Bizler ‘’İyi ve umut’’ olalım ki çocuklarımız da iyi olsun

Çocuklarınız evlerinizde misafirler. Lütfen sizinle mutlu olmalarına ve kendilerini sevmelerine izin verin… Ve lütfen, başkaları için iyi olmaya adamayın yaşamınızı, kendiniz için iyi olmaya adayın…”

“Dışarıda sürekli güncellenen yenilikler, teknolojiler, sistemler konuşulurken çocuklarımızın içinde ne olup bittiğini kaçırıyoruz. Ve çocuklarımız bundan dolayı da dışa bağımlı büyüyorlar. Kendilerini birçok uyaranın içerisinde buluyorlar ve kendilerine dönemiyorlar.”

Bugün konuğum, eğitime yıllarını vermiş, anasınıfından lise son sınıfa kadar yönetici olarak görev almış, bulunduğu iklime farkındalık ve değer katan, eğitimin tüm paydaşları ile 25 yılı aşkın süredir birçok süreçte sahada bulunan, çok değerli eğitimci dostum Sayın Alper DEMİR. Israrla tanıştığımız günden beri kendi penceresinden bakış açısıyla şöyle yaklaşıyor eğitime: ‘’Bizler İyi ve Umut Olalım ki Çocuklarımızda İyi Olsun’’

Geleneksel tanımlamanın dışında geçenlerde yayınıma konuk olan Alper hocamızın eğitimi yaşadığımız günlerde nasıl tanımladığını tekrar paylaşmasını rica ediyorum. Sizce eğitim kelimesinin günümüzdeki karşılığı nedir? Nasıl tanımlarsınız?

‘’Amacı yaşamak ve yaşatmak olan bir insan denizinde, nepotizme yenik düşmüş, rotasını kaybetmiş bir gemi’’ olarak tanımlamak isterim.

Sizce eğitimde iyi ve umut nasıl olabiliriz Alper hocam?

Eğitim sistemimizden, kanun ve yönetmeliklerden, yapay zeka ve geleceğinden, düzenlenen sınavlardan, sürekli değişen sistemlerden, kurallardan önce konuşulması, dikkat edilmesi gereken en önemli unsur, ailelerimizin ve eğitimcilerimizin başta kendileriyle ve sonrasında da çevreleri ile ne kadar iyi olduğudur. Önce bizler iyi olmalıyız. Kendi ile iyi olmayanın çevresine iyi gelmesi mümkün mü sizce?

Eğitimciler ve ailenin en önemli unsurlardan olduğunu düşünüyorsunuz, peki hangi deneyimler ve gözlemler size böyle hissettirdi?

Kendimiz ile ne kadar iyi olduğumuzun, psikolojik, mesleki ve etik taraflarına eğilmek gerekli tabii ki, ancak şunu belirtmeliyim ki: Dışarıda o kadar çok şey olup bitiyor ki. Gün içerisinde yaşanan olaylar, yönetsel açıdan ego, iş yerinde nasıl yükselirim savaşları, ekonomik koşullar, savaşlar, doğal afetler, salgınlar, hızımız, bizlerden birçok duygumuzu alıp götürüyor. Aile üyeleri evlerine, eğitimciler ise sınıfa girene kadar çok eksiliyoruz.

Biz eğitimciler için de bu durum böyle. Eksilen duygularımızla öğrencilerimize yaklaşıyoruz.

Evlerine birçok duygudan eksilerek gelen anne babalar çocuklarının olumsuz davranışına odaklanarak onlarla ilgilendiğini sanmakla kalmıyor, aynı anda hem yakın hem sakin kalamıyorlar maalesef. Ve tahammül sınırlarımızı azaltmış olmanın, farkında dahi olamıyoruz.

Dinler mi sizce tahammül sınırları azaldığında, eğitimci öğrencisini, anne baba evladını? Daha çok akıl, komut vermez mi? Dayatmaz mı ‘’Çalış çalış! ‘’diye ebeveynler? Evdeki mutluluk seviyesinin başarısına etkisi olduğunun bilincinde olabilir mi? Zorunda bırakmaz mı istediği bir davranışa yöneltmeye kaygıları ile anneler? Kıyaslamaz mı komşunun çocuğuyla, sınıftaki bir arkadaşı ile? Anlamaya çalışır mı ergeni? Kişisel ve mesleki gelişimi için zaman ayırır mı eğitimci kendisini? Ergen psikolojisi, beyni ve zihni üzerine meraklanır mı?

