İnsan bir artık mıdır?
Modern târihin bilim ve fen sâhasında büyük bir teşvik ve yatırım yaptığı; bâzı arızalar taşısa da bunların insan irâdesiyle düzeltilebileceği yaygın bir kanaattir. Akıl, bilim ve teknoloji üçlüsü -bunu Modern Teslis olarak da değerlendire-bilirsiniz- modern insan zihninin sacayağını meydana getirir. Pozitivist Teslis , teknolojiye araçsal bir mânâ yükler. Yâni insanlığın ilerlemesi ve saadeti için teknoloji bir âlettir. Hayırlı bir istikâmette geliştirilmek ve kullanılmak kaydü şartıyla teknoloji
Modern târihin bilim ve fen sâhasında büyük bir teşvik ve yatırım yaptığı; bâzı arızalar taşısa da bunların insan irâdesiyle düzeltilebileceği yaygın bir kanaattir.
Akıl, bilim ve teknoloji
üçlüsü -bunu
Modern Teslis
olarak da değerlendire-bilirsiniz- modern insan zihninin sacayağını meydana getirir.
Pozitivist Teslis
, teknolojiye
araçsal
bir mânâ yükler. Yâni insanlığın ilerlemesi ve saadeti için teknoloji bir âlettir. Hayırlı bir istikâmette geliştirilmek ve kullanılmak kaydü şartıyla teknoloji küresel olarak takdis edilir.
İnsanlığın istikbâlinin tekno süreçlerle şekillendiğini herkes biliyor. Bu, basit olarak teknolojik bir târihin en yüksek aşaması olarak değerlendiriliyor. Atlanan iki mühim husus var. Bunlardan ilki Modern Teslis’i doğuran sürecin
ekonomi politikası
ıskalanıyor. Bir hikâye bunu örtüyor. Hikâye basit olarak şöyle: 1000 sene devâm eden bir Ortaçağ karanlığı, nasıl olduysa sona eriyor. İnsanlık uyanıyor, aydınlanıyor. “Karanlığın güçleri” ne kadar mânî olmaya gayret etse de kendini bilime, akla, felsefeye, yüce sanatlara veriyor. Batı’da başlayan bu “gelişme” ve “ilerlemeler” küresel bir yaygınlığa kavuşacak ve insanlık için yerküre bir cennet hâline gelecektir.
Çocuksu bir hikâye bu. Aslında bilim, akıl ve fenni kamçılayan maddî bir dinamik mevcut. O da
hırs, çıkar yüklü kapitalizmden
başkası değil. Yâni akıl-bilim-teknoloji üçlüsü kapitalizmi doğurmadı. Tam tersine, kapitalist birikim süreçleri bunları doğurdu. Diğer taraftan tecrübeler kapitalizmin iflâhının gayrıkâbil olduğunu gösterdi. Bu istikâmetteki tekmil gayretler fiyasko ile neticelendi.
İkinci olarak teknolojik gelişmeleri hâl-i hazırı, bu üçlünün içinde yer alan bir unsur olarak
teknolojinin serbest bir radikal olarak ayrışmasına
yol açtı. Yâni teknoloji artık araçsal bir mahiyete sâhip değil; tam aksine
kendi kendisinin gâyesi
. Teknolojik gelişmelere, “Bakalım bunlarla ne yapılabilir?” diye bakamıyoruz. Tam aksine, “Bakalım bunlar bize neler yaptıracak?” diye bakıyoruz. Dijitalizm, bir serbest radikal olarak insanın hayâtını belirliyor.
Dijital serbest radikal çok daha mühim bir başka şey daha yapıyor. İnsanlığın binlerce senelik birikimini içine alan, yutan bir
karadelik
gibi çalışıyor. İşleyiş mekanizması ise insan eylemlerini boşa düşüren, gereksiz kılan bir nitelik taşıyor. Eylemlerimiz; iş ve işlemlerimizi kolaylaştıran, bizim yerimize gören her “avantaj” bizi biraz daha eşyâdan ve hemcinslerimizden uzaklaştırıyor; hımbıllaştırıyor. Bu da bir yanılsamayla gerçekleşiyor. Her şeye en kolay ve en yoğun şekilde yakınlaştığımızı hissettiriyor. Ama aradığımız her neyse ona
en fazla yakınlaştığımız yerde aslında ondan en fazla uzaklaşıyoruz.
