İki kitap

Kitapların dünyasından uzak kalalı epeyce zaman oldu. Sebebi ameliyatlar, hastalıklar falan. Hastalık konuşmayı sevmiyorum. Yaş geldi sınıra dayandı ama ben yine de delikanlılığa toz kondurmak istemiyorum. Bu süre içinde daha önce hikâyelerinden tanıdığım Şule Gürbüz’ün “Kıyamet Emeklisi ” (İletişim Yay. 2022) adlı iki ciltlik (yaklaşık bin sayfa) romanını okumuştum. Eser üzerine yazmak ancak şimdi mümkün oldu. Yazar hakkındaki kanaatimi hemen belirteyim: Şule Gürbüz, A.H. Tanpınar’dan sonra en

Kitapların dünyasından uzak kalalı epeyce zaman oldu. Sebebi ameliyatlar, hastalıklar falan. Hastalık konuşmayı sevmiyorum. Yaş geldi sınıra dayandı ama ben yine de delikanlılığa toz kondurmak istemiyorum.

Bu süre içinde daha önce hikâyelerinden tanıdığım
Şule Gürbüz’ün “Kıyamet Emeklisi
” (İletişim Yay. 2022) adlı iki ciltlik (yaklaşık bin sayfa) romanını okumuştum. Eser üzerine yazmak ancak şimdi mümkün oldu.
Yazar hakkındaki kanaatimi hemen belirteyim: Şule Gürbüz, A.H. Tanpınar’dan sonra en iyi anlatma
(hikâye etme, kurgu, tahlil, tasvir, dil vb.)
ustasıdır.
Başta gelen özelliği dile getirdiği meseleye “
odaklanması
”dır. Bu inatçı tutku, netice alana kadar sayfalarca sürecek bir yazı serüvenine yol açar. Kabaca söylersek roman “
kendini bulma, kendini bilme
” yolunda (Kendini bilen Rabbini bilir) insanın en önemli sorununa eğiliyor. Kahramanın bu vadideki çabaları kâh Alevî kâh Melâmî çevrelerde (tekkelerde) gelişiyor.
Muhitin ve kişilerin gerçekliğinden ziyade bir “atmosfer” oluşturma gayreti var.

Bütün bunlar (tasavvufî söylem) yazar için birer “malzeme” olmasına rağmen (kurgu) inandırıcılığını kaybetmiyor.

Ben Erzurum’da okudum. (Şehrin çeperinde esasen böyle bir muhit yoktur. Ama bize var gibi geliyor.) Arkadaşlarım Erzurumlu. Aidiyet meselesini mühimserim. Erzurum’u hem bilir hem severim. Şule Hanım Erzurumlu mudur acaba diye yakın dostu Beşir Ayvazoğlu’na sordum. İstanbullu imiş, romanını yazmak için bir süre Erzurum’da bulunmuş.

Tasvirler içinde kar, kargalar, yün papak, semaver, burunlarından buhar fışkıran atlar, kelimeler ve deyimler beni Erzurum’a götürdü. Çok başarılı.

İkinci ciltte İstanbul var.

Yazar düşünce ağırlıklı uzun cümleler kuruyor. Bu mükemmel cümlelerde anlamı kaybetmemek için gayret sarf etmek, mümkünse ikinci defa okumak lazım.
Orhan Pamuk’un da böyle cümleleri vardır ama o esasen hüner gösterme peşinde.

İkinci ciltte felsefe ağır basıyor ve kahramanlar bir türlü neticeye varmayan konuşmaları tartışmaları sürdürüyorlar. Zor okunan bir roman “Kıyamet Emeklisi”. Bu yüzden başlayıp bırakan çok oldu.

Şule Gürbüz’ü ve bu romanını akademyamız mutlaka ele almalıdır.
(Belki de hakkında çok yazı yazıldı, bilemiyorum).
Beni heyecanlandıran ikinci kitap
Mukadder Gemici’nin “Unutulmuş Hikâyeler”
i (Dergâh Yay. Haziran 2024). Kitaba adını veren ilk metin bir uzun hikâye.
Kahraman hemen her şeyden sıkılan, tedavi gören, depresif biri. Yazar ona “
Sıkıldım Hanım
” adını takmış. Sıkılıyor ama sorun bakalım niçin sıkılıyor.
Bir gün bir sahafta “
Unutulmuş Hikâyeler
” adlı bir kitap buluyor.
Bu “baş belâsı” kitaptaki hikâyeler kahramanın hayatına intikal ederek onu rahatsız ediyor. Sıkıntı koyulaşınca arada maneviyatı güçlendiren cümleler (bence olmasa daha iyi idi ya) okuyoruz. M
etin huzurla huzursuzluk arasında gidip geliyor.

Mukadder Gemici’nin “hikâye serüvenini” biliyorum. Dergâh dergisinde başladı, Dergâh Yayınları’nda sürüyor.

Olağan ile “olağanüstü”yü harmanlayan, bu arada “postmodern olacağım” diye ölçüyü (anlamı) kaçırmayan
, merak unsurunu iyi kullanan, nefes nefese okunan bir uzun hikâye bu. Kâh neşeli, kâh bulutlu, ironiye belli ölçüde yer veren, bazen havaî fişekler gibi rengârenk patlayan (O cümleleri burada sıralamak istemiyorum), insanın psikolojisi ile sosyolojisini göz ardı etmeyen bir metin.
“Unutulmuş Hikâyeler” Gemici’nin hikâye serüveninde ifade imkânlarını zorlayan bir ileri adım.

Kendisini tebrik ediyorum.

Çıtayı yükseltmek tehlikelidir. Hem yazarın kendisi, hem de aynı kuşakta yer alanlar için.

Kolay gelsin.