Anne babalar sizce geçmiş deneyimlerinin bilinçaltına ektiği tohumlarla ( otomatik düşünceleri ile) bilince dönmeye çalışır mı? Bir neden bulurlar mı, başarı başarı diye çıkartmamak için canlarını?

Eğitimci ve ailenin günümüzde sizde taşıdığı anlam için ne söylemek istersiniz?

Eğitimci, geleceklerine dair imkansız dedikleri her şeye umuttur bence öğrencisine. Ama önce kendimizle iyi olmalıyız bizler. Sonrasında ise iyi gelmeliyiz onlara. Eğitmenlik gerçek bir bağlılık ister. Aşırı müfredatı yetiştirme mücadelesinde iken, öğrencilerin davranışlarını dersten uzaklaştıran bir müdahale olarak görmemekle başlanabilir mesela. Yani kişisel algılamamak gerekmekte hiçbir davranışlarını.

Yüz çevirmemeli, etiketlememeliyiz öğretmenler odamızda onları. Yeni nesli besleyebilecek mesleki ve kişisel donanıma sahip olacak şekilde öğrenme yolculuğumuz hiç bitmemeli. Duygularına dokunarak ilham olabilmeliyiz her birine. Önceliklerimiz sabrımızı etkilememeli. Egomuz öğrenme yolculuğumuza ket vurmamalı. Egomuz yükselirse duygularına dokunamayız. Duygusuna dokunamadığımız öğrencinin akademik yaşamını yönetemeyiz. Dışarıda sürekli güncellenen yenilikler, teknolojiler, sistemler konuşulurken çocuklarımızın içinde ne olup bittiğini kaçırıyoruz. Ve çocuklarımız bundan dolayı da dışa bağımlı büyüyorlar. Kendilerini birçok uyaranın içerisinde buluyorlar ve kendilerine dönemiyorlar.

Aile ise koşulsuz sevginin anlamıdır, her atışında kabul gördüğüne inanan küçücük kalplerinde.

İzin vermeliyiz mutlu olmalarına ve her sabah bir daha geri dönmeyeceklermiş gibi sarılmalıyız uğurlarken evden, hatta öyle sarılmalıyız ki, kalpleri kalplerimizin üzerinde atmalı. Yaşamımız da ‘’keşke’’lerimizin yerini ‘’rağmen’’lerimiz almalı, bir davranışımız öncesi…

Bizler yönetmelikler, kanunlar, seminerler, sempozyumlar, sosyal medya, kongreler üzerinden güncellenen birçok yeniliği konuşurken ve çalışırken hatta sosyal medya üzerinden bunları sunarken, sorunun aslında ‘’iç’’ten olduğuna farkındalık oluşturmanız bence çok anlamlı. Bu konuyu biraz daha açar mısınız?

Günümüzde eğitim adına en önemli ilk iki paydaş öğrenciden önce bence ebeveynler ve eğitimcilerdir. Neden mi?

Her bireyi aynı kabul eden ve dört duvara hapseden eğitim sistemimiz var maalesef ki. Dünyadaki yenilikçi öğrenme ve eğitim sistemlerini örnek alarak ülkemize entegre etmeye çalışırken doğal olarak değişiklikler (Ülkemizde Nepotizmin hakim olması) yaşıyoruz ve üst düzey yönetici kadroları da sürekli değişkenlik gösteriyor. Sistemler tabii doğal olarak değişkenlik gösterecek kişiler değiştikçe. İstikrarı bu nedenle de yakalayamıyoruz. Bu durumu artık kabullenmek zorundayız. Sistem nereye evrilirse evrilsin paydaşlarımız için sahip olmamız gereken en önemli yetenek, geç kalmadan, sistemin geleceğe dair umut olarak gördüğümüz her yanını eğitimin tüm paydaşlarını buna ‘’Uyumlama Yeteneği’’.

Kabullendiklerimizle, ebeveyni, sisteme ve öğrenciye, eğitimciyi sisteme, ebeveynlere ve öğrencilere uyumlama yeteneğimizi geliştirmek zorundayız. Sürekli eleştirmenin, şikayet etmenin ve değersizleştirmenin, umut kırıcı olduğunu düşünüyorum, çocuklarımıza da iyi gelmediğini. Zaten içerisinde bulunduğumuz ekonomik, sosyal ve doğa koşulları belli.

