7 Ekim ve sonrasına dâir

7 Ekim’in sene-i devriyesini idrâk ediyoruz. İsrâil’in Gazze’de yürüttüğü ağır tahribatlar ve soykırım, Batı Şeria’da kanun dışı yerleşimcilerin kıyımları ve gaspları hız kesmeden devâm ediyor. On binlerce mâsum Filistinlinin öldürülmesi ve Gazze’deki tahribât manzaralarına bakarak İsrâil’in hedeflerini başarmış olduğuna hükmetmek fevkalâde hatalı olacaktır. İsrâil’in hedeflediklerinden hiçbiri hayâta geçmiş değil. Ne HAMAS çökertilip teslim alınabildi, ne de rehineler kurtarılabildi. İsmâil Heniyye’nin

7 Ekim’in sene-i devriyesini idrâk ediyoruz. İsrâil’in Gazze’de yürüttüğü ağır tahribatlar ve soykırım, Batı Şeria’da kanun dışı yerleşimcilerin kıyımları ve gaspları hız kesmeden devâm ediyor. On binlerce mâsum Filistinlinin öldürülmesi ve Gazze’deki tahribât manzaralarına bakarak İsrâil’in hedeflerini başarmış olduğuna hükmetmek fevkalâde hatalı olacaktır. İsrâil’in hedeflediklerinden hiçbiri hayâta geçmiş değil. Ne
HAMAS çökertilip teslim alınabildi, ne de rehineler kurtarılabildi.
İsmâil Heniyye’nin İran’da öldürülmesi teşkilâtın moralini ve mukavemetini bozmadı. Bir sene hayli uzun bir zamân. Eğer bu hedefler bir sene zarfında başarılamadıysa, bundan sonra da başarılabileceğini düşünmek zorlama olacaktır. Hâsılı, zaman İsrâil maksimalizmine karşı çalışıyor. “
Döktüğü kanda boğulmak
” diye bir ifâde varsa, bu, tam da İsrâil’in üzerine oturuyor.

Gazze’de istediklerini elde edemeyen İsrâil, yetmezmiş gibi Güney Lübnan’ı gözüne kestirdi. Burada da bir cephe açmak için hazırlıklara girişti. En seçkin askerî birliklerini buraya kaydırdı. Süreç, HİZBULLAH’ın kullandığı çağrı cihazları üzerinden yaptığı sabotajlar, teşkilâtın üst düzey kadrolarına karşı tertip ettiği suikastlarla başladı. HİZBULLAH’ın karizmatik lideri Nasrallah da bu bombalamalarda hayâtını kaybetti. İsrâil uçakları ve füzeleri günlerdir Beyrut’u bombalıyor. Binlerce insan öldü, yaralandı, yüzbinlerce insan ise yerinden yurdundan oldu. İsrâil’in hedefi Güney Lübnan’da belirli bir derinlikte tampon bir sâha meydana getirmek. Ama şu ana kadar Lübnan’a karadan girmek için yaptığı her teşebbüs püskürtüldü. Ağır kayıplar verdiler. Hâsılı Hizbullah onca kaybına rağmen savaşmak azim ve kararlılığından bir şey kaybetmek bir yana, daha da bileniyor ve İsrâil’i karşılamaya her zaman olduğundan daha hazır görünüyor. İsrâil’in hava bombardımanına yüzlerce füze atarak cevap veriyor ve Hayfa gibi çok kritik bir şehri, sâkinleri açısından çok güvensiz hâle getiriyor.

Bu arada İran, Nasrallah’ın öldürülmesinden sonra nihâyet İsrâil’e füzelerle saldırdı. Saldırı bir evvelkinden çok daha başarılı oldu. İsrâil’in askerî tesisleri hayli ağır bir tahribat yaşadı. İsrâil şimdi buna cevap vermenin derdine düştü...

