34,6806
36,7281
2.960,54
Şimdi size anlatacaklarımın bir bölümünü belki ilk defa okuyacaksınız.
Önceki gün ilk defa dinlediğimde benim duygularım şu olmuştu:
Önce karamsarlık… Sonra şaşkınlık… Sonra hüzün…
Ama en sonunda da umut…
Konu Antakya…
6 Şubat gecesi yaşanan felaketten 22 ay sonra, daha önce sadece bir defa görüp aşık olduğum şehirdeyim.
24 saat boyunca gördüklerim, dinlediklerimi sizinle paylaşmak istiyorum.
30 ay sonra aynı odada gördüklerim
Antakya ziyaretine kaldığım otelden, yani ünlü Müze Oteli’nden başlayacağım.
Çünkü orada 2000 yıl arayla gerçekleşen iki mucizeyi gözlerimle gördüm.
O odaya ilk defa 5 Mayıs 2022 günü girmiştim.
Bana göre bütün dünyada otelcilik ve müzecilik anlayışını kökten sarsan müthiş bir vizyonunun ürünü bu otel.
Depremin ertesi günü, mimarı Emre Arolat’ı arayıp durumu sormuştum.
“Otel ayakta ama şehir harabeye döndü. O nedenle biz ayaktayız demek bile zoruma gidiyor” demişti.
Şimdi depremin üzerinden 22 ay geçti ve artık durumun ne olduğuna bakabiliriz.
Otel dimdik ayakta ama sanki bir şey uçup gitmiş gibi
Evet otel dimdik ayakta…
Her şey 6 Şubat saat 04.17’den önceki gibi yerli yerinde.
Ama arada büyük, çok büyük bir fark var.
Sanki otelin yaşama sevinci uçup gitmiş gibi…
Mahzun bir hali var bu mimarlık harikası binanın…
Ruhu mu gitmiş, hevesi mi kaçmış, neşesini mi kaybetmiş karar veremedim.
Sadece otel değil, altındaki 2000 yıllık tarih de ayakta
Fiziki olarak bakınca beni çarpan ilk iki şey şu.
Otel sapasağlam ayakta…
Sadece o bina değil, altındaki Helenistik çağa ait kalıntılar da aynen dimdik ayakta.
Yani aralarında 2000 yıl zaman farkı olan bu iki yapı 6 Şubat depremine direnmiş.
Bir düşünün…
Altındaki yapı bir kamu binası
Otelin altında kalıntılar MS 4-5 yılına ait.
Yani 2020 yıl öncesine gidiyor.
Şehirdeki forumun bir bölümü burası.
Yani bir kamusal yapı…
İnsan içinden “Demek ki 2020 yıl önce müteahhit malzeme çalmamış” demek geçiyor.
Otelin sahibi o geceyi anlatıyor
Otelin sahibi ailenin üyesi Sabiha Asfuroğlu Abbasoğlu’na o geceyi sordum.
Bina gidip gelmiş…
Bütün camlar patlamış.
Tesisatta önemli hasar meydana gelmiş.
Ama bina sapasağlam ayakta kalmış.
“Uzun süre binalara giremedik, arabalarda yattık” diyor.
Kalıntılar ayakta, müzedeki eserlerde çatlak bile yok
Ya aşağıdaki tarihi kalıntılar?
Yüzde 5 kadar küçük bir hasar meydana gelmiş.
Aşağıda Kültür Bakanlığı’na ait müze kısmında vitrinler içinde sergilenen eserlere hiçbir şey olmamış.
Peki 2000 yıl arayla bu iki yapının böylesine büyük bir depremde ayakta kalmasının sırrı nedir?
Hadi “tarihi kalıntıların zaten sadece duvarları ve temel yapıları kalmıştı” diyebilirsiniz..
Ama kalan duvarlar da kolayca yıkılabilecekken nasıl hiç hasar meydana gelmemiş?
Restorasyona uğrayan kısımlar neden dimdik ayakta…
Büyük bir ihtimalle, üzerine inşa edilen muazzam çelik konstrüksiyonun derinlere giden çelik gider taşıyıcı kolonları onları da korudu.
Böylece hem tarihi kalıntılar kurtuldu.
Hem de böyle zamanlarda meydana gelebilecek yağmalama veya kaybolma olayları önlendi.
Bu sırrı bizzat o binayı sıfırdan bilenlerden sordum.
