Devleti Dönüştürmenin Sonuçları
Türkiye’nin gündeminde yine, “darbe, komplo, kumpas, 17-25 Aralık, hükümete karşı isyan” iddiaları havada uçuşuyor.
Nedeni, suç örgütü lideri Ayhan Bora Kaplan’ı yurtdışına kaçmak üzereyken Ankara Esenboğa Havaalanı’nın girişinde yakalayan emniyet mensuplarının önce açığa sonra gözaltına alınmaları ve haklarında soruşturma başlatılması.
Soruşturma; bu emniyet mensuplarının “anayasal düzeni değiştirmek, hükümete karşı isyan suçu işlemek üzere anlaşmak” diye özetlenebilecek çok ağır bir suçlamaya dayanıyor.
Suçlamanın kaynağı ise Ayhan Bora Kaplan’ın eski adamı Serdar Sertçelik’in emniyet mensuplarının; Bekir Bozdağ, Hasan Doğan, Fahrettin Koca, Sadık Soylu aleyhine ifade vermeye zorladıkları iddiası.
Sertçelik, bu iddiaları yurtdışından yaptığı telefon görüşmelerinde dillendiriyor.
Sertçelik’in, iki ayağından vurulduktan sonra, ev hapsinde elektronik kelepçeyle tutulurken yurtdışına kimler tarafından, nasıl kaçırıldığı konusu ise henüz aydınlanmış değil.
Kaplan’ı yakalayan emniyet yetkililerinin hükümete karşı bir darbe, komplo, kumpas içinde olup olmadıkları başlatılan soruşturma ve muhtemel yargılama sonucunda anlaşılacak.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya açıklamalarında “darbe” iddiasında bulunmadığını açıkladı. Yerlikaya, “Kimler FETÖ taktikleriyle Cumhurbaşkanımıza, hükümetimize ve siyasilerimize karşı oyun kurmaya çalışıyorsa oyunlarını ve tuzaklarını yerle bir edeceğiz” demişti. Açığa alma ve soruşturma böyle başladı.
Devlet kurumları içinde bir güç çatışması yaşandığı gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Bu olay ilk değil son da olmayacak gibi görünüyor.
Bu tür sorunların yaşanmasının temel nedeni, AK Parti iktidarının, “üçlü vesayeti yıkıyorum” iddiasıyla devlet kurumlarında, özellikle üst düzey bürokrasiyi değiştirmesidir.
Bürokrasiyi değiştirme, dolayısıyla devleti dönüştürme süreci 2007 yılında açılan Ergenekon, 2010 yılında açılan Balyoz ve Askeri Casusluk davaları ve 2010 yılında yapılan anayasa değişikliği ile gerçekleştirildi.
Ergenekon ve Balyoz davalarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nde laiklik başta olmak üzere Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı komutanlar tasfiye edildi. Birçok önemli komutanlıklara daha sonra FETÖ’cülükle suçlanan subaylar atandı.
Bu komutanlar da 15 Temmuz 2016’da darbe girişiminde bulundular. AK Parti iktidarını darbeyle devirmeye kalkıştılar.
Benzeri kadrolar Emniyet teşkilatında ve yüksek yargıda üst düzey görevlere atanmışlardı. Eski İçişleri Bakanı Efkan Ala, 15 Temmuz’dan sonra bu kalkışmanın yapıldığı tarihlerde Türkiye’de 81 ilin 74’ünde FETÖ’cü emniyet müdürlerinin görev yaptığını açıklamıştı.
Ak Parti iktidarı “üçlü vesayet” dediği devlet bürokrasini tasfiye etmiş, yerine 15 Temmuz’dan sonra FETÖ dediği Gülen cemaatine bağlı kadroları getirmişti.
15 Temmuz’dan sonra ise bu kez FETÖ’cü dediği kadroları tasfiyeye girişti. Bu kadroları tümüyle tasfiye edebildi mi, o da tam olarak bilinmiyor.
İktidar, FETÖ’cü diye tasfiye ettiği kadroların yerine bu kez yine laiklik ve Atatürk karşıtı başka cemaat ve tarikatlara mensup kadroları atadı. Bu süreçte de devlet kurumlarında, bu tarikatlar ve cemaatler arasında güç savaşları yaşanmaya başladı.
Milli Eğitim Bakanlığı’nda, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay gibi yüksek yargı kurumlarında, Emniyet teşkilatında güç savaşları devam ediyor.
Bugün emniyette yaşanan sorunların kaynağında bu gruplar arasındaki mücadele yatıyor.
Düşünün ki son örneğini Yargıtay seçimlerinde gördüğümüz gibi yüksek yargı organlarında, emniyet teşkilatında Okuyuculardan, Menzilcilerden, Közcülerden, Hak Yolculardan söz ediliyor. Bu gruplar arasında daha üst görevlere gelmek için verilen mücadele kurumları kilitliyor.