Manzaraya daha yukarıdan bir bakmakta fayda var. İsrâil, teçhizâtı, ateş gücü çok yüksek bir ordusu ve teşkilatlı bir toplumu olsa da neticede
Netanyahu’nun çılgın maksimalizmini karşılayacak bir kapasiteden çok uzak
. En başta da nüfûs itibârıyla... Nüfusu 10 milyon bile değil. Bunun yarısı zâten Arap. Erkek nüfus sayısı olsa olsa 4 milyon civârında. Bunun da en az yarısının Arap olduğunu düşünürsek tablo daha da kararıyor. Doğurganlıkta Müslümanlar sâyesinde %1,4 civârında. Yâni Yahudi nüfûs aslında azalıyor. Yâhudi erkeklerin sayısı hızla yaşlanıyor. Elbette İsrâil ordusundaki kadın askerleri ihmâl etmiyorum. Ama neticede ordunun, Gazze’den Lübnan’a, oradan Sûriye, Irak ve İran’a yayılacağı öngörülen yaygın bir operasyonu kaldıra-bileceğini zannet-miyorum.
Uzaktan füze atarak, uçaklarla bombalayarak Arap ve Fars dünyâlarını dize getirmek imkânsız.
İsrâil bunun için
savaşı çok taraflı hâle getirmek
ve bunun için de iki şeyi yapmak mecbûriyetinde. İsrâil’in hesaplarına göre ilk olarak ne yapıp yapıp, başta
ABD olmak üzere Batı’yı savaşa dâhil etmelidir.
İkinci olarak Arap-Fars ve eğer olursa bizim için çok kritik olarak
Türk-Fars
savaşı çıkartılmalıdır.
Düğüm, İsrâil’in İran’a vereceği cevâbın mâhiyetinde çözülecektir. Henüz ABD iknâ edilebilmiş değil. CENTCOM komutanı Kurilla, Doha ile Telaviv arasında mekik dokuyor. Austin ve Gallant’ın görüşecekleri açıklanmıştı. Son havâdis ise bu görüşmenin ileri bir târihe tehir edildiği cihetinde. Bu hâdiseleri nasıl değerlendireceğiz? Gallant, ABD’deki Demokratlara yakın duran ve sık sık Netanyahu’nun canını sıkan bir kişilik. Muhtemelen Netanyahu bu görüşmeye mâni olmuştur. Başka bir ihtimâl ise görüşmenin Biden tarafından istenmemiş olmasıdır. Anlaşılıyor ki, Netanyahu, İran’a karşı,
içine nükleer tesisleri ve petrol sâhalarını alacak
çok kapsamlı bir saldırıyı istiyor. Bu, sâdece İran’dan intikam almak için değil. Biliyor ki, İran bu durumda derhâl Hürmüz Boğazı’nı kapatacak, Suudî Arabistan, Körfez aşiret devletlerini hedefe koyacaktır. Yemen de diğer tarafta Kızıldeniz’i cehenneme çevirecektir. Bu durumda Suudî Arabistan ve Mısır’ın, ilki doğrudan, ikincisi dolaylı olarak savaşa dâhil olacaktır. Suudî Arabistan’ın ve Körfez’in vurulması ABD’yi tetikleyecek; istese de istemese de bu dev güç de İran’a bitirici darbeyi vurmak adına devreye girecektir.

Ateşin vurabileceği diğer yer de Âzerbaycan olabilir. Unutmayalım ki Âzerbaycan Türkiye üzerinden İsrâil’in en büyük enerji tedârikçisidir. Eğer ateş buraya sıçrarsa Türkiye-Âzerbaycan stratejik ve askerî anlaşmaları mûcibince Türkiye de sessiz kalmayacak, yükümlülüklerini yerine getirecektir.

Bu korkunç senaryo, eğer hayâta geçirilecekse,
ABD seçimlerinin arifesine denk getirilmesi,
zamanlama itibârıyla en etfalidir.

Elbette bu senaryonun küresel tesirleri korkunç olur. İran’ın petrolünün %90’ını alan Çin ve İran’ın Ortadoğu’da ve Ukrayna savaşında stratejik ortağı olan Rusya acaba bunu nasıl karşılayacaktır? Senaryonun dünyâda topyekûn enflasyonist bir baskı doğuracağı âşikârdır. Dahası, enerji eksikliği yüzünden üretimi azalacak olan Çin mallarının ABD piyasalarındaki fiyatlamaları enflasyonu azdırmayacağını kim söyleyebilir? Acaba FED bu durumda fâizleri indirmeye devâm edebilir mi?

Sorular, sorular… Ekim ayı içinde hepsinin cevâbını alacağız…