Avrupalı bazı küçük ülkeler

“Avrupalı bazı küçük ülkeler” ifadesinin Fransa’yı işaret ettiği biliniyor. Zaten Sayın Bakan Hakan Fidan konuşmasının ilerleyen bölümlerinde Fransa’nın adını açıkça zikretti. Gerçi haklı olarak bu ifade kamu vicdanında Fransa’yı tahfif edici boyutu ile yankı uyandırdı fakat Sayın Bakan’ın ifadelerinin göstergebilimin sınırlarını zorlamadan “dizgesel bir biçimde” tahlil edilmesinden yanayım. Göstergebilim yerine Fransızcada olduğu gibi semiyoloji kavramını kullanırsak herhalde yanlışa düşmeyiz.

“Avrupalı bazı küçük ülkeler” ifadesinin Fransa’yı işaret ettiği biliniyor. Zaten Sayın Bakan Hakan Fidan konuşmasının ilerleyen bölümlerinde Fransa’nın adını açıkça zikretti. Gerçi haklı olarak bu ifade kamu vicdanında Fransa’yı tahfif edici boyutu ile yankı uyandırdı fakat Sayın Bakan’ın ifadelerinin göstergebilimin sınırlarını zorlamadan “dizgesel bir biçimde” tahlil edilmesinden yanayım. Göstergebilim yerine Fransızcada olduğu gibi semiyoloji kavramını kullanırsak herhalde yanlışa düşmeyiz. Zira semiyoloji, akademik yayınlarda sıklıkla kullanılmaktadır.

Anglosaksonlar 1990’lardan itibaren bütün güçleriyle İslam coğrafyasını işgal ve istila yoluyla istikrarsızlaştırmaya girişti. Fransa ve Almanya ve benzeri Batı Avrupa ülkeleri Anglosaksonların açtığı bu yeni alanda herhangi bir sorgulamaya girmeden at koşturdu. Hatta Fransa Libya’nın ağır bir şekilde havadan bombalanması gibi oldukça yıkıcı bir saldırganlığa da imza attı. Libya’ya yapılan bu ağır saldırılar Fransa’nın fırsatçı bir ülke olduğunun işaretlerini fazlasıyla vermiştir. Muhtemelen 1880’lerin hemen başında Tunus’u işgal ederken olduğu gibi yeni bir kolonyal yayılmacılık fırsatının önlerine çıktığını düşündüler. Hâlbuki zaman akıp geçmiş ve şartlar eskisi gibi olmaktan çıkmıştı. Fransızların kibirli olduklarına dair iddialar var fakat buna rağmen hadiseleri kibir kavramıyla açıklamak doğru değil. Macron Lübnan’a gittiğinde zadece Feyruz ile fotoğraf verebildi. Hâlbuki Napolyon’un Mısır’dan dönerken Fransa’ya cilt cilt kitaplar getirdiği çok iyi bilinir. Bu, çok önemli değişimi göstergebilimin sınırları içinde tahlil edebiliriz.

Ne Feyruz hakkında olumsuz bir cümle kurmak isterim ne de onun insanın içine işleyen sesini önemsizleştirmek. Son yıllarda Fransa’nın Türkiye’deki imajını da Feyruz ile karşılaştırarak anlayabiliriz. Son iki yüz yılın Batılılaşma macerasını göz önünde bulundurduğu-muzda Fransa’nın Türk aydını üzerindeki etkisini gösteren kitapları hatırlarız. Türk aydını için Fransa daima merkezi bir yerdi. Paris’e gitmek kendi başına bir değerdi. Fransız İhtilali üzerine yazılmış kitaplardan kaç tanesi Türkçeye çevrilmiştir, bilmiyorum. Kişisel kitaplığımda bile Albert Sorel’in “Avrupa ve Fransız İhtilali” de dâhil olmak üzere Fransız İhtilaliyle ilgili ondan fazla kitap var. 20. yüzyılın ikinci yarısında Türk aydınının “eksen”i kaydı ama Fransa etkisi devam etti. O zamanlarda Fransa demek akıl, bilim, sanat, edebiyat ve hepsinden önemlisi Fransız İhtilali demekti. Bunlar devasa bir Fransa imajı ortaya çıkarmıştır. Türk aydını Fransa üzerine konuşurken mutlaka ciddiyetini takınırdı. Daha doksanlı yıllarda Fransız cumhurbaşkanlarını yürüyüşleri üzerinden değerlendiren felsefecilerimiz vardı. Ama nihayetinde Macron, Lübnan’da Feyruz ile fotoğraf verdi.

Emile Zola ve Jean Paul Sartre ile özdeşleşen bir Fransa ile Bernard Henri Levy ile özdeşleşen Fransa arasında hakikaten bir fark mıdır? Zola ve Sartre Yahudi sorununa ilgi duymuştu. Hatta Sartre Siyonist İsrail’i desteklemişti. Fakat yine de Fransa’nın güçlü entelektüellerinin böyle bir değişimden hoşnut olmadıklarını düşünüyorum. Örneğin Fransa denilince akla gelen isimlerden biri Roger Garaudy’dir. Garaudy’nin Bernard Henri Levy gibilerin saldırısına uğradığı biliniyor. Peki, Garaudy Filistin meselesinde sadece Müslüman olduğu için mi Fransa’dan ayrışmıştı? Zannetmiyorum. Fransızların, Anglosaksonların açtığı yolda fırsatçılık yapmalarıyla Fransa’nın Bernard Henri Levy ile özdeşleşmesi arasında doğrudan bir ilişki vardı. Bunun sonucunda Türkiye’de de büyük felsefecilerin Fransız liderlerin yürüyüşüyle ilgili yorumları ilgi uyandırmamaya başladı. Belki onlar kendi dünyalarında bu yorumları sürdürüyordur fakat kamusal alanda Fransa’yı temsil etmek farklı alanlarda ünlenmiş kişilere kaldı.

Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan’ın konuşmasında geçen diğer ifadeler de oldukça önemliydi. Sayın Fidan bu konuşmada “Amerika’nın arkasına saklanarak söz söyleyen ülkeleri dikkate almıyoruz” diyerek Fransa’ya fırsatçılığın sınırlarını göstermiş oldu. Bu ifade elbette kamu vicdanına yansıdığı gibi biraz tahfif edici bir anlama gelebilir. Nitekim Sayın Bakan konuşmanın devamında Fransa ABD’nin arkasına saklanmadan iş görmek istiyorsa bunu “görelim” dedi. Bu ifadeden Fransa’nın böyle bir adım atmaya gücünün yetmeyeceği sonucunu rahatlıkla çıkarabiliriz. Aynı ifadeden Türkiye’nin çok sert bir karşılık vereceği ve Fransa’nın bu cevaptan çok etkileneceği anlamı da çıkar. Fakat bu ifade asıl olarak Fransa’nın kendi başına hareket etme kabiliyetine sahip olmadığı anlamına gelir. Muhtemelen Garaudy bu düşüşü görmüştü.

Sayın Bakan’ın konuşmasının daha derin bir tahlili ise bizi Batı’nın

Batı, Avrupa’nın Avrupa olmadığı sonuca götürür.