Gülen’in ölümü ve FETÖ’nün geleceği

15 Temmuz darbe girişimine kadar bürokrasideki gücü ile siyasete doğrudan etki etmeye çalışan örgüt, 15 Temmuz’un hemen akabinde diasporada on yıllar boyunca teşekkül ettirdiği nüfuz ile Türkiye açısından bir tehdit olma potansiyelini sürdürdü. Bulundukları ülkelerde özellikle Türkiye karşıtları ile kurdukları koalisyonlar, Türkiye’nin kritik süreçlerinde etkili olmuş ve Türkiye karşıtlığında sınır tanımayan bir örgüt mantığı ortaya çıkmıştır. Lobiler aracılığıyla yapılan Türkiye karşıtı kampanyaların

15 Temmuz darbe girişimine kadar bürokrasideki gücü ile siyasete doğrudan etki etmeye çalışan örgüt, 15 Temmuz’un hemen akabinde diasporada on yıllar boyunca teşekkül ettirdiği nüfuz ile Türkiye açısından bir tehdit olma potansiyelini sürdürdü. Bulundukları ülkelerde özellikle Türkiye karşıtları ile kurdukları koalisyonlar, Türkiye’nin kritik süreçlerinde etkili olmuş ve Türkiye karşıtlığında sınır tanımayan bir örgüt mantığı ortaya çıkmıştır. Lobiler aracılığıyla yapılan Türkiye karşıtı kampanyaların yanı sıra finans desteği temin edilerek yazdırılan raporlar, bu karşıtlığın somut göstergeleri.

Fakat tüm bunlara rağmen, Türk devletinin özellikle Balkanlar ve Afrika’daki sınır ötesi operasyonlarının yanı sıra Batılı ülkelere yönelik diplomatik baskılar örgütle mücadelede önemli bir kazanım sağladı. Bu açıdan, FETÖ ile mücadelede kazanılan ivme örgütün gücünü örselemiş ve uzun yıllar boyunca farklı yönleriyle tartışılan örgüt, kendi içerisinde de arayışlara gitme ihtiyacı hissetmiştir.

Örgütün geleceği
Örgüt elebaşı Gülen’in ölümünün ardından FETÖ’nün nasıl bir strateji izleyeceği bugünlerde tartışma konusu. Öyle ya da böyle müntesiplerini,
tahrif ettiği dini söylem üzerinden konsolide etmeye çalışan ve yıllar içerisinde inşa ettiği kült ile merkezi konumda bulunan Gülen’in ölümü, örgütün eski gücünde olamayacağı şeklinde yorumlanmaktadır.
Hem etnik ayrılıkçı hem de dini görünümlü yapılarda da görüldüğü üzere, liderin tasfiyesi (decapitation) örgütün çözülmesi noktasında önemli bir değişken. Her ne kadar operasyonel bir tasfiye süreci söz konusu olmasa da Gülen’in ölümü, uzunca bir süredir örgütün içerisinde yapılan tartışmaları da başka bir istikamete taşıyacaktır.

Özellikle örgütün sahip olduğu finansman ve örgütü kimin yöneteceği noktasındaki çatışma, çözülmeye doğrudan etki edebilecek bir husus. Son dönemde Gülen’e etki eden ve onu kendi geleceklerinin teminatı olarak gören sınırlı sayıdaki örgüt üyesinin, var olan kaynakları kullanmak suretiyle bir süre daha ayakta kalmaya çalışacakları aşikar. Bu da örgüte kimin hakim olacağı, kaynakları kimin yöneteceği ve en önemlisi sevk ve idarenin hangi kişide toplanacağı gibi tartışmaları beraberinde getirecektir.

Uluslararası destek ve örgütün sürdürülebilirliği

Fakat örgütün seyri ve kapasitesi açısından en önemli parametre, örgüte yönelik uluslararası desteğin sürüp sürmeyeceği. Bu açıdan bakıldığında, özellikle ABD ve Almanya gibi görece etkili olunan yerlerdeki kamusal ve siyasi destek, örgütün geleceği açısından oldukça mühim. Finans ve operasyonel kapasitesi ciddi ölçüde örselenen örgüte yeni katılımlar olması da bu açıdan oldukça zor. İnsan kaynağı açısından da ciddi bir çözülme yaşayan örgütün bundan sonraki süreci, kuvvetle muhtemel örgüt içi elitin hayatta kalabilme ve uluslararası desteğin niteliğine göre şekillenecektir.

FETÖ’nün tahribatı

FETÖ’nün MİT Krizi, 17-25 Aralık ve nihayetinde 15 Temmuz darbe ve işgal girişimindeki rolü dün gibi hafızalarda. Bürokrasi, iş dünyası, medya ve siyasetteki etkisi üzerinden genişlettiği nüfuz alanları, Türkiye açısından telafisi zor sonuçlar da ortaya çıkarttı. Örgütün en fazla zarar verdiği alanlardan birisi din ve dindarlara yönelik algıdır. Türkiye gibi din ve devlet ilişkilerinin netameli olduğu ve laiklik üzerinden dindarların uzunca yıllar rencide edildiği bir toplumsal yapıda, özellikle dini topluluklara yönelik algıda telafisi zor tahribatlar yarattı.

Bir diğer sosyolojik tahribat ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ısrarla altını çizdiği, yetişmiş insan kapasitesinin mankurtlaştırılmasıdır. Eğitim kurumları başta olmak üzere inşa ettikleri yapılar aracılığıyla bünyesine kattıkları kişileri ifsat eden ve onları iradelerinden yoksun biçimde yönlendiren bir örgüt mantığı, bir dönemin insan kaynağına yönelik büyük bir darbe vurdu. Hizmet ve himmet gibi dini terminolojiden yararlanarak ürettikleri kavramları da istismar eden FETÖ ile mücadelenin diaspora ayağı, Gülen’in ölümünün ardından daha da önemli.

Bu noktadan hareketle, uzunca yıllar Batı’da himaye edilen FETÖ ile mücadelede, örgütün Batılı toplumlar için nasıl bir tehdit olduğu üzerine yoğunlaşmak anlamlı olacaktır. Graham Fuller’in 15 Temmuz’un hemen akabinde yazdığı bir yazı ile FETÖ’yü ılımlı İslam gibi operasyonel bir kavram üzerinden meşrulaştırma çabası boşuna değil. Bu yönüyle örgütün dini kurum ve söylemleri istismar ederek kendisine alan açan bir örgüt olduğu gerçeği, geniş topluluklara aktarılmalı ve bu yönde bir farkındalık yaratılmalıdır.
Batı için tehlike oluşturmuş Cizvit ve Opus Dei’nin yanı sıra kült yapılar üzerinden FETÖ’yü anlatmak, Batı kamuoyu
açısından mukayese edilebilir
bir zemin oluşturacaktır hiç kuşkusuz.