Köpek vergisi tasma yasası
Köpeklerin yaşam hakkını savunan, dolayısı ile köpek sahibi olan ‘köpek vergisi’ öder. Mesela Almanya’nın başkenti Berlin’de ilk köpek için yıllık vergi yaklaşık 120 Euro, ikinci köpek için 180 Euro ödenir. Köpekler küçük veya büyük, toplum içinde çıktığında tasma ile taşınmak zorunda. Bu konuyu düzenleyen ‘tasma yasası’ mevcut.
İnsanlığın hayvanları evcilleştirmesi, medeniyet tarihini belirleyen bir önemde kabul görmüş. Kedilerin ev hayvanı olma süreci on bin yıl önce Anadolu’dan başlayarak dünyaya yayılmış. Atlar ilk kez 6 bin yıl önce Kuzey Kafkasya’da ehlileştirilmiş olsa da yaygın olarak kullanımı Türkistan ve Anadolu’da eş zamanlı gerçekleşmiş. Türkistan coğrafyasında binlerce yıl önce insanlarla aynı kaderi paylaşmaya başlamış. İnsanla var olmuş insanla ölmüş.
Sığırlar ise Fırat ve Dicle nehirleri arasında, Mezopotamya’da on bin yıl önce yaşamımızın bir parçası olmuş. Hayvanların insanlarla ortak yaşamı, uzun bir serüven sonucunda coğrafyamızda şekillenmiş. Binlerce yıldır eğittiğimiz hayvanlarla iç içe yaşasak da, ortak yaşam alanları insanın aleyhine bir durum arz etmeye başlamış.
Bağda, bahçede ve doğal çevrede birlikte yaşadığımız evcil hayvanlar, şehirlerin gelişimi ile işlevini ve yaşam alanını yitirmiş. Bu türler ‘evcil hayvandan’ ‘sokak hayvanına’ evrilmiş. Avrupa’da metropollerin gelişimi, insan ile çevrenin, insan ile hayvanın ilişkilerini düzenleyen etik kurallar ve yasal düzenlemeler yapılmasına yol açmış.
İnsan-insan ilişkilerini düzenleyen yasalar, insan-hayvan ilişkilerinin belirlenmesini de zorunlu kılmış. Böylece ‘evcil hayvan’ kavramından ‘ev hayvanına’ değişen bir süreç yaşanmış. Ülkemizde ise ev, avlu, bağ, tarla üçgeninde yaşayan hayvan türleri, cadde ve sokakların oluşmasıyla ‘sokak hayvanına’ dönüşerek, garip bir durum ortaya çıkmış.
Sokak hayvanı kitlelerinin gelişiminde ‘evde hayvan beslenmez’ algısı etkili olmuş. Belediyecilikle ilgili yasal düzenleme ve yetki alanlarının belirsizliği de bu süreci hazırlamış. İnsanın göç ve şehirleşmenin kurbanı olduğu son 50 yıllık zaman dilimi hayvanlar için de bir dramı beraberinde getirmiş. ‘sahipsiz hayvandan’ ‘sokak hayvanına’ dönüşen evcil hayvanlar insanın son dönem macerasında ‘insanlığın kurbanı’ olarak yakın medeniyet tarihimize mal olmuş.
Zamanla bu durum kanıksanmış ve hayvanların yaşadığımız çevrenin bir parçası olduğu algısı oluşmuş. Bu algının oluşmasına şehirsel gelişme ile belediyelerin görev alanlarını düzenleyen hukukun eş zamanlı gelişmiş olmaması vesile olmuş. Böylece şehirli insan, evde veya bahçede yaşam alanı bulamayan, kedi ve köpek olmak üzere iki ana hayvan türü ile sokakta baş başa bırakılmış. Köpeklerin insanlarla medeni bir şekilde bir arada yaşatılması ideali bu çarpıklığın savunulması gibi bir sonucu beraberinde getirmiş. Bir köpeğe sahip olup, onu evine bahçesine almaktan yoksun sosyal vicdan, köpekleri mevcut koşullarda yaşam hakkını savunur olmuş.
Avrupa’da ‘sokak hayvanı’ olmadığı gibi ‘sokak hayvanı’ kavramı da Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Yunanistan haricinde pek mevcut değil. Zira, mülkiyet ile ‘hak ve sorumluk’, birbirine bağımlı kavramlar. Şehirsel oluşum ile etik ve yasal gelişimin eş zamanlı geliştiği ülkelerde sokak hayvanı kavramı yok. Zira, ‘mülkiyet’ ile ‘hak ve sorumluluk’ birlikte tanımlanmış.