Ebeveynlerin uyumlama kabiliyeti nerden başlar hocam peki?

Ebeveynlerin uyumlama kabiliyetleri evde başlıyor. En önemlisi de çocuklarına yaklaşım yetenekleri ile. Ve değiştirmemiz gereken ilk şey hatıralarımızla olan ilişkilerimizdir. Geçmiş deneyimlerinin zihinlerinde ürettiği otomatik düşüncelerinin esiri olmuş anne baba yaklaşımları ile asla mümkün değildir uyum sağlayabilmelerine vesile olmak. Anne babanın kullandığı dil ‘’Ebeveyn Dili’’ çocuklar üzerinde oldukça etkindir. Bir kitapta okumuştum ebeveyn dili aşağılama ve küçümseme dilidir diye. Çocuklar ebeveynlerinin sesini kendi iç sesleri olarak algılarlar. Küçümsememeli, kıyaslamamalı, sürekli eleştirmemeli, aşırı kontrolle baskılamamalı, dayatmamalı, yapamadıkları üzerinden motive etmeye çalışmamalıyız. Koşulsuz sevgimizi hissetmeliler. Onları etkin dinlemeliyiz. Göz teması kurarak. Yargısızca. Duyulmamak travmayı arttırır. Yapabilecekleri üzerinden motive olabileceklerini bir an olsun unutmamalıyız. Model alma gençlerde en önemli davranıştır ve gücü oldukça fazladır. Bu nedenle önce değişime kendimizden başlamalıyız. Mesela çocuklarımıza değer vermeliyiz, mükemmelciliğe değil. Ya mükemmel olmazsa bu sefer ertelemeye başlıyor. Ve başarısızlık arkasından geliyor. Başarısızlık ise kayıptır çocuk için. Sonrasında ise depresyon baş gösterir, istemesekte. Onlardaki olumluyu görmekten uzaklaştırır bizleri, empati kurmaktan uzaklaştırır, mükemmelliyetçi olma çabalarımız. Hata yapma şansı vermeliyiz. Sorumluluk almaktan kaçmaz böylelikle. Çok nutuk çekmemeliyiz, kendimizi yorarız ve tahammül sınırlarımız düşer.

Başarı algımızı değiştirmemize çok ihtiyacımız var. Başarı görecelidir. Derecelerde saklı olmadığını deneyimliyoruz yıllarca. Sadece beklentilerimizi karşıladığında ya da şöyle diyeyim; Çok başarılı olduğunda mı daha çok sevgi gösteriyoruz? Kendimizi biraz sorgular mıyız bu konuda? Zihnimizde ve tüm benliğimizle, çocuktan bireye geçişi hızlandırmalıyız evlatlarımız için. O, sizin hayallerinizi gerçekleştirecek bir hamal değil. Güvenli sınırları çizmek elbette önemli ama o alanda onları özgür bırakmalıyız.

‘’İlgi’’nin günümüzde çocuklarımızdaki karşılığı nedir biliyor musunuz? Kabul Görme…

Onları olduğu gibi kabul edin. İlk doğdukları anda, ilk elimize aldığımızda o küçücük bedenlerini, döktüğümüz gözyaşlarını ara ara hatırlatmalıyız kendimize. Beklentilerinizi dile getirmeyi bırakın. Unutmayınız ki beklentileriniz önce kişiyi sonra onunla zaman geçirenleri yorar. Stresi yanlarında anmayın. Nasihat etmeyi bırakıp etkin dinleyerek sonrasında sohbet etmeye başlamalısınız onlarla. Ve daha sayabileceğimiz birçok neden, çocuğumuzu hayata (okuluna, sisteme) ve en önemlisi kendisine uyumlama yeteneğimizi arttırabilir. İçimde kalmasın: Sonuç ne olursa olsun, meslek yaşamım boyunca yolunu bulamayan bir öğrencim olmadı hiç…

Ailelere son birkaç cümle söylemek ister misiniz?

Çocuklarınız evlerinizde misafirler. Lütfen sizinle mutlu olmalarına ve kendilerini sevmelerine izin verin…

En önemli 2. unsur olduğunu belirttiğiniz paydaşlarımızdan saygıdeğer eğitimcilere gelince ne söylemek istersiniz Alper Hocam?