İlk sırrı binanın mimarı Emre Arolat açıklıyor
Hikâyesini daha önce binanın mimarı Emre Arolat’tan dinlemiştim.
Önceki sabah onu arayıp, “Seni kutluyorum Emre. Muazzam bir iş başarmışsın” dedim.
Verdiği cevap şuydu:
“Beni değil, oteli yapan Asfuroğlu ailesini kutla. Binanın depreme dayanaklı olması için gereken maliyetler aşırı yükselmişti. Büyük mali fedakârlığa katlandılar.”
İkinci sırrı otelin sahibi aile açıklıyor
Burun üzerine grubun turizm yatırımları CEO’su Sabiha Asfuroğlu Abbasoğlu’nu arayıp Arolat’ın cevabını aktardım.
Onun da cevabı şu oldu:
“Emre Bey’e teşekkür ederim. Ama bizim de Emre Beyin de teşekkür etmemiz gereken bir üçüncü kişi daha var. Binanın statik mühendislik hesaplarını yapan Bülent Deveci… Otel yapılırken baskı ve zorlamaları ile bizi canımızdan bezdirdi. İllallah dedirtti. Ama işte sonuç bu oldu. Bina ayakta…”
Böylece 2000 yıl depremlere direnen duvarların üzerindeki bu yeni binanın depreme direnme sırrı da ortaya çıktı.
İşini ciddi yapan ve takip eden mimar.
İşini çok iyi yapan ve takip eden bir mühendis.
Ve bu iki titiz insanın önlerine getirdiği maliyet artışlarına itiraz etmeyen bir yatırımcı.
Gizli kapaklı bir illuminati sırrı değil yani.
Basit bir gerçek.
22 ay sonra otelin doluluk oranı nedir?
Depremin üzerinden 22 ay geçti.
“Şu an doluluk oranı yüzde kaç?” diye sordum.
Biraz hüzünle yüzüme baktı ve “Hâlâ yüzde oranından bahsedeceğimiz bir doluluk noktasında değiliz… Sadece gelen bazı heyetler kalıyor otelde… Eski günlere daha epey zamanımız var. Ama bina ayakta, biz de ayaktayız” dedi.
24 saat boyunca otelde çalışanları gözlemledim.
Hemen hepsinin yüzünde insana huzur ve umut veren bir iyimserlik var.
Bir kat görevlisinin bir tebessümle verdiği umut
Kaldığım odanın kat görevlilerinden biriyle konuşuyorum.
Adı Nebiha Esin…
Güleryüzlü bir genç kadın.
Hani şu işini güler yüzlü ve severek yapan insanlardan biri.
“Çok acı günler geçirdik ama altından kalkacağız inşallah” diyor.
Antakya’da konuştuğum insanların çoğunda bu havayı gördüm.
İnanın 24 saat boyunca sık sık ağladım.
Kızı yanında ölen bir otel çalışanın hikâyesi
Çalışan kadın personelinden biri depremde kızını kaybetmiş.
Bir kızının da ayağı kesilmiş.
Otelin CEO’su, “Öyle azimle ve umutla çalışıyor ki, emin olun hepimizin motivasyon kaynağı oldu” diyor.
Otelin altındaki müzede bir su künkünün anlattığı hikâye
Otelin altındaki müzeyi ilk defa gezdim.
O kalıntıların içinde, arta kalan sokaklarında dolaşmak çok tuhaf bir duygu.
Kim bilir kaç deprem, kaç inanç, kaç insanlık felaketi gördü bu coğrafya…
Müzede, o kalıntılardan çıkan eserler de sergileniyor. Hemen hepsi çok iyi korunmuş.
Beni en çok su künklerinin sergilendiği vitrin etkiledi.
Düşünün bu şehirde MS 3-4 yıllarında yapılan bu kamusal forumda böyle bir altyapı varmış.
Instagram’da paylaştığım o şahane ışıklı nehir yok artık
Oradan şehirde dolaşmaya çıkıyorum…
Depremden 9 ay önce geldiğimde beni en çok etkileyen yerlerden biri eski Meclis binasının bulunduğu bölgeydi.
Nehir masmavi ışıklandırmıştı.
Eskişehir eski Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen gelmişti aklıma.
“Burada da bir Porsuk mucizesi yaratılabilir” diye düşünmüştüm.
Oradan çektiğim bir gece panoramasını Instagram hesabımdan paylaşmıştım.
O gece mavisi muhteşem ışık yok artık.
Bölge bir harabeye dönmüş.