İnsan vicdanı, hukuk gücünün emrine girmiş. İnsanlar beslediği tüm hayvanları ya evine ya da ahırına almak durumunda kalmış. Şehir yaşamında münferit olarak görülen hayvanlar ise ‘sahipsiz hayvan’ olarak tanımlanmış. Sahipsiz hayvanlar polis ve itfaiye yetkisinde hayvan barınaklarına götürülür olmuş.
Maalesef, hayvanların yaşam hakkını savunan yerli vicdan, onlara evde veya bahçede bir yaşam alanı sunamamış. Böylece sokaktaki hayvanların yaşam hakkını savunan çevreler ile hayvanlarının yerinin sokaklar olmadığını savunan düşünce ülkemizde karşı karşıya gelmiş.
Sokak hayvanlarının, özellikle köpeklerin yaşam hakkını savunan çevreler, köpeklere sokağı reva görür gibi konuma düşmüşler. Sokaklardaki köpek varlığına karşı çıkan yaklaşım ise sanki köpek kıyımını savunur gibi görülür olmuş. Unutmayalım çevremizde kedi ve köpeklerin dışında martılar, kargalar hatta son dönemde papağanlardan oluşan bir hayvan potansiyeli de var.
Hindistan’da sığırlar ve maymunlar, tropikal kuşak ülkelerinde ise timsahlar ve diğer sürüngenler bizde köpek ve kedilerle aynı konumdalar.
Avrupa’da her hayvanın bir sahibi ve bir yuvası olması gerektiği, kuralından hareketle ‘ev hayvanı’ ve ‘sahipsiz hayvan’ tabiri kullanılıyor. Avrupa’da yaklaşık 72 milyon köpek evlerde besleniyor. Avrupa’da sokak köpeği bulunan istisna ülkeler ise Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Yunanistan. Bu ülkelerde bizdekine benzeyen manzaralar mevcut. Bu kategoriye başıboş at sürülerini de eklemekte yarar var.
Almanya’da yaklaşık 34 milyon ev hayvanı bulunmakta. On milyon köpek ve 14 milyon kedi bu sayıya dahil. Lakin, Almanya’da sürüngenlerden kuşlara, tropikal hayvanlardan, farelere kadar birçok hayvan evde besleniyor. Fransa’da evcil hayvan sahibi sayısı oldukça yüksek. Evlerde 31 milyon evcil hayvan bulunmakta. İtalya ise yaklaşık 60 milyon evcil hayvan var. Bu ülke nüfusu ile eş değerde bir evcil hayvan potansiyeli anlamına geliyor.
Hal böyle olunca hayvanların evde, hayvan barınaklarında, çiftliklerde, doğa parklarında ve ormanlarda insanlarla ortak yaşamını düzenleyen ağır yasalar var. İnsan ile hayvanın yaşamını düzenleyen yaslar, vergi düzenlemeleri ile de destekleniyor. Evde beslenilen hayvanların topluma maliyetine göre vergi vermek durumunda kalınıyor.
Köpeklerin yaşam hakkını savunan, dolayısı ile köpek sahibi olan ‘köpek vergisi’ öder. Köpekler küçük veya büyük, toplum içinde çıktığında tasma ile taşınmak zorundadır. Bu konuyu düzenleyen ‘Tasma Yasası’ denen, belediyeden belediyeye değişen bir yasa da mevcuttur. Köpek sahipleri, yerel makamlara, belediyelere köpek vergisi ödemekle yükümlüdür. Verginin amacı, belediyelerin sokaklarda ve parklarda temizlik hizmetlerini finanse etmesine yardımcı olmak ve köpek sahiplerini sorumluluğa teşvik etmektir. Köpek vergisi miktarı, belediyeden belediyeye değişiklik gösterebilir. Büyük şehirlerde bu vergi genellikle daha yüksektir. Berlin’de ilk köpek için yıllık vergi yaklaşık 120 avro, ikinci köpek için ise yaklaşık 180 avro ödenir.
Avrupa’da ötenazi, orijinal tabiri ile ‘Euthanasia’ uygulanıyor. Ötenazinin gayesi insanlarda olduğu gibi hayvanların da ıstırap duymasına engel olmak. Ötenazi hayvan sahibi ile veteriner arasında varılan karar ile uygulanır. Veteriner bu tercihe itiraz edebiliyor. Bir hayvanın ölümüne de hayvan sahibi, hayvanın lehine olduğu taktirde karar verebiliyor. Hayvanların kitleler halinde öldürüldüğü durumlar da mevcut. İtalya, İspanya, Portekiz ve Romanya köpek itlaf merkezlerine sahip. Bu ülkelerde köpeklerin zaman zaman toplanarak yakıldıklarına dair haber ve görüntüler hala hafızalarımızda.
