kürdistan biçilmiş bir kaftandı. Bu da
Apo’yu Türkiye’ye teslim etmekle başlayan bir s
ürece eklemlen
dirildi
. PKK Hareketini Türkiye’nin hâricine çıkardılar. Kenara itilen, Irak/Kandil merkezli PKK ise kireçlenmeye bırakıldı. Sûriye’de ise
bambaşka bir formatta PYD inşâ edildi
. (PKK ile PYD arasındaki farkı vurgulamayı âdet hâline getirmiş olan CENTCOM aslında o kadar da kelime oyunu yapmıyor).. İşleri burada biraz sarpa sardı. Türkiye devreye girdi ve Barzânî ile yakın ilişkiler kurdu. Bu arada Kandil, büyük bir hatâ yaptı ve İran’a yakınlaştı. İran’a, dolayısıyla Şiî hareketine
yakınlaşan Kandil
ile Sünnî ve İran’dan rahatsız olan Erbil arasındaki kan uyuşmazlığı devâm etti. Erbil, Ankara’ya yakın durmayı tercih etti. Talabânî’nin arabuluculuğu da netice alamadı.
Rus uçağının düşürülmesi, zâten boşluğa düşürülmüş olan Türkiye’nin iyice yalnızlaştırılmasını
hedefliyordu. 2015 ile 2016’yı birbirine bağlayan hâdiselerdir bunlar. Bu arada Türkiye’de bir darbe tezgâhlandı. Türkiye dişli çıktı ve bunu püskürttü. Darbeyi yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Anglosakson dünyâ tarafından dışlanan Türkiye, yalnızlığını aşmak için radikal bir adım daha attı. Rusya ve İran ile arasını düzeltti. Çok zor, terletici günlerdi o günler. Astana süreçleri en azından Sûriye’deki tansiyonu düşürdü. Ne var ki,
hem Rusya hem de İran’ın üstenci tavırları
bunun kalıcı bir işbirliğine dönüşmesine mânî oldu.
Rusya-Ukrayna savaşı tam da bu zemin üzerine kuruldu. Rusya alabildiğine yoruldu. Evet, neticede Rusya, Hindistan ve Çin ile kurmuş olduğu yakın ilişkileri kullanarak bunu beklenenden daha güçlü karşıladı. Ama âdeta bir cendereye girmekten kurtulamadı. Poker oyununda karşısında sinirleri alınmış gibi hareket eden ve biteviye
el yükselten bir Angloamerikan
blok
buldu. Onlar el yükseltiyor; Rusya ise
blöf
yapıyordu. Her blöften sonra Angloamerikan taraf “gördüm” deyip yeniden el yükseltiyordu.

Devâm edeceğim..