Biraz ilerideki sokaklarda gördüğüm “Ama kafamız ne güzel” yazılı harika grafittiler silinmiş gitmiş.
Bugün kapkaranlık hale gelen Orta Doğu bölgesinde ışıl ışıl parlıyordu bu şehir.
Şimdi ağır bir toz bulutu altında.
Neşesini kaybetmiş.
İlk izlenimim: 22 ay boyunca buraya bir tek taş konmamış
İlk izlenimim şu oluyor…
Depremin üzerinden 22 ay geçti, ama bu şehre çivi bile çakılmamış.
Gastronomi çarşısında üç beş baharatçı dükkânı, üç beş lokanta…
Bir zamanlar rengarenk şemsiyeler altında dolaştığınız neşeli sokaklar ağır sokaklarının feri sönmüş.
Şehirde ilk izlenimim buydu.
Meğer bu ilk izlenimim çok yanıltıcıymış.
Çünkü öğleden sonra şehri gezmeye başlayınca bambaşka şeyler gördüm.
İkinci izlenim: Burası sanki dünyanın en büyük şantiyesi
Önce şunu söyleyeyim.
Hayatım boyunca hiçbir yerde bu kadar çok inşaat vincinin çalıştığını görmedim.
Şehrin yeni inşa edilen bölümleri adeta bir science fiction filmi gibi…
En ağırlıklı çalışmayı TOKİ yapıyor.
Ayrılırken şundan emindim.
En geç bir yıl içinde Antakya yeniden ve modern biçimde ayağa kalkar.
Öğleden sonraki hissiyatım da şudur:
Devletimize teşekkür ediyorum.
Verdiğimiz vergiler, yapılan yardımlar en azından burada yerine ulaşıyor.
Ayrıca mimari projeleri de güzel.
Cenazelerini aynı mezarlığa gömen insanların kültürü ne olacak?
Tabii herkesin kafasındaki soru şu.
Burası tarihi bir şehir.
Hristiyanlığın ilk yerleşim yerlerinden.
Burası, Müslüman, Hristiyan, Musevi demeden cenazelerini aynı mezarlığa gömen insanların medeniyetinin yükseldiği bir şehir.
Acaba şehrin o tarihi çizgisi korunabilecek mi?
Çevremdeki muhalif insanların çoğunda bu şüphe var.
İtiraf etmem gerekirse benim kafamda da var.
Orada gördüğüm tablo şudur:
Kültür ve Turizm Bakanı’nın resimli tarihi panolar için verdiği talimat
Tarihi bölgenin etrafı yüksek panolarla çevrilmiş.
Panoların üzerinde TOKİ’nin imzası var.
Üstüne oradaki tarihi yapıları gösteren fotoğraflar konmuş.
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy geldiğinde şu talimatı vermiş:
“Bu panoların üzerine resmini koyduğunuz tarihi binalar aynı böyle göründüğü gibi yapılacak. En küçük ayrıntıları bile görecek vatandaş. Bir vazo resmi mi koydunuz, proje bittiğinde onun aynısını da yapılmış olarak göreceğim.”
Şehirde ilk restore edilen tarihi bina da Katolik kilisesi olmuş.
Şimdi camiler de tamamlanıyor.