Salgın hastalıklar nedeni ile koyun, fare, sığır veya tavukların topluca imha edildiği durumlar mevcut. Lakin, köpeklerin kitlesel olarak imha edildiği uygulamalara Avrupa’nın yakın tarihinde pek rastlanmıyor.
Bir köpeğin saldırganlığı genellikle eğitimi ile ilişkilendiriliyor. Köpeğin saldırganlığına dair şikayet yaşandığında köpek ile ilgili bilirkişi kararı gerekiyor. Bilirkişi ‘eğitilebilir raporu’ verirse hayvan eğitime gönderiliyor. Kangal vakalarında bilindiği üzere ‘eğitilemez raporu’ verildiğinde ise sahibi kabul etmese bile hayvan barınağında yaşamaya mahkum ediliyor. Saldırganlığını sürdürürse belli koşullarda istisnai olarak uyutulabiliyor. Bugün Almanya’da boşanma davalarında evde hayvan var ise hayvanın bakım ve mülkiyeti bile dava safahatına dahil oluyor.
Ülkemizdeki yeni düzenleme uygulamaya girmeden büyük bir tartışmaya neden oldu. Dünyadaki uygulamalara göre bir köpek hakkında ötenazi kararı verebilmek için, o hayvanın fiilen sahibi olmak gerekiyor. Eğer ötenazi adı altında köpeklerin kitlesel bir tanımlama ile topluluklar halinde öldürülmesi kastediliyorsa bu başka bir husus. Bu fiili ötenazi olarak tanımlamak ne derece mümkün? Böylesi bir uygulamaya ‘imha’ veya ‘itlaf’, demek uygun olan. Bir kavramı yabancı dilde ifade etmek, ötenazinin dünyada kabul gören bir uygulama olduğu anlamına gelmiyor.
Aklıselim olan, tedbirleri uzun bir aritmetik sürece yaymaktır. Onlarca yılda meydana gelen biyolojik bir sorunu onlarca günde çözülemeyeceği ortada. Doğa kanunları ve insan mizacını belediyeler, veteriner odaları, hayvan dernekleri ve kitle örgütleri ile birlikte tanımlamak gerekli. Mesela bir hayvan hakları savunucusu çevresindeki sahipsiz bir köpeğin korunması için mücadele ediyorsa, bu vatandaşımıza devlet eliyle o hayvanın maddi ve hukuki sorumluluğunu üzerine alma fırsatı da teşvik edilmelidir. Aksi taktirde uygulamaya karşı geniş bir cephenin oluşması an meselesi olur.
Şu ana hayatta olmayan bir arkadaşımın Afrika orijinli bir çoban köpeği vardı. Köpek bir gün Bonn’da koyun sürüsüne girdi. Bir koyunu ensesinden kavradı ve ağır yaraladı. Köpek psikoloğa, koyun hayvan hastanesine gitti. Mahkeme, köpeğin türü itibarıyla vahşi olduğu, eğitim sorunu yaşamadığı ve aşırı saldırgan olmadığına karar veridi. Toplam bin 50 avro tutarında bir ceza ile köpek hayvan barınağından kurtuldu. Peki sahibi? Mahkeme koyunun ağır yaralı ve travmalı olması nedeniyle, sağlığı düzelene kadar veteriner ve ot dahil bakım masraflarını arkadaşıma yükledi. Bu olay köpek sevgisinin tek yanlı olamayacağına dair güzel bir örnek.
Bir çift söz de üniversite ve araştırma kuruluşlarına. Sokak köpeklerinin üreme oranı, ölüm biçimi, türleri ve sokakta yaşam süreleri hakkında araştırmalar yapmışlar mı? Başıboş köpek nüfusunun şehirler de mi, kasabalarda mı, hangi tür şehir dokularında yaşadıklarına dair veri tabanı oluşturmuşlar mı? Mesela, hangi yörelerimizde sokak köpekleri daha fazla yaşıyor. Hangi koşullarda saldırganlaşıyorlar. Doğa kanunlarına veya biyoloji bilimine göre bu köpek nüfusunu zamana yayarak küçültme çaresi aranmış mı?