(Zünnun-u Mısrî asırlar evvel bunu görmüş, “Allah’a en uzak olanlar O’na işâret edenlerdir” demişti). Diyalektiği var bu işlerin. Dünyânın tekmil kütüphaneleri artık elimizin altında. Gelin görün ki küresel cehâlet inanılmaz bir hızla büyüyor. İnsanlar arası ulaşım ve erişim artık çok kolay. Bir tuşla en uzaktaki dostumuza, akrabâmıza, üstelik istersek görüntülü olarak ulaşabiliyoruz. Bu da bir noktadan sonra onları gerçekten görmek isteğini nasırlaştırıyor. Artık kimse kolay kolay kimseyi özlemiyor. Ulaştıkça, eriştikçe duyu ve duygu dünyâmız birbirine bağlı olarak mânâsını kaybediyor. Her şeyi görmenin bedeli körlük, her şeyi işitmenin bedeli sağırlık, her şeyi tatmanın bedeli tatsızlık olsa gerektir.
Duyu kaybı bir yerden sonra duygu kaybını
da doğuracaktır. Hâsılı insanlığın birikimi bu karadelik tarafından yok edilmiyor. Bambaşka bir şekilde yeniden üretiliyor. Ama derin bir duygu kaybı pahasına.
Eylemleri eksilen, duyguları nasırlaşan yeni bir insanlık türüyor. Dijital zeminlerde
hem her şey var, hem de yok
. Şaşırmamak gerekir. Zâten izâfî mevcûdattaki her varlık (asset) bir eksilmeyle elde edilir. Mesele neyi eksilterek neyi var edeceğimize bizim karar verebileceğimiz, eylemelerimize sâha açan bir zeminden kopmamakla alâkalıdır. Bugünlerde artık bu zemin nâmevcût. Bir şeyler bizi, hiçbir eyleme zahmetinde bulunmadan muazzam bir bolluğa kavuşturuyor. O bollukta, daha neyin ne olduğunu anlamadan her şeyi kaybediyoruz.
Hâdiselere yaygın bir esriklik eşlik ediyor. Dijital dünyâ, insanı alışıldık tekmil blokların (din-devlet-ahlâk vd) binlerce senelik baskısından geçici olarak kurtarıyor ve bulutların sanallığına uçuruyor.
Bulutsal anomiyi özgürleşme zannediyoruz.
Bir zaman sonra bu blokların da aynı teknolojiyle mücehhez olduğunu görüp şaşırıp kalıyoruz.
Hâlbuki hikâye öyle mi başlamıştı? Tanrı’yı öldürmüş, tabiatı bir postüla hâline büründürmüş, tabiat olarak tabiatı ise vahşice yağmalamıştık. Bütün bunlar gûya
tanrısallaştırılmış
insan içindi. Tanrısallaştırılmış insan her şeyi yüzüne gözüne bulaştırdı. Bugün insan artık, insanın gözünde en süflî mertebede.
Tekno dünyâ yeniden Tabiat ve Tanrı’ya geniş bir sâha açıyor.
Ama insan nefreti üzerinden. Dünyâyı hınç ve nefret yönetiyor. Nefret bir işlenmiş, derinleştirilmiş bir duygu değil, yanar söner, tepkisel bir duygulanımdır. Kendisine bir dizi soyut kutsama nesnesi bulur ve onun dışındaki her şeyi yok etmek ister. Tanrıya ve Tanrı-tabiata dönüşü bu duygulanım yönetiyor. Meselâ yeniden tabiata tapınmaya başlayan postmodern paganizm insan nefreti üzerine inşâ oluyor. (Bunun için kolaylıkla ırkçılıkta karâr ediyor). Tanrıya dönüş ise kan dökücü teopolitik bir hınca evriliyor. Sayısız kan dökücü postmodern tarikatlar onun heterodoks, Siyonizm ve Evanjelizm ise onun ortodoks tarafını ortaya koyuyor.
Entelektüel dünyâlar da bundan nasibini alıyor. Teologlar, felsefeciler, bilim insanları, düşünürler, yazarlar, kamusal aydınlar, biteviye bir kavga hâlinde...
Aslında kapitalizmin yeni ve gözde yatırım alanı olan tekno dünyâ neticede, esriklediği, hımbıllaştırdığı ve nefret üzerinden çatıştırdığı insanı mevcûdatın lüzûmsuz bir artığı hâline getiriyor. Üstelik geri dönüşümü olmayan bir artık...