Hibrit rejimden otoriter rejime doğru Türkiye
Can Kakışım
Ülkemizde özellikle son on yıldır kademeli biçimde artan siyasi baskı ortamı gün geçtikçe daha da dayanılmaz hale geliyor. İktidar, medyanın kontrolü ve korku siyasetiyle toplumu tümüyle zapturapt altına almaya çalışırken, halk nezdinde karşılığı olan muhalif isimleri de hukuksuz ve anti-demokratik yöntemlere başvurarak etkisiz hale getirmeye çabalıyor.
Türkiye şu anki haliyle, uluslararası demokrasi endeksleri tarafından “hibrit rejim” olarak adlandırılan ülkeler kategorisinde sayılıyor. Demokrasiler ve otoriter ülkeler arasındaki gri alanı oluşturan bu kategori ikisinden de bazı özellikleri taşıyor. Örneğin Türkiye, iktidarın hukuku hiçe sayması, muhalif siyasetçiler üzerindeki baskı veya erkler ayrılığının olmaması gibi özellikleri yönünden otoriter ülkelerle benzer nitelikte. Ama öte yandan, az çok güvenilir seçimlerin hâlâ yapılabilmesi veya zaman zaman da olsa muhalif kamuoyunun itirazlarının yöneticiler üzerinde etkili olabilmesi Türkiye’yi Rusya, Azerbaycan gibi otoriter ülkeler safına katılmaktan neyse ki alıkoyuyor.
Bu yüzden, AKP iktidarı bugün tam da bu nitelikleri hedef alıyor. Toplumsal desteğini gitgide kaybeden ve artık bir seçim daha kazanmasının neredeyse imkânsız olduğunu gören AKP iktidarı tüm mesaisini Türkiye’yi otoriterlik çukuruna sürüklemeye harcıyor. İktidarın amacı, çok da uzak olmayan bir gelecekte Türkiye’de düşünce ve ifade hürriyetini iyice kısıtlamak ve seçimleri etkisiz hale getirmek. Böylece halk istemese dahi yönetimde kalabilmeyi ve ses çıkaranın sesini de sopa yoluyla kesebilmeyi öngörüyor.
AKP iktidarının attığı son adımlar bu amacı net biçimde ortaya koydu. Muhalif yayın organları ve sosyal medya üzerindeki baskı son sürat devam ederken AKP’nin taslağını hazırladığı ve önümüzdeki günlerde Meclis’e tekrar getirmeyi deneyeceği etki ajanlığı yasası “çatlak” sesleri tümüyle kesmeyi hedefliyor. İktidarın hoşuna gitmeyecek yorumlar yapan herkesi dış güçlerin ajanı yaparak yedi yıl hapisle cezalandırabilecek bu yasa insanları otosansüre yönlendirmek, uymayanları tutuklamak suretiyle özgür düşünce ortamını tamamen ortadan kaldırmayı temel alıyor.
Seçimlerin etkisiz hale getirilmesi için ise iki ayaklı bir strateji söz konusu. Birincisi, maalesef artık alıştığımız kayyım uygulaması. AKP iktidarı, seçimle kazanamadığı yerel yönetimlere hukuksuzca el koyabileceğini insanlara kanıksatarak onlarda oy vermenin bir şey değiştirmeyeceğine dair bir kanı oluşturmaya çalışıyor. Bu, kitleler için seçimlerin gereksiz hale gelmesi demek. İkincisi ise seçim sonuçlarının manipüle edilmesi. Yani halkın tercihlerinin sandığa yansımaması, verilen oylarla sandık sonuçlarının birbirini tutmaması. Koyu derecede otoriter ülkelerde de seçim yapılır ama kazanan her zaman mevcut iktidarlardır. AKP’nin ikinci stratejisi işte bunu temin etmek üzerine kurulu.
Geçtiğimiz günlerde Yüksek Seçim Kurulu Başkanının otoriter ülkeler Rusya ve Azerbaycan’ın seçimlerini izlemeye gitmesi ve Türkiye’nin elektronik seçim için hazırlıklarını tamamlamış olduğunu açıklaması da bu amaca yönelik olsa gerek. Zira elektronik oylama yöntemi manipülasyona son derece açık ve AKP gibi hukuksuzluğu temel davranış kodu haline getirmiş bir iktidarın bu sistemi nasıl kendi çıkarına kullanacağını tahmin etmek zor değil. Türkiye’de bırakın sandık sisteminden vazgeçmeyi, üstüne parmak boyasının geri gelmesi gerekirken bir de sandıktan vazgeçerek elektronik seçimden bahsetmek iyi niyetli bir tavır gibi gözükmüyor. Şu an tepkileri ölçmeye çalışan AKP iktidarı, toplumun ve muhalefet partilerinin direnişini zayıf görürse bunu hayata geçirmeyi mutlaka deneyecek ve seçimleri göstermelik hale getirmeye teşebbüs edecektir.
Türkiye işte bu kadar kritik bir virajda. Ya otoriter ülkeler arasına katılarak cumhuriyeti tamamen kaybedeceğiz ya da artık bu gidişata dur diyeceğiz, en azından daha kötüye gitmeyeceğiz. Bunu durdurabilecek tek güç ise demokratik kamuoyunun farkındalığı ve mücadele azmi olacak.