Konkordato sorunu tahmin ettiğimden daha büyükmüş!

Geçtiğimiz Perşembe günü kaleme aldığım “Konkordato meselesi” başlıklı yazımdan sonra pek çok çevreden sayısız telefon aldım. İş insanları, oda-borsa başkanları, bazı STK’lar ve hatta üst düzey bürokrasi de olmak üzere hemen hemen herkes meselenin ulaştığı boyutlar hakkında endişe duyuyor. Öncelikle bir konuyu aydınlatayım. Hiç kimse zorda olan bir işletmenin yasada kendisine tanınan hakkı kullanması konusuna itiraz etmiyor. Hatta böylesi bir mekanizmadan faydalanan işletmelerin neredeyse %85’inin

Geçtiğimiz Perşembe günü kaleme aldığım “Konkordato meselesi” başlıklı yazımdan sonra pek çok çevreden sayısız telefon aldım. İş insanları, oda-borsa başkanları, bazı STK’lar ve hatta üst düzey bürokrasi de olmak üzere hemen hemen herkes meselenin ulaştığı boyutlar hakkında endişe duyuyor.

Öncelikle bir konuyu aydınlatayım. Hiç kimse zorda olan bir işletmenin yasada kendisine tanınan hakkı kullanması konusuna itiraz etmiyor. Hatta böylesi bir mekanizmadan faydalanan işletmelerin neredeyse %85’inin de kurtulduğunu biliyoruz. Ancak ben dahil herkesin itiraz ettiği konu, konkordatonun çok hızlı ve kolay ilan edilebilmesi. Hatta son dönemde özünde işletmelere faydalı olması için tesis edilen bu müessesenin genellikle suistimal edildiğine ilişkin oluşan yaygın bir algı var.

Konkordato ilan eden firmanın başta ticari alacaklılar olmak üzere diğer işletmeleri mağdur ederek yaşamına devam etmesi yani borca batık halden kurtulması ne kadar doğru? Dahası borca batık şirketin ortaklarının ve/veya sahiplerinin kendi konforlarından ödün vermeden lüks yaşamlarına devam ederken alacaklıların alacaklarını tahsil edemediği için yaşadıkları sıkıntıları görmezden mi gelmeliyiz?

Hafta içinde Merkez Bankası blog sayfasın konkordato konusu ile ilgili yayınlanan yazıdaki tespiti yeniden hatırlatayım. Merkez Bankası’nın bulgularına göre; son dönemde konkordato ilan eden firmaların sayısının artmasının nedeni ağırlıklı olarak ekonomik koşulların sıkılaşması değil zaten bu firmaların çoğunun borç seviyelerinin ve vadelerinin gelirleri ve varlıkları ile uyumsuz olması. Yani zaten kötü yönetilen ve finansal koşullar sıkı değilken bile piyasa için risk oluşturan firmaları kurtarmak için işini doğru yapan iş insanlarının mağdur olduğu bir mekanizmanın gözden geçirilmesi gerektiği aşikar.

Dahası da var. Konkordato komiserlerinin kendi firmalarını korumak için alacaklılara çıkardıkları ödeme planlarındaki vadeler ve taksit sayıları alacağın enflasyon karşısında erimesine neden oluyor. Hemen “alacaklı da planı kabul etmeseydi!” diyebilirsiniz. Ancak bir iş insanının mevcut koşullarda alacağını hiç tahsil edememektense en azından bir kısmını tahsil etme gayreti içinde olmasını anlamak gerekiyor.

Diğer yandan bankaların durumuna bakalım. Alacaklı olan bankalar genellikle şirketin borcuna karşılık aldıkları ipoteğin/teminatın yanı sıra şirket ortaklarının da şahsi kefaletlerini aldıkları için daha rahatlar. Hatta şirket ortaklarının şahsi konforlarını kaybetmemek için banka borçlarını önceleyip piyasa borçlarının ötelemesinin sebebi de bu. O halde bir önceki yazımda ve hatta 2019 yılı Ağustos ayındaki yazımda da belirtiğim hususu yeniden hatırlatayım: şirket ortakları şahıs olarak sahibi oldukları tüzel kişiliğin borçlarının ödenmesine şahsi mal varlıkları ile katkı sağlamalılar. Zaten etik açıdan bu şekilde olması gereken bir uygulamanın ilgili kanuna eklenmesinin konkordato müessesinin suistimal edilmesi engeller.

Dahası ve en önemlisi, konkordato ilanına ilişkin yapılması gereken düzenlemelerin hayata geçirilmesi ile gerçekten haklı gerekçelerle konkordato ilan eden şirketlerin de zan altında kalmasının önüne geçilebilir.