Bilmek ile öğretebilmek farklı şeylerdir. Eğitimcinin öğretebilme yeteneği bildikleri kadar önemlidir. O nedenle herkesin eğitimci olmaması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle uyumlama yeteneği olmayanlarımızın.

Öğrenciyi içinde bulunduğu iklime, sisteme, motivasyona ve en önemlisi disipline uyumlama yeteneğimizin artması için bence öncelikle yine bizler iyi olmalıyız. Kişisel ve mesleki gelişimimiz, kendimizi ne ile donattığımız çok önemli bence. Eğitimcinin diğer paydaşlarını sisteme ve kendi içerisinde sürece uyumlaması adına üniversite bitmeden kendine neler kattığı o kadar önemli ki. Çünkü sonrasında takdir edersiniz ki yaşam telaşı bizi öğrenme yolculuğumuzda alıkoyuyor birçok şeyden. Tabii ki branşımıza ve alanımızdaki yetkinliğimize yatırım yapmalıyız ve bu yatırım hiç bitmemeli bir ömür. Gerek üniversite yıllarımızda gerek sonrasında. Ayrıca yine üniversite bitmeden alanımızda uzman kişilerle yaz ayları stajlarla değerlendirilmeli. Kapıdan kovsalar bacadan girmeli. Alanımızda donatarak mezun olmalıyız kendimizi.

Günümüzde iyi bir eğitimcide ya da şöyle sorayım uyumlama yeteneği yüksek bir eğitimcide olmasının elzem olduğunu düşündüğünüz yetkinlikler, ek olarak neler hocam peki?

Her birinin sahada ayrı ayrı önemi var ve aklıma ilk gelenleri sayayım hemen: Elbette alanımızda kendimize yatırım yapalım. Ama artık hangi mesleği icra edersek edelim, bazı becerilerimizin önceden gelişmesi mezun olduğumuzda bizi çok daha önde başlatacağını bir an olsun unutmamalıyız. Çünkü mezun olduğumuzda buna ayıracak vaktimiz olmayacak. Ve bence bu sayacaklarım su içmek gibi bir ihtiyaç meslek dalımız ne olursa olsun.

Etkili iletişim, etkili sunum, etkili sınıf yönetimi, ikna, ergen beyni, ergen psikolojisi, zihnimizin kontrolünü nasıl sağlarız, ergen beyni nasıl çalışır, erteleme neden olur, zaman yönetimi, algı yönetimi, teknoloji bağımlılığı ile başa çıkma yolları, sınav stratejileri yetkinliğimiz, etkin dinleme nasıl gerçekleşir, beynin çalışma prensibi, ataleti nasıl yener insan, anlama ile öğrenme arasındaki fark, öğrenmeyi öğrenme yolları, benden bize nasıl geçeriz, proje nasıl oluşturulur, kitap okuma alışkanlığı öğrenciye nasıl kazandırılabilir, kaygı nasıl önlenebilir, oyunun çocuk üzerindeki etkileri, dikkat eksikliği ve hiperaktivite nedir, disleksi nedir, akran zorbalığı yapan çocuğa yaklaşım, anne baba ayrılıklarında çocuğa yaklaşım, gibi benzeri yatırımlarla öğrenmenin hazzına varmış ve ilham olmaya hazır hale gelmiş oluruz daha üniversiteden mezun olmadan.

Ayrıca her eğitimci günümüz öğrencisine mentör de olabilmeli. Mentör olarak da hazır olmalıyız öğrencilerin karşısına çıkmadan. Koçluk eğitimleri alınmasını da çok önemsiyorum. Bahsettiğim sadece akademik koçluk değil, başta yaşam koçluğu eğitimleri alınmalı.

Yaşamına dokunamadığımız öğrencinin akademik hayatına katkı sunamayız. Özetle duygusuna dokunamadığınız öğrenciyi uyumlayamazsınız içinde bulunduğunuz ortama, topluluğa, sisteme ve en önemlisi geleceğine.

Peki, sevgili öğrencilere birkaç cümle ile ne demek isterdiniz?

Bu iki soruyu hiç çıkarmayın aklınızdan derdim: Zihninizin ve zamanınızın kontrolü kimin elinde? Önceliklerinizi kim belirliyor? ‘’Gemisini Kurtaran, Kaptan’’ artık güzel ülkemde.

Ve lütfen, başkaları için iyi olmaya adamayın yaşamınızı, kendiniz için iyi olmaya adayın…

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...