Erich Maria Remarque romanını hatırlatan bir okul yoklaması Tabii böylesine ağır bir depremin şehre bıraktığı ağır bir hüzün de var. Bunun en çarpıcı fotoğrafını bu eğitim yılının açılışında yaşamışlar. O hazin geceden sonra kaç çocuk okullarına, sınıflarına dönecek? Bu bana Erich Maria Remarque’ın “Dönüş Yolu” romanını hatırlattı. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya son çare olarak çocuklarını bile savaş sürmüştü. Savaş bittiğinde onların çok azı okullarına dönebilmişti. Özel okul çocuklarının yüzde 50’si neden sınıflarına dönemedi? Buradaki yetkililerden aldığım bilgiler şöyle: Eğitim yılı başında devlet okullarındaki çocukların yüzde 90’ı okula dönmüş. Ancak özel okullarda dönüş oranı yüzde 50’lerde kalmış. Bu dönüş sosyolojisi bize Türkiye’nin çok acı iki gerçeğini anlatıyor. Birincisi ekonomik sıkıntı nedeniyle ailelerin çocuklarını özel okullardan alıp devlet okullarına vermesi. Ama bir ikinci neren var ki o da çok çarpıcı Yoksul çocuklar döndü, daha az yoksullar neden dönemedi? Antakya aslında şehrin kenarındaki dağın kayalık yamaçlarında kurulmuş. Bugün o bölgede şehrin büyük gelirli, hatta yoksul insanları oturuyor. O bölgede neredeyse tek ev yıkılmamış. Aynı gerçeği Kahramanmaraş’ta da görmüştük. Her iki şehirde de yoksul aileler, şehrin kayalık ama zemini sağlam bölgelerinde oturuyor, Varlıklı kesimler nehrin kenarındaki düzlüklere, nehir kenarlarına yerleşmişler. Oysa oraları bir depremde toprağın en kolay sıvılaştığı, depremde en fazla hasar gören yerler, bölgeler. Bu durumda bu ailelerden kayıp çok fazla olmuş. Özel okullara dönüş oranını yarı yarıya azalmasında bunun da etkisi var. Tabii varlıklı ailelerin bir bölümü de çocuklarını başka şehirlere gönderip oralarda okullara yazdırmışlar. Düğün ve gelinlik satan mağazalar ile kuyumcular İlk akşam yemeğimizi Samandağı’nda Platinyum Tesislerinin kenarındaki çiftlikte Grain Türk şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı Murat İçcan’ın davetlisi olarak yedik. Harika bir Antakya mutfağıydı… Oradan Antakya’ya giderken yolun bazı bölümleri ışıl ışıldı. Antakya’nın içinde ekonomik canlılık henüz eski durumuna dönmemiş. Ancak iki şey dikkatimi çekti. Birincisi düğün ve gelinlik satan mağazalar ışıl ışıldı. Bir de kuyumcular… |
Norm Ender’in “Parla”sı artık Türkiye’nin yeni marşı olmuş
Antakya’ya Saran Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanı Sadettin Saran’ın davetlisi olarak gittim.
Saran Anadolu’nun her yerinde spor salonları yaptırıyor.
Burada 26’ncı salonunu açtı.
Salonlarının hepsinin adı Atatürk Spor Salonu oluyor.
Hepsinde de çok güzel bir çocuk kalabalığı var.
Açılışta bir kere daha gördüm ki, İzmirli sanatçı Norm Ender’in Cumhuriyet’in 100’üncü yıl için bestelediği “Parla” Türkiye’nin yeni “Onuncu Yıl Marşı” olmuş.
Bütün tören boyunca o marş çaldı.
Ayrıca Hatay Akademi Senfoni Orkestrası’nın Oda Müziği grubu da küçük bir konser verdi.
Orkestrada kızların sayısının daha fazla oluşu da çok hoşuma gitti.
Yeni nesil valiler devletin değil, Cumhurbaşkanı’nın valileri
Törene Hatay Valisi Mustafa Masatlı da katıldı.
Depremden 20 gün sonra buraya vali tayin edilmiş.
Konuştuğum Antakyalılardan aldığım hava, vatandaş valiyi seviyormuş.
Çalışkan bir vali olduğu konusunda bir görüş birliği var.
Konuşmasında sık sık Cumhurbaşkanı Erdoğan’a atıf yapmasından anlıyorum ki, Güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı sisteminin yeni nesil valilerinden biri.
Yani artık “devletin valisi” anlayışının yerini “Cumhurbaşkanı’nın valisi” anlayışı almış.
Cumhurbaşkanı devleti temsil ettiğine göre, bu da normal değil mi diye sorabilirsiniz…
Ben devletin valisi kavramını ve anlayışını tercih edenlerdenim.
Valinin konuşmasında dikkatimi çeken eksiklik
Konuşmasında deprem sonrası katkıları için Cumhurbaşkanı’na, özel şirketlere, vatandaşlara, yardın eden öteki ülkelere ve sivil toplum kuruluşlarına teşekkür etti.
Ancak dikkat ettim, iki teşekkür konuşmasında da belediyelerden hiç söz etmedi.
Oysa hepimiz biliyoruz ki 6 Şubat sabahından itibaren oralara devletten önce belediyeler girdi.
Bunlar sadece CHP’li belediyeler değildi. AKP’li, MHP’li belediyeler de vardı.
Nitekim şehirde gezerken gördüm, Konya ve Bursa belediyeleri hâlâ şehirde çalışıyor.
Eminim başka belediyeler de vardır.
Cevher, ‘korkutucu, deli, yaşlı kadın’ klişesi mi? |